İzmir Ticaret Tarihi Müzesi’nin 20 yılına tanıklık eden Dr. Ayşegül Selçuki Uysal ile söyleştik. Türkiye’nin 2. Yüzyılı’nda kültür sanat alanında sürdürülebilirlik için bütüncül yaklaşımların önemine vurgu yapan Uysal, bu konuda İzmir’in iyi bir rol model olabileceğinin altını çiziyor. Uysal, özellikle Alsancak Bölgesi’nin yaşayan ve deneyimlenebilen bir kültür alanı haline gelmek için güçlü bir potansiyeli olduğunu ifade ederek bunun doğru işlenmesi gerektiğini söylüyor. Müzelerin katılımı arttırıcı faaliyetler yapmasının önemine vurgu yapan Uysal, bu noktada Kültür Bakanlığı’nın eskiden TEKEL Fabrikası olan alanı restore ederek şehre kazandırdığı Kültür Sanat Fabrikası’nda yapılan çalışmaların örnek alınabileceğini anlatıyor.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Ayşegül Selçuki Uysal, arkeoloğum. Yüksek lisansımı kültürel miras alanında Sicilya Katanya Üniversitesi’nde bursla yaptım. Doktoramı da Ege Üniversitesi’nde tamamladım. Doktoramın Ege Yayınları’ndan basılmasıyla akademik kariyer basamaklarından bir tanesini daha başarılı şekilde tamamladım.
2003 senesinde Bilkent Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nden mezun olduktan sonra İzmir Ticaret Odası’ndaki açılacak müzeden haberdar oldum ve iş başvurusunda bulundum. Annem ve babamın işi dolayısıyla 10 sene Ankara’da yaşadık. Onlar geri döndüler, ben de üniversiteyi bitirdikten sonra İzmir’e geri döndüm. Kabul gördüm ve başladım. 20 sene içerisinde de tabii çok yol katettik.
Buranın kuruluşu, sürdürülebilir olması, katılımın yüksek bir noktaya getirilmesi gibi… Bu ana başlıklar altında pek çok etkinlik yapmaya çalıştık. Yayınlar hazırladık. Geçtiğimiz ay müzemizin 20. yılını ve prestij kitaplarına yönelik lansman gerçekleştirdik.
İzmir Ticaret Odası gibi işi sadece tüccar ve ekonomiyle ilgili olan bir meslek grubuna hitap eden alanda kültür sanat etkinliğini ve alanını sürdürülebilir kılmak hakikaten kolay olmadı.
Onun dışında profesyonel tur rehberiyim. İzmir Ticaret Tarihi Müzesi’nde çok uzun yıllardır çocuklarla çalışıyorum. Yaratıcı drama eğitimini neredeyse yüksek lisans seviyesinde aldım.
20 yıllık yolculuktaki önemli köşe taşları nelerdi?
İlk köşe taşı İzmir Ticaret Tarihi Müzesi’nin kurulumuydu. Burada işe başladığım zaman İzmir Arkeoloji Müzesi’nden iki danışmanımız vardı. Bomboş bir salon… O zamanlar Pasaport’taki binamızdaydık. 2017 yılında şu anda konuştuğumuz mevcut binamıza taşınıldı.
Bomboş bir oda ve birçok içi boş camekan. Daha önce hiçbir müzede çalışmamıştım. Benim için çok önemli bir adımdı. Orada teşhirin ne demek olduğunu, panoyla eserin eşleştirilmesinin önemini, panolardaki renklerin hassasiyeti ve puntoların hakikaten önemli olduğunu öğrendim. Öncelik bu anlamda sistemi doğru kurmak idi. İkincisi benim için burayı sürdürülebilir kılmak çok önemliydi. Uzun süre müzecilik öğrendim. Çok fazla makale ve kitap okudum ve müzecilik alanında uzman büyüklerimle istişare ettiğim dönemler oldu. İzmir’deki bütün müzeleri ve yurtdışı gezilerimde gittiğim tüm destinasyonların öne çıkan müzelerini, sanat alanlarını gezdim.
Niçin?
2006 yılı…Her incelemem sonrası dönüp geldiğimde dedim ki “Burayı biraz değiştirmemiz lazım.” Sergileme sistemini olduğu gibi değiştirdik. Işıklandırmada LED ışığa geçildi. Çünkü önemli bir köşe taşı sürdürülebilir kılmak idi. Başka adımlar atmak gerekiyordu. İşte o zaman yaratıcı dramaya başladım. Yaratıcı dramayla beraber çocuklarla tanıştım. İzmir Rehberler Odası’yla da yaptığımız bir kültür eğitim projesini 10 yıl boyunca devam ettirdik. Kurumlarla çok fazla iş birliği yaptık. Bu süreci tek başıma yönettim. Yüzyıla göre yeniledik.
Kültür turizmi bence İzmir’de desteklenmesi gereken ve İzmir’in niş turizme ulaşması için iyi ve doğru bir kapı diye düşünüyorum. Her şey dahil sistemin satıldığı bir turizm hareketinden ziyade üst gelir grubuna, entelektüel birikimi yüksek gruba hitap eden turizm hareketinin aslında şehri daha hızlı şekilde geliştireceğini düşünüyorum.
Sergiler süreci nasıl başladı?
Bizim müzemiz özel koleksiyoner olarak açılmıştı. Özel müze olmamız gerekiyordu. Benim o sırada bir yüksek lisans dönemim vardı. İtalya’ya gittim. Orada çok şey öğrendim.
Gördüklerimi, anladıklarımı, özümsediklerimi buraya uygulamak için çok çaba sarf ettim.
İlk geçici sergimizi ki o da buranın yapı taşlarından Louvre Müzesi’yle birlikte yaptık. Bizim için büyük bir adımdı. Bir Kentin Portresi diye bir sergi kataloğu kitabı ve hem İzmir Ticaret Odası’nda hem de İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde seminerler düzenlendi. Bizim için ise büyük bir adımdı. Çünkü Louvre Müzesi çok büyük bir isim.
İzmir, müzeciliğe ne kadar sahip çıkıyor? Geçtiğimiz yıllar içerisinde gözlemleriniz neler oldu?
20 senenin ilk başıyla sonu arasında büyük fark var. Eskiden Agora’da kazı yaptığımız dönemlerde güvenlik sorunu yaşanırken, şimdi insanlar oraya bilet satın alıp giriyorlar. Yerli yabancı misafirinizi ya da bir rehberin turist kafilesini götürebileceği bir alan haline geldi. Oraların da açık hava müzesi olarak değerlendirilmesinin doğru olduğunu düşünüyorum. İzmir’de birçok özel müze açıldı. Ondan sonra birçok özel müze geçici sergiler düzenliyor. Farklı kurumlarla iş birlikleri yapıyor. Kültürel mirasla ilgili güzel çalışmalar yapılmaya başlandı. Dolayısıyla tabii ki farkındalık arttı.
Yeter mi?
Tabii ki yetmez ama bir sıfırdan iyidir. Evet, daha fazla olması lazım. Gelişim hızı daha da arttırılabilir. Artıyor da…
Bu hızı arttırmak için ne yapılabilir?
Katılım, katılım, katılım… Müzelerin katılımı arttırıcı faaliyetler yapması gerekiyor. Bu noktada Kültür Sanat Fabrikası’nın yaptıklarını çok iyi ve doğru buluyorum.
Sizce başarısının arkasında yatan başlıklar neler?
Çok güzel atölyeler ve seminerler yapıyorlar. Nitelikli katılım çok önemli. Eğer bir sanat alanı açıyorsanız o alanın kentin kültürüyle bir noktada kesişmesi gerekiyor.
İzmir olarak eğer sanatın, kentin ilerlemesinde bir basamak oluşturmasını hedefliyorsak o zaman sanat alanlarını kentle kesiştirmek zorundayız. Aksi halde hiçbir işe yaramaz.
Kültür Sanat Fabrikası güzel bir adımdı. Yeterli değil ama gelişim hız iyi. Kemeraltı’nda birçok restorasyon yapılmaya çalışılıyor. Şimdilerde Smyrna Antik Kenti’nin hemen karşısında bir otelde kalabiliyorsunuz. Bunlar o kadar kolay şeyler değil. Bu çalışmaların hepsine bir bütün olarak bakmak gerekiyor.
Örneğin; Kültür Sanat Fabrikası’nın şehirle entegrasyonun sağlanması gerekiyor. Alt geçit yapılabilir, orası yayalaştırılabilir. Kültür sanatın erişilebilir olması gerekiyor.
O alan Kıbrıs Şehitleri Caddesi ile birleşmeli. Çünkü Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nin ara sokaklarında gezdiğim zaman, geçmiş yıllara göre çok daha fazla kafe ve sanat alanı var.
Ufak ufak İstanbul Karaköy’e benzemeye başladı. Keşke Kültür Sanat Fabrikası’nın olduğu yere bir alt geçit yapılsa ve üst yol tamamen yayalaştırılsa. Alsancak Gar müthiş bir kültürel miras. Kilise keza öyle. O silüetten bu meydan faydalanabilir olmalı. Bana sorarsanız silolar her ne kadar İzmirliler beğenmese de İzmir’in silüetinin içerisinde olan bir alan. Belirli bir döneme damga vuran yapılar. Bir kentin silüeti her zaman eski şeylerden oluşmaz.
Bir kentin silüeti o kenti yüzyıllardır bugüne taşıyan her binadan, her somut olmayan kültürel mirastan oluşur. Yani İzmir Homeros’tan da o silolardan da oluşuyor.
Yani Homeros’tan TMO silolara uzanan bir köprü mü oluşturulması gerekiyor?
Evet bir bütünlük. Bizde kültürel devamlılık yok. Bunun sağlanması gerekiyor.
Kültürel devamlılığı fiziki olarak belki Kültür Sanat Fabrikası’ndan böyle Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne doğru arka sokakların o canlılığıyla açılan kafeleri, barları ve sanat galerilerini desteklemek olmalı. Bizim kültürel miras alanındaki tüm Türkiye’de yapılan çalışmalardaki en büyük hata çoğunlukla mimarlarla çalışılması. Bu nedenle sürdürülebilirliği olmuyor. Bir binayı çok güzel yapıyorsunuz. Taşını güzel boyuyorsunuz, kolonunu güçlendiriyorsunuz ama içi yaşamıyor. Sizin bu projelerinizin içinde bir sosyolog bir psikolog olmalı. O şehri bilen insanlar olmalı.
Louvre Müzesi, Kahire Müzesi, Roma Müzesi…. Bir gününüzü ayırıyorsunuz. İzmir’de kombin olarak her şeyi görebileceğiniz bir gününüze ayırabileceğiniz bir müze var mı?
Hayır, yok.
Peki, şehrin buna ihtiyacı var mı?
Kesinlikle var.
Peki, nerede olabilir?
Hakikaten madem bu Kültür Sanat Fabrikası yapıldı, o zaman o alanın çevresi değerlendirilebilir. Hemen arkasında eski bir fabrika alanı var. Orası Çağdaş Sanat Müzesi olabilir. O bölge müzeler alanı olabilir.
Böylece oradaki alan da yayalaştırılırsa, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne doğru insanlar yürüyerek geçebilirler. Bu alan yaşayan ve deneyimlenebilen bir kültür alanı olarak düşünülebilir. Alanı oluşturduktan ve farklı etkinliklerle birleştirip sürekliliğini sağladıktan sonra denilebilir ki gelin ve sanatı kültürü tüm gün boyunca İzmir’de deneyimlemek, yaşamak mümkün. Müzelerini gezerek İzmir hakkında bir fikir edinmek, kenti tanımak mümkün.
Gün içinde müzeleri gezersiniz, kentin çok kültürlü silüetini izlersiniz, akşam üzeri yemek yemek için Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne geçersiniz. Akşamında Alsancak’taki mekanlarda müzik dinler eğlenirsiniz. Orayı bütünleştirelim. Bizde kopukluk var. Nerede devamlılık? Görsel devamlılığınız yok. O yüzden bir bütünlük yaratmak mecburiyetindeyiz. Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde yaratılan bütünlük bir süre sonra Kemeraltı’na ve diğer yerlere de sirayet eder. Kültürel devamlılığımızı sağlamak zorundayız.
Bu anlattıklarınızı yapabilmek için para da lazım. Sermayenin, şehrin gelişiminde kültür sanatı daha etkin kullanabilmesi için yapılması gerekenler neler? Neden bu konuda İzmir geride kalıyor?
Kesinlikle. Belki de öncelikler farklı, daha farklı dinamikleri var. Birazcık daha taşın altına elin sokulması gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar “Küçük küçük yapacağım da ne olacak? Hani büyük bir şey yapayım” diye de düşünüyor olabilir. Örnek veriyorum bir binayı restore etmek gibi. Pervazını değiştirmek yerine bütün binayı yapmak. Artık bütün binayı yapmaya kimsenin parası yetmiyor. Öyle bir dünya yok. Siz küçük bir tarafından destek verirsiniz. Başka biri başka bir tarafından destek verir. Bir bütünlük sağlanır. Yavaş yavaş bu fikre gelineceğini düşünüyorum.
Belki birebir maddi olarak ilk etapta çok kuvvetli bir maddi gücü yok ama farkındalık yaratıyorlar. İnanın her şey bana farkındalıkla başlıyor. Çocuklara bu kadar çok bir şeyler anlatmaya çalışmamızın en büyük sebebi o kendi nazarımda yarın öbür bir gün o vali olacak, karar verici olacak. Eğer bir çocuk bu nosyonla büyürse ve ilerlerse kültürel mirasın değerini çok daha iyi anlayacak ve korumak için gerekli adımları atacak.
Eskiden Atatürk Müzesi’nin önünde sırada olan çocukları görürdüm. Artık yok. Son dönemde Türk eğitim sisteminde müzecilik ve yerinde eğitim konusunda doğru politika uygulanabiliyor mu?
İzmir’de bunlar yapılmaya başlandı. Bunun yanı sıra Kültür Turizm Bakanlığı’nın çocuklar için çıkardığı kitaplar var. Onların da faydalı olduğunu düşünüyorum. Bunlar 20 sene önce yoktu. Hepsi farkındalık. Çünkü öğrenme çok uzun zamanda gerçekleşen bir şey. Yetişkin için de çocuklar için de müzede iki saatte öğrenme olmaz. Farkındalık kazanabiliriz. Kentlilik bilincinin farkındalığını alır. Homeros’un farkına varır. Homeros diye birinin varlığının haberdar olması bile yedi yaşındaki, sekiz yaşındaki bir çocuk için kâfidir.
Öte yandan şehrin farklı noktaları tanıtan dijital platformlar daha etkin bir şekilde kullanılabilir. İnsanlar bugün gitmezler, üç gün sonra, beş sene sonra giderler ama giderler.
Benim derdim, herkes burada kapıda sıra olsun değil. Onun peşinde değiliz. Kültür Sanat Fabrikası’nın kapısında sıra olmasın. Ancak bu şehrin ve memleketin kültür sanat tarihiyle ilgili insanların kafasında mutlaka bir soru işareti belirlemesini sağlamamız gerekiyor. O yüzden de mesela “Bir günde 8500 yılı gezmek ister misiniz?” Projesi’ni destekliyorum. Benim gördüğüm kadarıyla birçok kurum da destek veriyor.
İzmir’in ilk kurulduğu Yeşilova’dan başlayıp son haline geldiği Kemeraltı’na kadar bir gün. Bu çok güzel bir rota diye düşünüyorum.
Kültürel devamlılığı fiziki olarak belki Kültür Sanat Fabrikası’ndan böyle Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne doğru arka sokakların o canlılığıyla açılan kafeleri, barları ve sanat galerilerini desteklemek olmalı.
Çeşitlendirilebilir. Uygulanabilir yeni rotaların oluşturulması gerekiyor. İzmir Vakfı bu konuda güzel işler yapıyor.
Kültür turizmi bence İzmir’de desteklenmesi gereken ve İzmir’in niş turizme ulaşması için iyi ve doğru bir kapı diye düşünüyorum. Her şey dahil sistemin satıldığı bir turizm hareketinden ziyade üst gelir grubuna, entelektüel birikimi yüksek gruba hitap eden turizm hareketinin aslında şehri daha hızlı şekilde geliştireceğini düşünüyorum.
Bence en büyük hatayı orada yapıyoruz. Batı Anadolu olduğu gibi bütüncül bir tarihe ve bütüncül bir arkeolojiye sahip. Dolayısıyla bütüncül bir kültüre sahip. Troya’dan Miletos’a kadar bir kültürel bütünlük var.
Biz o kültürel bütünlüğü, kültürel sürekliliği yansıtmak zorundayız. Kültürel gelişime bütüncül bakmak gerekiyor.
Sergi alanını genişletmeyi düşünüyor musunuz?
Çok istiyorum. İzmir Ticaret Odası’nın girişindeki alanı da alarak burayı genişletmek en büyük hayalim.
Onun haricinde biz çocuklarla çalışmaya, üniversitelerin çeşitli arkeolojiye, müzeciliğe değen bölümleriyle çalışmaya, ondan sonra müze buluşmalarına, akademik yayınlarımıza devam edeceğiz.
İzmir Ticaret Tarihi Müzesi bu sene yani 2023 senesinde tam olarak 20. yılını kutluyor. Bu vesile ile prestij kitaplarımızı hazırladık, her ayrıntı düşünülerek hazırlanan bir çalışma oldu. Hem ulusal hem de uluslararası bilim insanları ile çalıştık. Müzemizdeki sikke, seramik ve cam eserlerin hem bilimsel camiaya hem de daha popüler bir dille herkese hitap edebilmesi hedeflendi ve sanırım hedeflendiği gibi de oldu. Bir de bir çocuk kitabımız var. O da bizim için çok kıymetli. Sanırım İzmir’de çocuk kitabı olan tek müze biziz.