Afetlere karşı hasarı en aza indirmek için kent planlamasının önemine dikkat çekiliyor.
Olası afetlere karşı hasarı en aza indirmek için kent planlamasının önemine dikkat çeken kanaat önderleri, dirençli kentlerin oluşturulması gerektiğinde birleşiyorlar.
Mimarlar Odası İzmir Şubesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi ve International Initiative for Sustainable Built Environment (IISBE) iş birliğinde geçtiğimiz günlerde düzenlenen ‘Dirençli Sürdürülebilir Kent Çalıştayı’ bu kapsamda sektörün kanaat önderlerini bir araya getirdi.
“FAY HATLARI ÜZERİNDE BOLCA YAPILAŞMA VAR”
Mimarlar Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. İlker Kahraman, “Ülkemizde 1960-2014 yılları arasında sellerde 795 can kaybı 800 milyon dolarlık bir hasar gerçekleşti. 2018- 2019 yılları arasında 300’den fazla sel felaketi yaşandı. Her yıl 200’den fazla sel meydana geliyor. Buradaki konu bunun bir kader mi yoksa değiştirilebilir bir yaklaşım mı olup olmadığı. Biz bunun önlemini alabilir miyiz? İklim krizi nedeniyle bütün dünya iklime duyarlı dirençli kentlerin nasıl elde edileceği konusunda bir uğraş içinde. Bunun için bizlere de görev düşüyor” dedi.
Depremin Türkiye için yeni bir kavram olmadığını dile getiren Kahraman sözlerini şöyle sürdürdü: “Çünkü ülkemiz deprem bölgesinde. Ancak fay hatları üzerinde bolca yapılaşma var.
Türkiye’de 6,9’dan 5,4’e şiddetine kadar yaşanan depremlerde, dünyada yaşanan depremlerin çok ötesinde yıkımlarla ve vefatlarla karşılaşıyoruz. Bir yerde hata yapılıyor. Bu hatanın nerede olduğunu bulmalı ve düzeltmeliyiz. Bununla ilgili pek çok yönetmeliklerimizde değişiklik yapıyoruz. İzmir’de yaşanan depremden sonra baktığımızda daha önceki deprem yönetmeliklerimizin İzmir depremini karşıladığını gördük. Aynı şekilde şu anda 6 Şubat’taki depremin yönetmelikler tarafından karşılanabildiğini görüyoruz. Ancak hasarların uygulama, kontrol eksikliği ve zeminle ilgili bilgilerimizden kaynaklandığını düşünüyoruz.”
“SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTLERE YOĞUNLAŞMALIYIZ”
Kentleşmenin doğal sonucu olarak kentlerin ekonomik doğal sosyal aktivitelerin önemli merkezleri haline geldiğine değinen İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Aşkar, “Kentler büyüdükçe çevre kirliliği, kaynakların yetersizleşmesi, sosyal eşitsizlikler ortaya çıkıyor ve en önemlisi kentler doğal afetlere karşı savunmasız hale geliyor.
Dr. İlker Kahraman
Mimarlar Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı
Bunun için kentleri daha dirençli ve sürdürülebilir halde inşa etmek dönüştürmek zorunlu. Bir kentin dirençli olması her türlü doğal afet, ekonomik çöküş gibi her türlü şok ve baskıya direnebilmesini ve kendini hızla toparlayabilmesini sağlar. Dirençli ve sürdürülebilir kentler için ekonomik, sosyal ve çevre etkilerini göz önünde bulunduran bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç var” dedi.
Kentlerin dirençli hale getirilmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Aşkar, “Bunu yaparken doğal afetlere ve iklim değişikliğine dayanıklı alt yapılara yatırım yapmak zorundayız. Sürdürülebilir kentlere yoğunlaşmalıyız. Bu kapsamda yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı teşvik edilmeli, atıkların azaltılması sağlanmalı, ulaşımda sürdürülebilirlik ön planda olmalı. Kentin sosyal sürdürülebilirliği sağlanmalı, sosyal eşitlik ve kapsayıcılık benimsenmeli.
Kentlerde inovasyon ve öğrenme kültürü yaratmalıyız. 6 Şubat depreminin yer bilimleri açısından önemi ve çıkarılması gereken dersler konusunda görüşlerini dile getiren Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Hasan Sözbilir ise, Türkiye’de yeni bir kurumsal yapıya ihtiyaç duyulduğunu belirterek, “Mutlaka bir afet bakanlığı kurulmalı. Ayrıca yer bilimleri kurumu oluşturulmalı.
Afet yönetimi ve deprem araştırma enstitüleri kurulmalı, afet ve risk azaltma daire başkanlığı ile kentsel iyileştirme daire başkanlığının bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor” dedi.
Gerek deprem bölgesindeki kentlerin yeniden inşasında gerek deprem beklenen kentlerin dönüşümünde, dirençli ve sürdürülebilir kentler felsefesinde ilerlersek doğal afet ve sorunlara karşı hem günümüzün hem gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamış oluruz” ifadelerini kullandı.
“SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTLER İÇİN RADİKAL DÖNÜŞÜMLER GERÇEKLEŞTİRİLMELİ”
İzmir Ticaret Odası (İZTO) Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener ise “Dirençli ve sürdürülebilir kentler kurmak istiyorsak depremi de içine alan ve ötesine geçen bir yaklaşımı geliştirmemiz gerekiyor. Şehirler son yıllarda alt yapı ve kentsel dokuyla ilgili sorunların yanında yoksulluk, ekonomik ve sosyal eşitsizlik, iklim değişikliği, artan afetler ve salgın hastalıklar gibi birçok kronik stresle karşı karşıya. BM Raporu’na göre 2050’ye kadar 3 kişiden 2’si şehirlerde yaşıyor olacak. Bu bağlamda ekonomik alt yapısı güçlü, planlaması kapsayıcı, alt yapısı temel ihtiyaçları karşılayabilen politikalar geliştirebilen sürdürülebilir kentler için radikal dönüşümler gerçekleştirilmeli. Bu dönüşümler, dünya gündeminin ilk sırasında yer alan iklim değişikliğine uyup, yeşil dönüşümü de kapsayacak şekilde planlanmalı” dedi.
“İNSAN ODAKLI BİR SİSTEM KURMALIYIZ”
Mimarlar Odası Hatay Şube Başkanı Mustafa Özçelik ise “Deprem sırasında hiçbir şey yoktu ancak deprem sonrasında da yönetememezlik durumu aynı mantıkla devam ediyor. Hatay’ın merkezinin yüzde 80’i yıkıldı. Hatay genelinde 95 bin yapıdan bahsediyoruz ki bu da 326 bin konuta tekabül ediyor. Silkinip kendimize gelmemiz lazım.
Oturup bu kadar bedel ödemişken, boş bir sayfadan yeniden başlamamız gerekiyor. İnsana verdiğimiz değeri bir şekilde sorgulamak zorundayız.
Bu anlayışla devam edersek daha çok ciddi bedeller ödeyeceğiz. Bu acıdan sonra ülke olarak hep beraber yeni bir sayfa açmalıyız. İnsan odaklı bir sistem kurmamız lazım” ifadelerinde bulundu.
“PLANLAMA ÇALIŞMALARI YAPILMALI”
Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Yusuf Ekici ise “Kent hakkı ve barınma krizi” başlıklı sunumu gerçekleştirdi. İmar planına esas mülkiyet, hali hazır jeolojik, jeoteknik ve mikro bölgeleme ettikleri yapılması gerektiğini söyleyen Ekici, “Afet ve kentsel risk analizleri yapılarak, öncelikli olarak kent merkezlerinde riskleri yüksek olduğu yerler tespit edilmeli ve planlama çalışmaları yapılmalıdır” sözlerine yer verdi.
Mevcut yapı ile ilgili risk analizi ve tespitlerinin yapılması gerektiğinin altını çizen Ekici, “Afet ve diğer kentsel riskler için yapılmış risk azaltıcı önlem ve tedbirler planlar kararlarına dönüştürülmelidir. Geçmişte şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına aykırı yapılan iş ve işlemler iptal edilmeli” diye konuştu.
“SİYASETEN BAĞIMSIZ DENETLEYİCİ KURUMLAR OLUŞTURULMALI”
Şili Şehir Bölge Plancısı ve Mimar Cristian Alfredo Wittig Grell, 8 ve üzeri şiddetindeki depremlere rağmen yıkılmayan binaların ve dolayısıyla ölü sayısının çok düşük olmasının sırrını anlattı. Son olarak 2010 yılında meydana gelen 8.8 büyüklüğündeki depremde 525 kişinin hayatını kaybettiği Şili’de, siyasetten bağımsız denetleyici kurumların oluşturulduğunu, binaların güvenilir kurumlar tarafından verilen sertifikalı malzemelerle, 10 şiddetindeki depreme dayanıklı olarak yapıldığını ifade eden Grell, “Yüksek alt yapının korunması, yatay mimariye yönelim ve elbette lateral direncin korunması binaların daha az hasar alması için çok önemli” dedi.
PEKİ ŞİLİ NASIL BAŞARDI?
Depremin neden olduğu zararın azaltılması ve direncin artırılması için Şili’nin attığı adımlardan bahseden Grell, öncelikle güçlü, disiplinli ve birbiriyle bağlantılı sismik birim oluşturulduğunu söyleyerek, “İkinci olarak güçlü, etkin, verimli kurumlar yaratılmasına imkân verildi. Bu kurumlardaki uygulamalar denetlendi. Üçüncü olarak akademik iş birlikleri yapıldı. Kâr amacı gütmeyen, dünya standartlarında çeşitli sertifika programları oluşturuldu. Son olarak siyasetten bağımsız profesyonel bir ekip oluşturuldu. Her bina yapılmadan önce denetlendi. Mimari ve mühendislik açısından değerlendirildi. Biz Şili’de depremde yıkılmayacak binaların yapılmasına odaklanıyoruz. Aslında hiç yıkılmayacak binalar inşa edebilirsiniz bu çok pahalı değil. Sadece bir stratejiye bağlı. Biz binalarımızı 10 büyüklüğündeki depremlerde yıkılmaması için yapıyoruz” diye konuştu.
Yüksek maliyetli binalar yerine akıllı binalar yapılması felsefesinin yerleştirilmesi gerektiğine vurgu yapan Grell, zeminin yerine bağlı olarak binanın direnç gösterebileceği bir kapasite olduğunu söyleyerek, “Özellikle yatay yapılaşma çok önemli. Alt yapıda yıkımın daha az olması adına tasarım yapıyoruz. Şili’de dünyadaki tüm ülkelerden faklı olarak yüksek direnç ve çok düşük alt yapı zararı görülmüştür depremlerden sonra. Bu nedenle yüksek alt yapının korunması ve lateral direncin korunması binaların daha az hasar görmesi açısından önemlidir. Ve elbette toprağın sınıflandırılması gerekiyor. Toprağın özelliklerine saygı duyup binalarınızı buna göre inşa ederseniz depreme karşı savaşı kazanırsınız. Ayrıca bina yapımında kullanılan malzeme konusunda sertifika veren bağımsız kurumlarımız var. Her malzeme kesinlikle sertifikalı aksi takdirde o binayı yapamazsınız. Güçlü ve çok disiplinli bir yönetmelik olmalı ve uygulanmalı” diye konuştu.