Helvacızade Grubu’nun üçüncü kuşak üyelerinden Helvacızade A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil: Zade Yağları ve Zade Vital’in New York 5. Cadde de mağaza açmasını arzu ederiz.
Onların yolculukları 135 yıl önce Konya’dan başlıyor. Bugün ise kurdukları bitkisel yağ fabrikaları ve üretim çeşidi ile dünyanın dört bir yanında katma değerli üretimde rol model olarak gösteriliyorlar.
Helvacızade Grubu’nun üçüncü kuşak üyelerinden Helvacızade A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil ile asırlık markalarının hikayesi üzerinden Türkiye’nin gelecek dönemde sanayileşme sürecine yolculuk yaptık.
Türkiye’de planlamaya odaklanılması gerektiğini belirten Büyükhelvacıgil, “Eğitim, tarım, sanayi, bilim ve kültür sanata kadar her alanda, en büyük eksikliğimiz planlama. Doğru planlama, doğru uygulanır ve sürdürülebilir hale getirilir ise, şehirleriyle, köyleriyle, mahalleleriyle bu algı benimsetilebilir ise bu da eğitimle olur, ilmin gelişmesiyle olur. O vakit çok daha hızlı yol alırız diye düşünüyorum. Ülkeniz güçlü zenginse siz de çok zenginsiniz” diyor.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Öncelikle bizim ailemize teveccüh gösterdikleri için EGİAD Ailesi’ne teşekkür ediyorum. İnşallah bu konuşmada fayda vesile olur. 1958 Konya doğumluyum, evliyim, üç oğlum ve altı torunum var. Bir oğlum İzmir’de diğer oğlum İstanbul’da yaşıyor. Küçük oğlum da İstanbul’da üniversitede okuyor. Beş yaşından itibaren babamın dükkanına gitmeye başladım. Babamı geçtiğimiz 5 Şubat’ta kaybettik. Hayatımız babacığımızın tedrisatında geçti. Çocukluk yıllarında sabah okula gittim. Hemen oradan çıktım dükkâna geldim. Siyah önlüklü yıllar… O siyah önlüğün ilkokuldaki neşesi bir başkaydı. Babacığım o yıllarda demişti ki “Onu annen her gün yıkayıp ütüleyemez. Lütfen düzgün giy ve kaldır.” Hayatımız hep okul, iş ve ev arasında geçti.
Babanız ne işi yapıyordu?
Şirket evraklarına baktığımızda 1882,1889,1902 ve 1910’dan kayıtlarımız var. Dedemin ticari defterleri elimizde. Onları çok güzel muhafaza ettik ve bir kısmını da Türkçe’ye çevirisini yaptırdık. Rahmetli Dedem, Konya’nın en büyük helvacısıymış. Helva, lokum ve şeker imalatı varmış. Amcam ve babam arasında 15-16 yaş farkı vardı.
Birlikte çalıştılar. Babam askerden gelmiş ve 1957’de evlenmiş. Dedemin ustası ile birlikte yeni iş yerinde yine helva lokum şeker imalatı devam etmiş. Dükkânın bulunduğu yerin konumu köy otobüslerinin geldiği yerde idi. İnsanların hediye alacaksa ilk uğrak noktasıymış. 1957’den 1972 yılına kadar oradaydık. Konya’nın esnaflığını bir tarafa koyun, bütün Türkiye’yi esnaflığını bir tarafa… Ahiliğin mükemmel olduğu bir kültürden geliyorum.
Konya’daki ticaret kültürü çok özeldir, öyle bir yerden neşvünema bulduk ve mükemmel bir çarşıydı, çok güzel esnaflar vardı. Kültürün, edebin ve adabın olduğu müthiş bir esnaflık kültüründen bahsediyorum. 6 Kasım 1991’de ilk yağ fabrikası kuruldu, prensip olarak kazandığımızı yatırıma dönüştürmeye odaklı olduğumuz için 2005 yılında ikinci yağ fabrikası devreye girdi. Yıllık 130 bin ton üretim kapasitesi ile tesiste 24 çeşit bitkisel yağ üretimi yapılabiliyoruz. 102 bin metrekare açık 50 bin metrekare kapalı alan üzerinde faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. PLC otomasyon sistemi sayesinde insan hatasından bağımsız ileri ve kapsamlı teknoloji el değmeden, sonsuz kere en yüksek kaliteyi üretebilecek, her şişenin ilk damlasında da son damlasında da aynı kaliteyi sağlayabilen, yüksek teknolojiye sahip tesis olma özelliği taşıyoruz. Ayçiçek yağı, Zeytinyağı, Mısır Yağı, Soya Yağı, Kanola Yağı, Pamuk Yağı, Fındık Yağı ve bitkisel karışım yağ üretimi yapılabilmektedir.
Ben Konya Selçuk Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu mezunuyum. Ama bununla birlikte 65 yaşından sonra Adalet Meslek Yüksek Okulu’nu bitirdim. Şimdilerde ilahiyat okumak istiyorum. Onun ötesinde hayat böyle devam ediyor.
Akıllı fabrika dediğimiz model ile çalışıyorsunuz…
Evet, akıllı fabrika. Ayağınızın altı yağ olmadan dolaşabileceğiniz dünyanın en modern tesislerinden bir tanesi. Bu konuda bir anekdot paylaşmak isterim. 2003 yılında Dubai’de ABD Soya Birliği’nin 100 ülkeden 300 patron olduğu bir toplantı vardı. O toplantının kapanış sözünde Amerikan Soya Birliği başkanı dedi ki, “Yeryüzünde bir tesis var ki biz o tesisin kalitesini mükemmel buluyoruz. Amerika’ya bile orada üretilen yağ analizlerini alıyoruz, getirtiyoruz. Mükemmel bir tesis. Bu ülkeyi ve aileyi alkışlamanızı istiyorum.” Merakla baktım kimi söyleyecek diye. O zaman yanımda rahmetli fabrika müdürümüz Mustafa Yıldız ve danışmanımız Prof. Dr. Hüseyin Kara hocamız vardı. Orada başkan, “Helvacızade Türkiye” diye açıkladığında çok mutlu olmuştum. Biz dünyanın bildiği bir markayız.
Bununla birlikte de 2015’te de Türkiye’nin ilk sağlıklı yaşam markası olan Zade Vital tesisleri devreye girdi. Avrupa’nın en güçlü, GMP standartlarında yumuşak kapsül üretim tesisidir. Zade Vital olarak bugün değerli bitki, meyve ve tohumları “cold press” yöntemiyle 106 farklı
çeşit ve 501 form ile üretebiliyor ve 22 bine yakın eczanede tüketicilerimize sunuyoruz. Bütün bu gelişmeler yaşanırken bir yandan da rahmetli babacığımızın bize bir telkini vardı. “Şartlar ne olursa olsun gıda toptancılığı yaptığımız dükkânı ve tezgâhı asla kapatmayacaksın. Burası sürecek.” Dolayısıyla Elhamdülillah o tezgâhı da kapatmadık. EGİAD üyesi olan oğlum Serhat Bey de gıda dağıtım ayağımızı yönetiyor.
Şirketimiz de İzmir’de ve bütün Türkiye’de dağıtım yapıyor. Hem kendi ürünlerimizin hem de diğer distribütörlük yaptığı yerel ve ulusal markalara ait ürünlerin dağıtım süreçleri ile ilgileniyor.
Dedenizin ilk işe başladığı o dükkân duruyor mu?
Maalesef ilk hikâyenin başladığı yer istimlak edildi. Ona hep çok üzülüyorum. Hatıralarımızı kaybediyoruz. Bu modernleşme veya kentsel dönüşüm hatıralarımızı bize unutturuyor. Nitekim Avrupa’ya baktığınızda böyle değil. Babam 1977 yılında beni yurt dışına gönderdi. 100 yıllık evler duruyordu Brighton’da, Londra’da. Oxford’da biliyorsunuz 100 yıllık, 200 yıllık caddeler ve evler duruyor. Bizim ülkemizde maalesef planlama eksikliğinden veya planlamanın doğru geliştirilemeyişinden dolayı da sıkıntılar yaşıyoruz.
Biz üç kardeşiz. Ailenin büyüğü benim. Kız kardeşim Ferda Hanım ve üçüncü kardeşim Mevlüt Bey. Hep birbirimizi tamamlayarak bugünlere geldik. Annem başımızda. Gerçekten anne baba son derece önemli. Onların verdiği terbiye, adap, görgü çok kıymetli. Doğma büyüme Konyalıyız ve
bu şehrin Hazreti Mevlana’nın hoşgörüsünden gelen güzellikleri var. Örfün adetin geleneklerin yaşatılmasını önemsiyoruz.
Bununla birlikte sosyal hayatın içinde de kız kardeşimin kayınpederi rahmetli çok kıymetli birisiydi. Babacığıma, “Tahir’e müsaade edeceksin, ticaret odasına gidecek, orada seçilecek” dedi.
Konya Ticaret Odası’na 1986 yılında girdim ve meclis üyesi oldum. 2000 yılına kadar üç dönem görev yaptım. Son dönemimde de Konya Ticaret Odası’nın Meclis Başkanlığı görevinde bulundum.
Bununla birlikte 1986 yılında da delege olarak da Konya Ticaret Odası adına, Türkiye Odalar Borsalar Birliği’nin, o zamanki en genç üyeden birisi oldum.
1986 yılından beri Odalar Birliği ile ilişkim devam ediyor. Yüksek istişare konsey üyesi ve GS1 şirketinin başkan vekiliyim. Orada çok kıymetli dostum Ender Yorgancılar ile birlikte çalışıyoruz.
Nitekim 2005 yılında Konya Sanayi Odası Başkanlığı için teveccüh gördük. Sağ olsun Konya iş dünyası bizi görmek istediğini ifade etti. Biz göreve talip olmadık. Bulunduğumuz yerlerde de şerefle itibarla o makamlara, şeref vermeye çalıştık. Elhamdülillah. Güzel başarılar elde ettik. Nitekim, Konya’nın önemli, belki duyuyorsunuzdur, bilim merkezinin, o zamanki benim dönemde Konya Sanayi Odası Meclisi ve Yönetim Kurulu, Konya Bilim Merkezi’nin oluşmasına vesile oldu. Bununla birlikte, 2005-2013 Konya Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı, aynı zamanda Konya
Organize Sanayi Bölgesi’nin Başkanlığını yaptım. Bizde böyle bir teamül vardır. İzmir’de farklı ve OSB başkanlığı görevini iki ayrı isim yürütüyor. Bizde böyle bir ayrım olmadı. Hep sanayi odası başkanları, OSB’nin de başkanlığını yaptı. Nitekim, şu anda bulunduğumuz, bizim fabrikamız da orada, Türkiye’nin ikinci büyük OSB’si şu anda. 31,5 milyon metrekareye ulaştı. Aşağı yukarı bine yakın tesis çalışıyor, 50 bine yakın insan istihdam ediliyor. Türkiye’nin müstesna bir organize sanayi bölgesi oldu. Burada görev yaptım. Bu görevler sürerken, Sayın Cumhurbaşkanımızın tensibi ile 2007’de Türk Standartları Enstitüsü Başkanlığı görevinde bulundum. Bu görevde bulunurken aynı zamanda hem Sanayi Odası Başkanlığı, OSB Başkanlığı görevini yürüttüm. Güzel de bir söz vardır takdir edersiniz, “Akıllı insanlar, çok daha akıllı insanların aklından istifade edip onları yönetebilenlerdir” denir. Ben ortak akılla, hep yanımda, çok güçlü, işlerinde başarılı, Türkiye’de marka olmuş, müstesna güzide insanlarla çalıştım. Öyle olunca ortak akılda çok güzel şeyleri başardık, bu günlere geldik.
Bu süreçte 36 Türk Cumhuriyeti’nin hepsinin standartlar teşkilatını, Türk Standartları Enstitüsü kurmuş. O grubun da başkanlığını yaptım, 36 ülkenin standartlar topluluğunun başkanıydım. Son bir yılda da Dünya Standartlar Teşkilatı’nın yönetim kurulunda görev yaptım. Dünyadaki 20 kişiden biriydim. Buradaki en çok sevindiğim güzelliklerden bir tanesi de Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda, şayet Türkiye’miz Avrupa Birliği’ne girecekse bir şart vardı, “TSE’nin Avrupa standartlarına tam üye olması zorunluluğu”…Hırvatistan’ın kabul edildiğini duydum. Hemen akabinde iki buçuk gün içinde, Fransa, Almanya ve İngiltere’ye ziyaretlerimiz oldu. 2010 yılının Ocak ayında, mükemmel bir tetkik geçirdik. 10 gün süren tetkikleri, TSE’nin tam üyeliği için heyet başkanı “Avrupa standartlar teşkilatının, TSE’den öğreneceği çok şey var” demişti. Gerçekten ülkemizin kurumları birbirinden güzide ve değerli. Bu kurumun içinde üç yılda olsa bir değer kattım diye düşünüyorum. 2010 yılında da TSE, Avrupa Standart Teşkilatı’na da tam üye olarak geçti.
Bu bize ne kazandırdı?Türkiye, İngiltere, Almanya ve Fransa ile birlikte, ilk beş ülkeden birisi oldu. Bu ülkemiz adına ve iş alemi adına önemli bir başarıydı. Bu süreçte halen Konya Sanayi Odası’nda meclis üyeliğim ile 2015’den beri Türkiye Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği Başkanlığı görevim devam ediyor. Orada da sektör temsilcilerini aynı çatı altında, birlik ve beraberliği sağlayarak, başta kamu menfaatlerini de korumak önceliği ilkesi ile sektörün sorunlarını ilgili devlet birimleriyle paylaşarak çözümler geliştirmek için çaba sarf ediyoruz.
Ben Konya Selçuk Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu mezunuyum. Ama bununla birlikte 65 yaşından sonra Adalet Meslek Yüksek Okulu’nu bitirdim. Şimdilerde ilahiyat okumak istiyorum. Onun ötesinde hayat böyle devam ediyor.
Dolu dolu bir hayat, dolu dolu bir hikâye… Sohbetin başında babanızın belli kurallarını uygulamaya devam ettiğinizi söylediniz. Dediniz ki “O tezgâh hiç boş durmayacak, tezgâh hep çalışacak.” Bu örnekleme gibi, babanızdan örnek aldığınız, olmazsa olmaz kurum için kurallar neler oldu? Sizden sonraki kuşaklara da aktaracağınız değerler, öncelikli değerler neler?
Kalite olmazsa olmazımızdır. Birincisi, “Asla kefil olmayacaksınız” demişti. Mesela bu bizde anayasadır. Biz kimseye kefil olmayız. Hatta şunu söylemişti, “Allah sizi ayırmasın ama ola ki bir şey yaşansa bile kardeş kardeşe imza atamaz, cebindekini, çekmecesindekini, kasasındakini çıkarıp verebilir ama birbirinize imza atamazsınız.” İkincisi, “İmzanız haysiyetinizdir” demişti. Üçüncüsü “Sözünüz şerefinizdir” demişti. Dördüncüsü “Çocuklarımıza yedirmeyeceğimiz malı asla üretmeyeceksiniz.” Bizim fabrikalarımızda yağın girişinden çıkışına, üretim süreçleri 36 saattir. Biz bundan hiç taviz vermedik. Hatta şöyle bir ifadem vardır, ben kimya mühendisi değilim, gıda mühendisi değilim. Fabrikalarda kimya ve gıda mühendisleri var. Zade Vital tarafında biyoloji ve genetik mühendisi kardeşlerimiz var. Özellikle ben bu fabrikada dolaşırken, kardeşlerimizin, çalışanlarımızın yanında, başım dik, yüzüm ak şerefli geziyorum. Çünkü biz en mükemmel yağı üretiyoruz. Kaliteden asla taviz vermedik. Her zaman bir ürünü en kaliteli şekilde piyasaya vermek değişmez kuralımız oldu. Bir diğer önem verdiği konusu fiyat idi.
Hatta hiç unutmuyorum, 5 Nisan 1994 günü, 16 Mart’ta 250 ton bir firmaya yağ vermiştik. Yağın fiyatı o gün 6 TL’ydi. Onlar da açılış yapmamışlardı. Açılışları 25 Nisan’a, hatta mayısa sarktı. Para da almadım, hiç para da vermedim. Ama sözleştik, yağlarımızı sattık, iş bitti, el sıkıştık. Ondan sonra 6 Nisan günü sabahı, fiyatımız 18 TL olmuştu. 6 TL nerede, 18 TL nerede? Ama aynen söz verdiğimiz o ürünlerimizi teslim ettik.
Sözümüzden asla dönmeyiz. Her zaman duamdır, itibara Allah zarar getirmesin ve bir huyumuz daha vardır, şöyle söylemişti; “Ne olur her anınızı şerefli yaşayın, ağzınızdan çıkan söze dikkat edin. Söz yaydan çıkan bir ok gibidir, çıkar ama bir daha dönmez. Sözünüze de dikkat edin, yapamayacağınız şeyler için asla söz vermeyin, itibarınızı lütfen zedelemeyin, elhamdülillah o çok büyük bir servettir.’’
Nitekim şöyle bir söz vardır, Robert Bosch’a ait “Güveni kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim” diye, itibar çok önemli. Bu babamın en önemli telkinlerinden birisi idi. 65 yıl boyunca babamla yaşadım. Onunla yaşayarak öğrendik bazı şeyleri…
Kalpten kalbe yol vardır, gözle görülmez derler ya; hareketleri, tarzı, duruşu, bakışı, söylemleri, insanlara hürmeti, nezaketi…
Bir de biz ailemizde dedikodu diye bir şey bilmeyiz, o kelime de yasaktır, hiç kimseyi asla konuşmayız, dedikodu etmeyiz, gıybet etmeyiz. Babacığımın şu lafı vardı, “Ey başını gör işini.” Boş duran adam dedikodu eder, boş duran adamı şeytan caydırır, sakın boş durmayacaksın’’ derdi. Ben 5-6 yaşlarımdan itibaren, boş kaldığım anda bile dükkânı süpürürdüm veya masaların tozunu alırdım. O zaman perakende zeytin satılıyor, zeytin hunisini 100 gram tartsam bile yıkatırdı. Hiç kimse mükemmel değil ama en iyi olmaya çalışıyoruz. Elhamdülillah çocuklar da güzel yetiştiler.
Sohbetin başında Annenize de atıfta bulundunuz. Annenizden öğrendiğiniz ilkeler neler oldu?Bütün anneler kıymetlidir, annenin asla hakkı ödenmez çünkü. “Kendisiyle en çok ilgilenilmesi, ihtiyaçlarının evvelemirde karşılanması ve kendisine yakın olunması gereken kimdir?”
diye sorulunca Hz. Peygamber (S.A.V.) üç kere “Annendir” buyuruyor. Cennet anaların ayağının altındadır.
Biz üç kardeş de hepimizin birbirimizden daha çok sevildiğini bildik, hiçbirimizde bir ayrımcılık görmedik. Annemin cömertliği, annemin fedakarlığı, annemin nezaketi çok özeldir. Bir iş sahibi, çalışandan önce işe gelir, çalışandan sonra işinden çıkar derdi. Hala çalışandan sonra şirketten çıkıyorum, bazen sabah toplantılarım oluyor veya yorulunca geç gelebildiğim oluyor ama genelde bu da çok önemli bir düsturdur.
Size bir hatıramı anlatayım. Bir ayın 28’i 29’uydu, buz almak istedim. Maaş almaya bir gün var. “Çalışanlarınız alabildiği zaman siz bir şey alın” demişti. Babacığımın da söylediği gibi çalışanlarımızın maaşını hiç geciktirmedik, Allah’a hamdolsun, Allah kıyamete kadar bunu nasip etsin. O ter kurumadan maaşımızı ödemeye gayret ettik. Çalışanlarımızla, kardeş, arkadaş gibi olmaya çalıştık, bardağın dolu tarafını gördük, biz onların yanında olabilirdik. Bu şirkette 35-40 yıl çalışan var. Hatta ikinci kuşak üçüncü kuşak aynı aileden çalışanlarımız var.
Üçüncü ve dördüncü kuşak birlikte hangi hedeflere odaklandınız ortak hayalleriniz neler?
Dördüncü kuşak işin başında, Allah onları nazarlardan saklasın. Babam öngörülü bir adamdı ve beni 1977’de İngiltere’ye göndermişti. Bize hiçbir zaman harçlık vermedi ama bizi hiç parasız da bırakmadı. Babam şunu söylemişti, “Hesap verebilen hesap sorar” Kardeşimle ben de İngiltere’ye gittik, ben orada iki ay kaldığım süreç içinde, okulumun parası ne aldığım ne içtiğim hepsini tek tek hesabını tuttum. Kardeşine ver de görsün dedi. Kardeşim benden altı ay sonra İngiltere’ye gitti ve o bir yıl kaldı. Babamın inanılmaz bir eğitim metodu vardı.
Hanımlarımız da öyle oldu, hiç parasız kalmadı ama herkes nereye ne harcadığının bilgisini verirdi. Bir gün bile ne benim refikam ne kardeşimin refikası, onda şu vardı bende olmadı, onda bu vardı, bu bende olmadı gibi konuşmalar yaşanmadı. Benim evime buyurun gelin, 42 yıl önce evlendiğimde aldığım koltuğu görebilirsiniz.
Yenilediklerim var ama bir kısmı da duruyor, öyle olunca biz bir de tasarrufla büyüdük. Çünkü şunu söylerdi: “Tasarrufun küçüğünü bilmeyen, büyüğünü bilmez.” Tasarrufta küçükten başlıyor, küçükten onları öğrendik.
Şirket olarak ikinci yüzyıla kendinizi nasıl hazırlıyorsunuz?
Her geçen gün değişen gelişen çağa öncülük etmeyi hedefleyen bir kuruluş olarak daima planlı, programlı ve sürdürülebilir aynı zamanda esnetilebilir nitelik taşıyan gelecek planları ile faaliyet göstermeye devam edeceğiz. İnsan sağlığını doğal, bilimsel, güvenilir, etik ilkelerle uyumlu ve bireye, topluma, çevreye saygılı ürün ve faaliyetlerle sürekli destekleyeceğiz.
Helvacızade Grubun en büyük zenginliği, farklı disiplinlerden gelen ve yüksek niteliklere sahip çalışanlarıdır. Yüksek nitelikli, yaratıcı ve cesur çalışanların sürdürülebilirliğini sağlamak için hayat boyu öğrenim anlayışıyla çalışanlarımızın eğitimlerine devam etmeleri yönünde her türlü desteği vermeye özen gösteriyoruz. Şirket içinde düzenlediğimiz eğitim programları ile kendilerini sürekli geliştirmelerine uygun ortamı hazırlıyoruz çünkü bu bir ekip işi, birlik ve uyum işi.
Tüm bu faaliyetlerle alt yapımızı da geliştirmeye devam ederek, strateji planlarımızı adım adım hayata geçirmeyi planlıyoruz. İnsan sağlığını desteklemek ve korumak amacıyla bir araya gelmiş uzman kadromuz ile, bilim ve teknolojinin ışığında, doğal, kaliteli ve yenilikçi ürünler üreten, Anadolu’nun doğal bitkisel kaynaklarını tüm dünya tüketicileri ile buluşturarak, ulusal ve uluslararası pazarlarda sürdürülebilir büyüme gösteren, Türkiye’nin öncü, tercih edilir, güvenilir ve saygın kuruluşu olmaya devam etmek için gayretlerimizi her geçen gün arttırarak çalışmalarımıza devam etmeyi hedefliyoruz.
Tahir Bey, bundan sonra ne yapmak istiyorsunuz?
Markalarımın dünya markası olmasını arz ederim, yani Zade Yağ & Zade Vital’in New York’un meşhur caddesinde 5th Street’de mağaza açmasını isterim. Bütün markalarımızın yani en büyük eksiklerimizden bir tanesi dünya markalarımızın az olması, çok dünya markamız olsun. İlk 100 marka arasında, inşallah 25 tane Türk markası Dünya markası olsun. Gönlüm bunu yapmayı ister ama bunlar da sadece bizim çabamızla olacak şeyler değil.
Bugün bir LG olduysa, Samsung olduysa bir ülkeden dünya markası çıkması bir firmanın tek başına gücü değildir, ona devlet gücü gerekir, öyle olunca biz inşallah o kıvama ulaşabiliriz. Buna en iyi örnek şu anda TOGG. TOGG umarım dünya markamız olur ve dünyanın her caddesinde görürüz. Devlet, TURQUALTY Desteği veriyor ama yeterli olmuyor.
Özellikle markalaşma süreci içinde devletin destek mekanizmalarında bir yenilemeye, bir revizyona mı ihtiyaç var?
Var.
İkinci yüzyılda markalaşmaya ve sürdürülebilirliğe odaklanarak bu alandaki teşvik mekanizmaları mı güçlendirilmeli?
Kesinlikle tartışmasız. Bu bilgisayar çağında daha öne çekildi. Markalar tek başına hem rekabetçi faaliyetlerini en iyi şekilde yönetmek hem de markalaşma yolunda uluslararası pazarda ilerlemek için tek başına yetersiz kalabiliyor. Markaların özellikle uluslararası pazarda büyümelerine yönelik birtakım faaliyetleri için teşvik mekanizmalarının da yenilenebilir, sürdürülebilir ve denetlenebilir bir sisteme adapte edilerek katkı olması çok çok önemli.
Elbette ki her şeyi devletten bekleyemeyeceğimiz de bir gerçek. Bulunduğum ortama ne katkı sağladım? Ekibime ne katkı sağladım? Şirketime ne katkı sağladım? Şirketime bugün bir tuğla daha koyabildim mi? Rakamlarını biraz daha artırabildim mi? Objektif, şeffaf, mantıklı hesap verebilir bir şekilde şirketlerimi büyütebildim mi? Dolayısıyla herkes bunu sağladığı zaman, herkes bir tuğla koyduğu zaman bunun üzerine büyüyüp gidecek demektir. Yani her işte olduğu gibi yine burada da hem markalarımıza hem de devletimize birtakım sorumluluklar düşüyor ama planlı ve uyumlu bir sistem ile çalışabiliyor olmakla mümkün. Devletimize suç bulmuyorum, çünkü kolay değil. Dinamikler ve etkenler çok farklı. Şimdi onlarca faktör karşınıza çıkıyor. Onların hepsini bertaraf etmelisiniz. En aşağı 10 kalemde 10 marka çıkartabilirsek bile bu bize çok büyük değerdir diye düşünüyorum ama mutlaka çok güçlü bir ülkeyiz. Ülkemizi çok seviyoruz. Vatandaşımıza güveniyoruz. Biz müstesna bir milletiz. Biz öyle bir milletiz ki bizim girişimci gücümüz, ilişkimiz, zarafetimiz, nezaketimiz, her yerde her şeye uyum sağlayabiliyor olmamız her millette yok. Öyle olunca bizim çok büyük artılarımız var diye düşünüyorum. Bu ülke çok daha güzel yerlere gidecek diye düşünüyorum. Gençlerle büyüdük.
İzmir bir tarım bölgesi… Siz de bir tarım bölgesinin kanaat önderisiniz. Türkiye tarımdaki gücü özelinde tespitlerinizi almak isterim bu bağlamda. İkinci yüzyılda tarım stratejisi belirlenirken dikkat edilmesi gereken hususlar sizce neler?
Planlama… Bizim arz talep dengemizi doğru yönetebiliyor olmamız lazım. İZELTAŞ üretirken, Zade üretirken veya Ülker üretirken, ETİ üretirken biz standartlar dahilinde ve her an kontrol mekanizmasının hem tüketeceğin devlet tarafından yapıldığı şartlarda üretiliyor. Herkes bu ülkenin insanlarına güzel ürünler sunmaya çalışıyor. Bunun bir sorumluluğu var. O fabrikalar çalışanların ve ülkenin fabrikalarıdır. Dolayısıyla topraklar da bizim. Bütün Türkiye’nin toprağı 787 bin kilometre alan da hepimizin toprağı, hepimizin payı var orada. Ne ekileceğini çiftçimizin gönlüne bırakamayız.
Biz o toprakların münavebe ihtiyacı nedir? Nerede ne ekilmelidir? Arz talep dengen nedir? Bunlardan birisi yağlı tohumlardır. Uzun yıllardır Türkiye’mizin ilk beşteki ithalat kalemleri içindedir. Biz tarım ülkesiyiz. Üç milyon ton çekirdek ihtiyacımız var. Biz bunun bir buçuk milyon tonunu üretebiliyoruz. Her yıl bir buçuk milyon ton ama çekirdek ama onun ham yağı karşılığını ithal etmek zorunda kalıyoruz. Biliyorsunuz bir yıl patates eksik oluyor, diğer yıl soğan problemi oluyor. Bir fasulye problemi oluyor, diğer yıl nohut problemi oluyor. Mercimekte dünya birincisiydik. Kanada’dan mercimek ithal eder hale geldik. Çukurova pamuğumuz dünyanın birincisiydi. Pamukta ihracatçı bir ülke idik. Şimdi Yunanistan’dan pamuk ithal eder hale geldik. Şimdi soruyorum. Nasıl gitti bu pamuk bizden? Neden biz pamuk ithal eder hale geldik? Hakikaten çok üzücü şeyler var yaşadığımız ama iş dönüp dolaşıp planlamaya geliyor. Arz talep dengesini yönetmemiz lazım. Çiftçi kazanmalı. Çiftçi enflasyona ezilmemeli. Bu sübvansiyon bir zaman hatırlayın doğrudan gelir desteği vardı. Doğrudan gelir desteği dedi ki bunu yapmayın ne olur. Ürüne destek verin. Gelişmiş ülke dediğimiz sorunlarını tarafları ile beraber çözen ülkedir. Devlet neye başkanlık edecek? Devlet regülasyonu sağlayacak. Çiftçiyi toplar, sanayiciyi toplar özel sektörle çiftçiyi birleştirmediği sürece o planlamayı yapmadığı sürece ve onların zararlarını bertaraf edecek bir süreci geliştirmedikleri sürece bu işleri toparlayacak gibi gözükmüyoruz maalesef. Bunları toparlayabiliyor olmamız lazım.
Bu söyleminizden yola çıkarak İkinci Yüzyılda tarımda seferberliğe mi ihtiyaç var?
Tartışmasız seferberliğe ihtiyaç var. Sağduyuya ihtiyaç var. Birbirimizi dinlemeye ihtiyaç var. İbni Sina’nın bir sözü vardır. “Gıdanız ilacınız, ilacınız gıdanız olsun” der. Bizim beslenme şekillerimiz değişti. Beslenirken kullandığımız ürünler değişti. Bunları kontrol edemiyor hale geldik. Beslenme sistemimizin de elden geçmesi gerekiyor. O zaman ne yapmamız lazım?Doğru ve sürdürülebilir tarımla, sağlıklı beslenmeyle, sağlıklı nesilleri sürdürülebilir halde yaşatmamız gerekiyor. Ve son söz Şeyh Edebali’yla bitirelim, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Birbirimizi hoşgörüyle, tevazuyla, nezaketle ve anlayışla karşılayabilmeliyiz. Bilgi ve deneyimlerimizi paylaşabilmeli, birlik ve beraberlik içerisinde; daima daha iyiyi hatta en iyiyi hedefleyerek çalışmalı, bu hedefimiz için çaba göstermeliyiz. Bu vesile ile bir kere daha sizin nezdinizde, EGİAD Başkanı ve EGİAD Ailesi’ne teşekkür ediyorum.