Savaş AKCAN Türkiye Tohumcular Birliği Yönetim Kurulu Başkanı
Bugün gıda savaşları silah olarak kullanılıyor. Ülkeler kendi avantajlı oldukları gıdaları diğer ülkelerin dezavantajına nasıl kullanabilirim, buna bakıyor. Ortada bir neden yokken bu yapılıyor. Türkiye olarak ürünü yetiştirecek toprak ve suyumuz var ama planlamayı doğru yapamadığımız için bazı ürünlerde ithalat yapmak zorunda kalıyoruz.
Küresel paylaşım savaşlarının unsurları; yeni iklim, yeni teknoloji, yeni ekonomi ve ticaret kuralları, yeni tüketim alışkanlıkları…
Gelecek kaygısı enerji ve gıdada kendine yeterliliği sağlama amacının itici gücü olurken, tarımsal üretimin ve tohumun vazgeçilmezliğini artıran bu yenilikler, iki anahtar kavramı her zamankinden daha çok ön plana çıkarıyor.
Verim ve kalite… Yani tohum…
Bir tohum tanesi kadar stratejik başka bir üretim unsurunun, tarım kadar önemli bir sektörün olmadığı sanırım hem pandemi hem de Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sırasında ve sonrasında ortaya çıktı. Büyük bir dönüşümün başında olduğumuzu ve küresel ölçekte önemli değişimlere şahit olacağımızı söylemek yanlış olmaz.
Bizler bugünkü kararlarımızın sonuçlarını ne zaman göreceğimizi bilemesek de herkese eşit hak ve fırsatların sunulduğu, bilimin ve inovasyonun aydınlattığı doğal dengeyi daha çok bozmadığımız ve bozulanı düzeltmeye çalıştığımız bir dünya için bugünden daha sıkı bir şekilde çalışmalıyız.
Şimdi bildiğimiz şeyleri gözden geçirme, alışkanlıklarımızdan vazgeçme zamanı. Artık yeni normal: sürdürülebilirlik.
Biz tarımcılar uzun yıllardır bu kavramın vazgeçilmezliğine vurgu yapıyor, altını bilimsel veriler ışığında doldurmaya çalışıyorduk. Ancak şimdi; herkesin gündelik ve iş hayatlarında attıkları her adımın ve aldıkları her kararın, gelecekte neye mâl olacağının farkında olması gerekiyor.
Dünya nüfusunun 2050 yılında 9 milyar olacağı ve bu nüfusu besleyebilmek için gıda üretiminin %70-100 arasında artması gerektiği tahmin edilmektedir. Sağlıklı gıda üretiminin de nüfus artışına paralel olarak artırılması, gıdanın adil paylaşımı ve israfın önlenmesi konularında gerekli tedbirlerin şimdiden hızla alınması gerekmektedir. Ülkemizin tarımsal kalkınmasında sanayi ile birlikte öncelikli seçenek toprak, su, biyolojik çeşitliliği oluşturan ögeler gibi doğal kaynakların ve iklimsel üstünlüklerin en verimli ve sürdürülebilir şekilde değerlendirilmesi olmalıdır.
Bildiğiniz gibi geçtiğimiz yıl Paris İklim Anlaşmasını TBMM’de onayladık. Ayrıca sanayisi gelişmiş ülkeler iklim krizi ile mücadele planlarını ve hedeflerini beyan etti. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP), bu yıl 26. kez toplandı. Konferansta aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 30 ülke, en geç 2040 yılına kadar karbondioksit salınımının sıfırlanmasını öngören kararları benimsedi. Bizim de ülke olarak bu alandaki vaatlerimizi daha yüksek sesle ifade etmemiz ve harekete geçmemiz oldukça önemli. Bununla birlikte Türkiye Tohumcular Birliği gibi pek çok kurum da kendi yol haritasını çizmeye başladı.
Bugüne kadar ülke potansiyeli ve ihtiyaçlarına göre milli tarım politikası oluşturulamamış ve istenen gelişme ne yazık ki sağlanamamıştır. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde detaylı olarak incelenmeden, sonuçları doğru tahmin edilemeden ve çoğu zaman aceleyle alınan kararlarla tarıma müdahale edilmiş, ancak alınan önlemler genellikle olumsuz sonuç vermiştir.
Koronavirüs (Covid-19) küresel salgını ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve sonrasında yaşanan ticaret kısıtları yaşanırken ülkemizde de gündeme en çok gelen konular sırasıyla; insan sağlığı, gıdaya erişim ve ekonomik hayat olmuştur. Salgın başladığında bazı ülkeler buğday, mısır, pirinç, ayçiçeği gibi stratejik ürünlerin ihracatını durdurmuştur. Sonraki yıllarda da bu dış ticaret politikası devam edebilir ve ülkeler paraları olsa dahi ithalat yapamayabilir. Tahıl koridoru yeterli olmayabilir.
Özellikle Covid-19 salgını sürecinde dünyada gelişen bir kavram olan “gıda milliyetçiliği” gibi ülkemizin de “tohum milliyetçiliği” ya da “milli tohumculuk” kavramı geliştirmesi ve buna uygun politikaların uygulanması kaçınılmazdır.
Bu da göstermektedir ki; tarım her zaman olduğu gibi bundan sonra da ülkeler için stratejik sektör olmaya devam edecek ve önemini daha da artıracaktır. Tüm ülkeler şimdiden kendilerine yetebilme planlamalarını tekrar gözden geçirmeye başlamıştır. Sonuç olarak; gelişmeler birçok alanda olduğu gibi tarımda da yeni yaklaşımların gündeme gelmesine sebep olacaktır.
Tarımsal üretim tohum ile başlar. Ülke için tarım, tarım için de tohum ve tohumculuk stratejik önemdedir. Bu nedenle tohumculuk sektöründe millî politikaların geliştirilmesi için çalışılmalıdır.
Türk tohumculuk sektörü, üretim kapasitesi, araştırma – geliştirme (AR-GE) çalışmaları, teknik altyapısı, zengin biyoçeşitliliği, ekolojik imkânları, coğrafi konumundan kaynaklanan avantajları, tarım ve tohumculukla ilgili uluslararası kuruluşlarla iş birliği ve uluslararası tohum kalite standartları ve kurallarına uyumlu yasal altyapısı ile yurt içi ve yurt dışı piyasalarda önemli bir üstünlüğe sahip konumdadır.
Tohumculuk sektörünün en önemli ihtiyacı, yeterli AR-GE çalışmalarının yapılabilmesi ve üretilen bilgi ve teknolojinin sektör tarafından kullanılabilmesidir. Rakip ülkelere göre genç sayılabilecek Türk tohumculuk sektörü 35-40 yıllık kısa geçmişinde biriktirebildiği bilgi ve sermayesiyle hem ülke hem de firma bazında uluslararası şirketlerle rekabet etmek için elinden geleni yapmaktadır.
Özellikle Covid-19 salgını sürecinde dünyada gelişen bir kavram olan «gıda milliyetçiliği» gibi ülkemizin de «tohum milliyetçiliği» ya da «milli tohumculuk» kavramı geliştirmesi ve buna uygun politikaların uygulanması kaçınılmazdır.
Kullanılan “milli tohumculuk” tabiri asla bir ayırımcılık olmayıp bu alandaki ulusal bir amacın ve vizyonun ifadesi olarak algılanmalıdır. Ancak bu vizyonun içinde yerli çeşitlerimizin ve bunların ıslahçılarıyla yerli tohumluk teknolojilerini üreten ve kullanan yerli sermayeli firmalarımızın pozitif bir ayırımcılığa tabi tutulması gerekliliği de gözden uzak tutulmamalıdır. Yani yerli sermayeli f irmaların geliştireceği dünya pazarında rekabet gücüne sahip çeşitlerin ve teknolojilerin desteklenmesi yönünde bir iradeye ihtiyaç vardır.
Bu irade Türkiye Tohumcular Birliğinin de vizyonu olan “Gıda Güvenilirliğini Ön Planda Tutan, Sürdürülebilir ve Uluslararası Düzeyde Rekabetçi Bir Tohumculuk Sektörü”ne ulaşabilmek açısından önemli görülmektedir.
Bizde Türkiye Tohumcular Birliği olarak stratejimizi içinde bulunduğumuz çağın gerekliliklerine uygun olarak, bütüncül bir bakış açısıyla gözden geçiriyoruz. İnsandan ve bilimsel bilgiden ilham alarak sürdürülebilirlik stratejimizin odağına iklim, tarım, tohumluk ve verimliliği koyduk. Kurumların sadece üzerine düşeni yapması yeterli olmayacağını ve etkinin genişlemesi, sürdürülebilir bakış açısının yaygınlaşmasının gerektiğini biliyoruz.
Bir yandan çocuklarımızda bu bilincin oluşmasını sağlayacak çalışmaların hazırlıklarını yaparken, diğer yandan bilimsel faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Sonrasında ise karbon salınımını en aza indirecek iş ve üretim modelleri oluşturmak amacındayız. Üreticilerimizi ve tüm paydaşlarımızı bu yola girmeye, beraber adım atmaya teşvik etmemiz de gerekecek. Adeta bir sürdürülebilirlik zinciri oluşturarak daha büyük çapta fark yaratabilmeliyiz.
Ürettiğimiz bütün ürün ve hizmetlerin karbon salınımlarının azaltılması gerekiyor. Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum sürecinde verimli bir şekilde ilerleyebilmek için çalışmalarımızı çok daha sistematik bir şekilde yürütebilecek ekipler kurmalıyız. Bu vurgularım uzak bir geleceği işaret ediyor gibi görünebilir ama tam tersi her zamankinden daha çok efor sarf etmemiz ve bu konuyu hem geleceğimiz hem de gelişen üretim ve ticaretimizin devamlılığı için gündemimizden düşürmememiz gerekiyor.
Yapılacak iş gerçekten de çok ama umutsuz değiliz. Şimdi adımlarımızı sağlam ve kararlı bir şekilde atarak geleceğimiz olan gençlere borcumuzu ödemeye başlamanın ve yaşanabilir bir dünya için çalışmanın tam zamanı.