TÇÜD Genel Sekreteri Dr. Veysel Yayan: “İlmek ilmek işlenen, nesiller boyu ortaya çıkarılan çelik sektörünün; Türkiye ekonomisinin sigortası olduğu hususunun göz ardı edilmemesine ihtiyacımız var.”
“Yurtiçi talebi karşılamak öncelikli hedeftir, ondan daha önemli bir hedefimiz yok.”
EGİAD’ın sürekli yayını YARIN Dergisi’ni ağırlayan Türkiye Çelik Üreticileri Derneği (TÇÜD) Genel Sekreteri Dr. Veysel Yayan ile sektörde son dönemdeki gelişmeleri ve deprem felaketi sonrasında yaşananları konuştuk.
Yeşil Mutabakat çerçevesinde, Türk çelik sektörünün yatırımlarını yapabilmesinin birinci derecede önem taşıdığını söyleyen Dr. Yayan, “Sektörün üzerindeki yükleri artırarak, dünya pazarındaki yarıştan kopması sonucunu doğuracak uygulamalar yerine; çevre katkı payı başta olmak üzere, sektörün üzerindeki tüm yükler kaldırılıp, finansman desteği sağlanmalı. Çok yönlü finansman desteği planlanmalı. Dünya Bankası, Avrupa Kalkınma Bankası gibi yurtdışı kuruluşlardan elde edilecek destekler de transfer edilerek, bu yatırımların tamamlamasına imkân verilmeli” dedi.
Sektörün rekabet gücünü düşüren uygulamalardan tümüyle kaçınmak gerektiğine vurgu yapan Dr. Yayan, “Geçiş döneminde sektöre sahip çıkmanın Türk ekonomisine sahip çıkmak anlamına geldiğinin göz ardı edilmemesi gerekiyor.
Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin çelik sektörlerini bu kadar kıskanç bir şekilde korumada neden son derece ısrarcı olduklarını ve 6 yıllık koruma tedbirleri uygulamasına rağmen, neden bundan vazgeçmediklerini sorgulamak gerekiyor. Dünya Ticaret Örgütü Kurallarına aykırı olduğu bizzat Dünya Ticaret Örgütü’nün kararlarıyla net bir şekilde ortaya çıktığı halde, neden bu kadar ısrarlı oldukları hususunun göz ardı edilmemesi gerekiyor. Çünkü onlar; “ithal çeliğe dayalı sınai gelişmişlik olamaz. Mutlaka kendi çeliğimizi üretmemiz gerekiyor” diyorlar. ABD bir adım öteye giderek bunu bir milli güvenlik meselesi olarak görüyor. İlmek ilmek işlenen nesiller boyu ortaya çıkarılan çelik sektörünün, Türkiye ekonomisinin sigortası olduğu hususunun göz ardı edilmemesine ihtiyacımız var” diye konuştu.
Dünya çelik piyasasını önümüzdeki süreçte zor bir dönem bekliyor. Bu süreç için sektör nasıl tedbirler alıyor?
Dünya piyasalarında pandemiden sonra çok canlı bir dönem yaşadık. Özellikle 2021 yılının son çeyreği ile 2022 yılının başında ciddi talep artışı ile karşılaştık. Bu talep artışı hurda fiyatlarında da yükselişe sebep oldu. Nihai ürünler 1200-1300 dolara kadar yükseldi. 2022 yılının son çeyreğinden itibaren hafif daralma eğilimi başladı. Bu daralma eğilimi, Rusya-Ukrayna savaşının 24 Şubat’ta başlaması ve derinleşmesiyle birlikte daha da arttı. Özellikle savaşın enerji ticaretini yaptırımlara konu etmesi, Rusya’nın da buna karşı yaptırımlar uygulaması sonrasında, Avrupa Birliği’nde(AB) üreticiler yeterli enerji bulamamaktan dolayı alternatif kaynaklara yöneldiler. AB’deki çelik tüketicisi sektörler, üretim faaliyetlerini yavaşlattılar.
Başlangıçta, Türk çelik sektörünün bu süreçten yararlanacağı söylendi ama biz bunun böyle olmayacağını, zor olacağını ifade ettik.
Neden böyle yorumladınız?
Öyle bir imkân olsa da ortada kota gerçeği var. Ayrıca, Avrupa’nın etkilendiği enerji fiyatlarındaki yükselişten biz de etkileniyorduk. Paralel bir şekilde 2022 yılından itibaren Türkiye’de de enerji fiyatları artmaya başladı. Ağustos ayının sonu itibariyle bir gecede enerji fiyatlarına yüzde 50 zam oldu. Enerjinin yılbaşından itibaren yapılan %100’ün üzerindeki zamlara ek olarak, bir daha yüzde 50 artması, birdenbire sektörü dizlerinin üzerine çökertti. Üretimde yüzde 30, ihracatta yüzde 50 düşüş yaşandı. Örneğin; geçtiğimiz aralık ayında ihracat yüzde 51 oranında düştü.
Bu durumda kapasite kullanım oranı da yüzde 50 seviyesine kadar gerilemiş oldu. 2021 yılında genel ortalaması yüzde 75 olan kapasite kullanım oranı, 2022 yılında yüzde 63,5 seviyesine geriledi.
Türkiye’de enerji fiyatlarında son aylarda yüzde 12 ve yüzde 16 olmak üzere iki ayrı indirim uygulaması yapıldı. Ancak bu durum, elektrik enerjisi maliyetlerinin sektör üzerindeki negatif etkisini tümüyle ortadan kaldıramadı. Avrupa’da doğalgaz fiyatları 1000 metreküpte 2 bin küsür dolar iken bu rakam bizde 1450 dolar mertebesinde idi. O dönemde fiyatlar yüksek olmakla birlikte, Avrupa ortalamasının altında idi. Ancak sonrasında Avrupa’daki fiyatlar hızlı bir düşüşle, 700 doların altına geriledi. Bizim fiyatlarımız ise 950 dolar seviyesinde kaldı. Bizim bu piyasada oyuncu olmamız isteniyorsa, enerji fiyatlarının daha hızlı bir şekilde düşürülmesine ihtiyaç var. 2023 yılı için ilk yarıda küçük adımlarla, ikinci yarıda ise hızlı adımlarda ciddi düzelme bekliyorduk. İkinci yarıda ayrıca güney bölgesinde yeni kapasitelerin devreye girmesi planlanıyordu. Depremin etkisini önümüzdeki günlerde daha net bir şekilde göreceğiz.
Tesislerimizde görünürde tahribat yok ama üretim hatlarının gözden geçirilmesi gerekiyor. Daha şimdiden bazı tesislerimiz üretime başladı bile. Buna karşılık bölgedeki bütün fabrikalarda çalışan personel olumsuz etkilendi. Büyük bir kısmının evleri yıkıldı. Kuruluşlarımız fabrika sahalarını personel ailelerine tahsis edip çadır kurdular ve üç öğün yemek vermeye başladılar. Bütün üreticilerimiz orada kendi imkanlarıyla, çalışanlarını ve ailelerini her açıdan ayakta tutma ve çevrelerine de yardım etme gayreti içinde oldular. Mart ayı itibariyle bu tesislerimizin tümüyle devreye gireceğini düşünüyorum.
Depremin de etkili olduğu İskenderun ve çevresindeki üretimin sektörün toplam üretiminden aldığı pay nedir?
Yüzde 32 düzeyinde. Bu pay o bölgeye Türkiye’nin en büyük çelik üretim merkezi olma özelliğini veriyor. Onun sonrasında İzmir Aliağa geliyor. Dolayısıyla o bölgenin çalışıyor olması bizim için çok önemli. Kısa süre içinde tam kapasite çalışmaya başlayacaklarını düşünüyorum. Mart ayı itibariyle bu tesislerimizin tümüyle devreye gireceğini düşünüyorum.
Ben umutluyum. İlk yarıda yılda 4,2 milyon ton kapasiteli Tosyalı’nın yeni tesisinin de devreye alınacağını düşünüyorum. Aksaklıkların hızla giderileceği kanaatindeyim. Öncelikli ihtiyaçların süratle giderileceğine inanıyorum. Çadırdan sonra, süratle konteyner altyapısının kurulacağını düşünüyorum.
Devletin ve milletin gayretiyle hızla çalışmalar yürütülecek. Orada yaşayanların Ata toprağını bırakmamaları çok kıymetli ve saygı duyulması gereken bir durum. Önce çadır, sonra konteyner ve sonra kalıcı evlerin hızlıca desteklenmesi gerekiyor. Oradaki nüfus yapısının ve niteliğinin değişmemesi için bu çok önemli.
Bu arada o bölgedeki çelik sektörünün mevcudiyetini devam ettirmesi de hayati önem taşıyor. Diğer illerdeki tesislerimiz vardiya sayılarını artırarak, yüzde 63 seviyelerine düşmüş bulunan kapasite kullanım oranlarını, yüzde 80 mertebesine getirebilecek güce sahip.
TESİSLERİMİZ TALEP İÇİN HAZIR!
Türkiye genelinde diğer bölgelerimizde durum nedir?
İzmir, İzmit, Tekirdağ, Samsun, Bilecik ve Ereğli’deki tesislerimiz tam kapasite ile çalışabilecek durumda. Bütün ihtiyaçlara cevap verecek şekilde inşaatlarda ve konteynerde kullanılacak malzemenin temini için çalışır olacaklar. İhtiyaç duyulan malzemelerin temini hususunda hiçbir sorun yok. Bölge dışındaki kuruluşlarımız, bölgedeki kuruluşların üretim kayıplarını ikame edebilecek durumdalar. Bazı kuruluşlar “Biz bunu ithal edelim, gümrükleri sıfırlayalım” demiş. Ama malumunuz sektör geçtiğimiz aylarda çok sıkıntılı bir dönem yaşadı.
Çelik sektörü, Türkiye için stratejik bir sektördür. Bu sektör çalışmadığı takdirde, bugün aldığınız fiyatlarla hiçbir yerden ithalat yapamazsınız. Fiyatlar katlanır.
Bu nedenle Bakanlık, Gümrük Vergisi’ni mütevazi bir artışla %9 iken, 15 puana çıkarmıştı.
Bu ürünlerde ABD’nin yüzde 25 oranında Gümrük Vergisi ve AB’nin kota uygulamalarının olduğunu düşünürsek; Türkiye’nin bu konuda çok ölçülü davrandığını kabul etmek lazım. Bazı üreticiler bunu fırsat bilip “Türkiye’de bu ürünler üretilmiyor, ithalat yoluyla karşılayalım” diye fırsatçı bir yaklaşım içine girmişler. Bunu son derece yadırgadığımızı, depremin buna alet edilmemesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Bu süreçte sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, bütün insanların sorumluluğu vardır. O bölgede yaşayan insanları bu acı günlerinde, kaderleriyle baş başa bırakamayız. Sektörümüzdeki bütün kuruluşlarımız, bölgedeki kuruluşlar ile sürekli iş birliği içinde çalışıyor ve destek veriyorlar.
Sektör katma değerli üretim konusunda ciddi gelişmeler elde etti. Depreme dayanıklı yapılar için önemli olan yapısal çeliği üreten pek çok sayıda kuruluşumuz var. Dünyanın her yerine yapısal çelik ürünleri profiller, ağır profiller ihraç ediyoruz. Şu anda İzmir Demir Çelik, Özkan Demir Çelik, Kardemir, Tosyalı ve diğer pek çok kuruluş bunları üretiyor.
Bugün itibariyle sektörün üretim kapasitesi ne kadar?
Türkiye’nin üretim kapasitesi ihtiyacının üzerindedir. Geçen yıl 55 milyon ton civarında idi. Bunun 35 milyon tonluk bölümü kullanıldı.
Bölgede planlanan yeni yatırım miktarı ne kadar?
Bu yıl devreye girecek yeni kapasiteler ile üretim kapasitesinin ilk etapta 60 milyon tona, sonrasında ise 65 milyon tona çıkarılması planlanıyor. Tosyalı’nın 4,2 milyon ton, Habaş’ın 2,5 milyon ton, Çolakoğlu’nun 750 bin ton ve Erdemir’in 800 bin ton yeni kapasiteleri devreye girecek. Ayrıca diğer tesislerin 1 milyon tonu bulan yatırımları var. Sektörün; bütün ihtiyaçları fazlasıyla karşılayacak kapasitesi var. Depremi fırsat bilip gündeme getirilen “ithalatın önünün açılması” taleplerinin dikkate alınmaması ve çelik sektörünü mağdur edecek, sıkıntıları artıracak adımların atılmaması gerekiyor.
Bu süreç için talebiniz nedir?
Geçmişte hem iç hem dış piyasanın talebini karşılayabilir durumda idik. Ancak enerji fiyatları nedeniyle rekabet edemez duruma düştük. Enerji Bakanlığı’nın indirimlerinin devam etmesini bekliyoruz. Mart ayında birtakım indirimlerin daha yapılabileceği söylenmişti. Bu indirimlerin enerji fiyatlarında ve doğalgazda; Avrupa’daki gelişmeleri de göz önünde bulundurarak yapılması lazım.
DOĞALGAZDA 700 DOLARIN ALTINDA OLMAMIZ GEREKİYOR
Sektörün yaşayabilir olması için bu oran nedir?
Mart ayındaki indirimin en az yüzde 16 olması gerekiyor. AB’de şu anda enerji fiyatları doğalgazda 700 doların altında. Bu rakamın altında olmamız gerekiyor. Elektrik fiyatları ise 7-8 cent seviyesinin altında olmalı.
Deprem bölgesinde ilk şok dönemi geride kaldı. Yardımların daha koordineli olacağına inanıyoruz. İkinci günden sonra devletin varlığının net bir şekilde hissedildiği belirtiliyor. Enkazlar öncelikle kaldırılacak. Ama hayatta kalanların da can güvenliklerine yönelik bir sıkıntının oluşmaması gerekiyor. Hızla yeni binaların yapılmasına ihtiyaç var.
DEPREM FIRSATÇILIĞI YAPILMAMALI
1 milyon konteyner ev gerekli mi? Bunun üretimine yönelik altyapımız var mı? Bu yatırımlar rantabl mı?
80 bin ton; ilk aşamada üretileceği bildirilen konteyner için ihtiyaç duyulan çelik miktarı. Biz bunu çok rahatlıkla üretebilecek güçteyiz. Ayrıca bu kapasitenin de tamamını bir gecede konteyner üreticilerinin kullanabileceğini düşünmüyorum. Çelik sektörü bütün ihtiyaçları karşılayabilecek güçtedir. Nitekim daha şimdiden, ihtiyaç duyulan çelik ürünlerinin yarısı için sözleşme imzalandığını biliyorum. Geri kalan kısım kısım için ise, talepte bulunulmuş gerekiyor.
“İthalatta, gümrük vergilerini sıfırlayın, ithalatı açın” diyenlerin, şu anda deprem bölgesindeki fırsatçılardan bir farkı yok. Ortada öyle bir ihtiyaç yok. Depremi gerekçe gösterip, ekonominin dengesini bozmamak gerekiyor. Buna izin verilmemeli. Deprem fırsatçılığı yapılmamalı.
Bizim kapasitemiz ihtiyacın üzerinde. Kesinlikle ülkenin bütün ihtiyacını karşıladığımız gibi, dış ticaret açığını dengelemeye katkıda bulunacak ciddi ihracat imkanlarımız da var.
Önümüzdeki süreçte sektör daha çok iç piyasaya odaklı bir üretim modeli mi uygulayacak?
Sektör ihracattan ziyade kendi içinde bir seferberlik yapıp iç piyasa odaklı üretim politikası mı izleyecek? Biz bunu ilk defa yaşamıyoruz. Benzer bir durumu 2021 yılında da yaşadık. 2021’in son çeyreğinde Avrupa’da talep artınca ve kendi fabrikaları üretime geçemeyince, pandemi sonrasında son çeyrekte talep çok arttı. Bağlantılar yapıldı. Bu arada Türkiye’de de talep arttı. Bunun üzerine Sanayi Bakanlığı bizi arayarak sektörün yurt içine yönlendirilmesini rica etti. Biz de bağlantıları askıya aldık ve mümkün olduğunca yurt içine yöneldik. Hatta bize listeler gönderdiler. Bizim kuruluşlarımız o listedekileri arayıp ‘Talepleriniz nedir ve nasıl yardımcı olabiliriz’ diye görüştüler ve bir geçiş süreci oldu. 2022 yılının ortasına doğru durum makul bir hale geldi, her şey normalleşti. Bu konuda da çelik sektörümüzün büyümesi, uluslararası piyasadaki talebi birinci derecede önceleyen bir büyüme değil. Türkiye’de talebin artacağını düşünüyoruz ve bu talebi öncelikli hedef olarak gözetip ona göre büyüyoruz. Dolayısıyla yurtiçi talebi karşılamak öncelikli hedeftir. Ondan daha önemli bir hedefimiz yok.
ABD ve Avrupa Birliği’nden uzaklaştığımızda, Uzak Doğu’ya, Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ülkelerine yönelmiştik. Ancak enerji krizi sırasında, Hindistan ve Çin’de enerji maliyetlerinin 8 dolar seviyelerinde kaldığını, dolayısıyla bölünmüş bir dünya çelik üretim yapısının ortaya çıktığını gördük. Biz ve Avrupa bir bölümdeyiz.
Bunun karşılığında siz de “Bize sahip çıkın” diyorsunuz…
Evet, örneğin; konteyner için girdiye ihtiyacımız var diyenler var. Bir kere Türkiye’nin konteyner üretim kapasitesinin 80-100 bin civarında olduğu söyleniyor. Yeni yatırımlarla bu rakam 200 bine kadar çıkabilir. Hemen bu kadar konteyner üretecek bir alt yapımız yok. Üretilecek tüm konteynerler için çok rahat çelik tedarik edebilecek durumdayız.
Önümüzdeki dönem; Avrupa Birliği, Yeşil Mutabakat ve sürdürülebilirlik kapsamında karbon salınımı konusunda sektöre bazı yaptırımlar getirecek. Bu özelden sektöre baktığımızda karnesi nedir? Bu alandaki yatırımlarda ne aşamada?
Birincisi biz Avrupa Birliği’nin yeşil mutabakat hedeflerine bağlılığımızı en başından ifade ettik. O konuda endişe duyduğumuz husus; bunun amaçları dışına çıkıp, ithalatın azaltılmasına yönelik bir enstrüman olarak kullanılması eğilimlerinin olması…
Avrupa çelik üreticileri sürekli bunu istismar ediyor. Sadece çelik ithalatını değil, hurda ihracatını da engellemeye çalışıyor. Bunun olmaması, oyunun kurallarına göre oynanması ve Avrupa Birliği’nin kendi üreticilerine sağladığı geçiş döneminin, Türk çelik üreticilerine de tanınması gerektiğini söylüyoruz. Bunun dışında bir talebimiz yok. Ne yatırım yapılıyorsa, biz bu yatırımları yapmaya hazırız. Bu yatırımların ciddi bir kısmı yapılmaya başlandı bile… Eğer dünya; iklim değişikliğine uyanlar ve uymayanlar diye ikiye bölünecek ise, biz İklim Değişikliğine Uyanlar Kulübü’nde yer almak ve Avrupa Birliği ile hareket etmek istiyoruz. Amerika Birleşik Devletleri daha Başkan Biden göreve gelinceye kadar bunun dışındaydı. Yani Amerika bu işin içine girmeye yeni başladı. Bizim üretimimizin yüzde 70’e yakın kısmı hurdaya dayalı. Üretim yapımız, emisyon açısından bize ciddi avantajlar sağlıyor. Güneş enerjisi konusundaki adımlarla ve diğer ilave tedbirlerle, bu konumumuzu güçlendirmek istiyoruz.
Kapasite kullanım oranının yüzde 51’e gerilemesi, deprem nedeniyle önümüzdeki dönemde istihdam daralması yaşanır mı? Bunun önüne geçmek için sektörün ilgililerden yeni bir destek mekanizması talebi söz konusu olur mu?
Bıçak kemiği kesmedikçe sektör prensip itibariyle istihdamı olumsuz etkileyecek bir tavır içerisinde değil. Ancak yakın zamanda, bıçak kemiğe dayanmadı, bıçak kemiği kesiyor demiştik.
Bu dönemde, bazı kuruluşlar istihdamı azaltmayı alternatif yöntem olarak gördüler. Ancak bugün geldiğimiz noktada, enerji fiyatları makul seviyelere indirilir, kapasite kullanım oranlarımızı artırabilirsek, istihdam azaltanların o azalttıkları istihdam kapasiteleri arttırılır ve devreye girecek tesisler sayesinde istihdam kapasitesinde yeni artışlar yaşanır. Yani üretim arttıkça, istihdamın da artacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Bunun için teşvik istemiyoruz. Avrupa Birliği’nin yaptığı gibi Yeşil Mutabakat hedeflerine ulaşmayı mümkün kılacak alanlarda onlara ne teşvik veriliyor ise, o finansman destekleri sağlanabilir. Sektörün üzerindeki çevre katkı payı gibi yüklerin kaldırılması sağlanabilir. Avrupa’nın uyguladığı emisyon ticaret sisteminin ve sınırda karbon vergisi mekanizmasının bizim tarafımızdan da uygulanması ve burada oluşacak fonların sektörlere adil bir ölçüde dağıtılması lazım ki, bizler de alt yapılarımızı düzenleyelim.
Tahıl Koridoru üzerinden, Ukrayna’nın tahıl koridoru zincirindeki başlığa, demir-çelik ekleyerek yol almaya çalıştığını, piyasada bunun dengeleri olumsuz yönde etkileyeceğine dair endişeler bulunduğu yorumlarını dinliyoruz. Ne ölçüde olabilir ve ne ölçüde bizi etkiler?
Çelik koridoru İnsani bir konu değil. Tahıl koridoru insanların aç kalması ile ilgili bir durumdur. Ukrayna’nın durumunu anlıyorum. Türkiye’ye belirli miktarlarda çelik ihraç ederken, edemez duruma düştü. Ancak Rusya ihracatı düşürmek yerine artırdı ve ciddi devlet yardımları da yaptı. Böyle olunca Ukrayna ve Rusya’yı toplu olarak görmek lazım. Türkiye’nin bunlara borcu yok. İlla da şu kadar ihracat yapsınlar imkânı tanımak için. Rusya’nın Türkiye yaptığı ihracatı gözden geçirmesi lazım. O ihracatını artırırken bizim bu iki ülkeye yönelik en ufak çelik ihracatımızın olmadığını unutmamalıyız. Halen Rusya Türkiye’ye 5 milyon ton civarında ihracat yaparken, bunun üzerine Ukrayna’nın eklenmesinin, sektörün kaldırabileceği bir durum olmadığını söyleyebilirim. Rusya’nın ihracatının, bu ihracatı temin için devletin yaptığı yardımlardan yararlanan kuruluşların kontrolsüz fiyatlandırmalarının önüne geçilmesi lazım. Bunun yapılmadığı bir durumda bunun üzerine bir de Ukrayna’nın eklenmesi Türk çelik sektörünü olumsuz etkiler ama Rusya’dan yapılan ithalatın diyelim ki yüzde 50 azaltılması halinde orada bir miktar Ukrayna’ya da bir alan açılması söz konusu olabilir. Tabi bu duruma Rusların da izin vereceğini zannetmiyorum. Çünkü insan hayatını etkileyen bir ürünün satılması için kapıyı açtılar, açmaya mecbur kaldılar. Ama Rusya, çelik satışını hangi gerekçeyle, niye serbest bıraksın?
Önümüzdeki günlerde iç piyasa odaklı olarak bir politika izlenecek. Yine de önümüzdeki dönemlerde odaklanacağınız yeni pazarlar olacak mı?
ABD ve Avrupa Birliği’nden uzaklaştığımızda, Uzak Doğu’ya, Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ülkelerine yönelmiştik. Ancak enerji krizi sırasında, Hindistan ve Çin’de enerji maliyetlerinin 8 dolar seviyelerinde kaldığını, dolayısıyla bölünmüş bir dünya çelik üretim yapısının ortaya çıktığını gördük. Biz ve Avrupa bir bölümdeyiz. Bizim f iyatlarımızda enerji girdi maliyetlerimizin oranı yüzde 30’a yaklaştı. Diğer bölgelerde yüzde 7-8 civarında. Orta Doğu Bölgesi’nde zaten bu konuda hiçbir sorun yok. Biz oraya ihraç eder durumdan, oradan ithal eder duruma geçtik. Yeniden daha dengeli bir yapı oluşabilmesi için, enerji maliyetlerimizin gerçekten rekabetçi olması lazım.
Tabi bu üretimin rekabet edilebilir seviyelerle gerçekleştirilmesi halinde ithalatın da azalmasına katkı verebilir ve bir bütün olarak ekonominin çarklarının döndüğü dönemde f iyatlar yoluyla kaynak elde etmek yerine vergiler yoluyla kaynak elde eden daha sağlıklı bir ekonomi yapısı ortaya çıkar. Devlet açısından bir kayıp olmaz ama ekonomi büyür insanlar daha müreffeh bir şekilde yaşar. Bunu sağlayacak bir modelin araştırılmasına ihtiyaç var. Üretimi yavaşlatarak, çarkların dönüş hızını yavaşlatarak ekonomiye kaynak tahsil etme gibi bir durum söz konusu değil. Bu çarkları çevirerek yapılırsa daha anlamlı ve daha sağlıklı olur.
Bu koşullarda yeni alternatif yüksek katma değerli ürün gruplarının üretimi konusunda sektörün stratejisi ne olacak? Cumhuriyetin 100. yılı olan 2023 yılı için belirlediği hedeflerde katma değerli üretim konusunda nasıl bir strateji belirlendi?
Sektör katma değerli üretim konusunda ciddi gelişmeler elde etti. Depreme dayanıklı yapılar için önemli olan yapısal çeliği üreten pek çok sayıda kuruluşumuz var. Dünyanın her yerine yapısal çelik ürünleri prof iller, ağır prof iller ihraç ediyoruz. Şu anda İzmir Demir Çelik, Özkan Demir Çelik, Kardemir, Tosyalı ve diğer pek çok kuruluş bunları üretiyor. Bunun dışında kaliteli f ilmaşin konusunda son derece yeni ürünlerimiz var. Mesela içecek endüstrisinde kullanılan ince tenekeler, onları Tosyalı üretiyor. Kardemir’de demir yolu rayı üretiliyor. Demir yolu tekeri, akslar üretiliyor. Bunlar hep yeni ürünler… Türkiye’de üretilmeyen otomotiv sanayinin kullandığı pek çok ürün üretilmeye başlandı. Türkiye’de üretilmeyen ne varsa onları üretir duruma geldiğimizi, kademeli ve hızlı şekilde bu dönüşümü gerçekleştireceğimizi söyleyebilirim.
Süleyman Demirel döneminde ekonominin büyümesinin göstergesi olarak enerji ve çelik iki önemli gösterge olarak kabul edilirmiş. Önümüzdeki dönemde sektöre yönelik uygulanması gereken politikalarda öncelikli başlıklar neler olmalı?
Sanayi; enerji ve çelik kullanarak büyüyor. Bu verilere baktığınızda da sanayinin gelişme hızını görüyorsunuz. Türk çelik sektörü son 50 yıllık dönemde Güney Kore ve Çin’den sonra en fazla üretimini artıran ülke konumunda. Bu da sanayimizin gelişme hızı konusunda bir gösterge. Aynı şekilde elektrik enerjisi üretimi de çok hızlı bir şekilde arttı. Sektörün kapasite kullanım oranının yüzde 50 seviyelerine düştüğü bir ortamdan ülkenin ekonomisinin etkilenmemesi mümkün mü? Ülke ekonomisi de olumsuz yönde etkileniyor. Bundan gerekli dersleri çıkardığımızı ve bir daha bu tür fiyatlandırmalar yaparken, çok dikkatli olmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu yaşananlar bedeli ödenerek edinilen tecrübelerdir. Bu tecrübeleri bir daha yaşamamamız gerektiğine inanıyorum.
Türkiye olarak dünya sıralamasında 8. Sırada idik. Son yaşanılanlardan sonra bu sıralamada bir değişim olur mu? 7.sıradaydık 8’e düştük ama son aylarda 10. sıraya geriledik. Almanya’nın önündeydik, gerisine düştük. Sonra Brezilya ve İran’ın da gerisine düştük. Önümüzdeki aylarda depremden dolayı bir miktar daha gerileyebileceğimizi düşünüyorum. Ancak deprem bölgesindeki tesislerimizin tekrar çalışmaya başlaması ve oradaki yeni kapasitenin devreye girmesiyle, bu yıl tekrar 7.sırayı zorlayabileceğimiz kanaatindeyim.