Ahmet Güneştekin: Güneştekin Vakfı olarak sanata erişim olanaklarını genişletmek için çalışacağız.
Kültürpark’ta açılan Gâvur Mahallesi Sergisi, Güneştekin Vakfı’nın ilk projesi. Güneştekin Vakfı, yurt içi ve yurt dışında pek çok kurumla iş birliği içinde projeler üreterek farklı disiplinlerde sanatsal üretimlerini desteklemeyi amaçlıyor.
“Büyük tarihlerin görmezden geldiği kayıp geçmişler beni ilgilendiriyor”
Kültürpark’ta 3 Kasım tarihinde açılan “Gâvur Mahallesi” Sergisi, 7 mayısa kadar ziyaretçileriyle buluştu. Gavur Mahallesi Sergisi kapsamında sorularımızı yanıtlandıran Ahmet Güneştekin, “Aynı coğrafyadan insanların, yirminci yüzyılın uluslararası düzeninde “etnik” sınırları tanımlayan dinden daha derin bağları paylaştığını göstermek istedim” diyor.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Masallarla ve doğayla ilişkisi kopmamış bir çocuk olarak büyüdüm. Mitoslar geçmişten geliyor ancak esnek oluşları sayesinde kolayca başka bir dile dönüşebiliyor ve bugünün düşünceleriyle yorumlanabiliyorlar. Saha çalışmaları yaptığım dönemde sözlü anlatıları araştırıyordum, bir ifade biçimini diğerine çevirebilmenin ve mitleri çalıştığım yüzeylerde yorumlamanın yolları üzerine çalıştım. İstanbul’a yerleşip Beyoğlu’nda atölyemi açtıktan sonra deneyimlerimi ve biriktirdiğim kaynakları nasıl kullanabileceğimi düşünmeye başladım. Çevremde birbirinden çok farklı yöntemlerin araçlarını tanımamı, farklı yorumlama materyallerini anlamamı sağlayan bir ortam oluşmuştu.
Bu nedenle çok disiplinli bir yaklaşım benimsedim, bir yüzey üzerinde de, hareketli imgelerle de çalışabiliyordum. Geleneksel teknikleri yorumlamak hem kodlarımın sınırlarına bakmamı, hem de dünyada yolumu bulma biçimine odaklanmamı sağladı. İşlerim sanat müzelerinde ve uluslararası galerilerde sergilenmeye başlayınca, dünyanın geri kalanında görünür olacağım bir döneme doğru ilerledim. Geldiğim yerde sanat benim için var olmanın, dünyayla mücadelenin bir parçasına dönüştü.
Sanata erişim olanaklarını genişletmek için çalışacağız.
Güneştekin Vakfı’nı kuruluş öyküsünü bizimle paylaşır mısınız? Projeleri ve hedeflerinizi anlatır mısınız?
Güneştekin Vakfı, kültür ve sanatın temel eğitimin vazgeçilmez bir bileşeni olduğu savından yola çıkarak başlattığımız bir oluşum. Sanata erişim olanaklarını genişletmek için çalışacağız. Sanat eğitimi almak isteyen ve yeterli olanakları olmayan genç sanatçılara burs verecek, sanatla yaşamını kazanmak isteyen yeni sanatçılara da ihtiyaç duydukları desteği sağlayacak ve birlikte projeler üreteceğiz. 3 Kasım’da Kültürpark’ta açılan “Gâvur Mahallesi” vakfın ilk projesiydi. Serginin kitabı Güneştekin Vakfı Yayınları’nda çıktı. 2023 yılı içinde Urla’da açacağı bir kültür sanat kurumu olan Güneştekin Art Refinery ile de planlanan çalışmalara büyük ölçüde başlamayı hedefliyor.
Yine vakfın bünyesinde İstanbul Sultangazi’de başlatılan bir sanat platformunda eser üretimine yönelik çalışmalar devam ediyor. Vakıf, yurt içi ve yurt dışında pek çok kurumla iş birliği içinde projeler üreterek farklı disiplinlerde sanatsal üretimlerini desteklemeyi amaçlıyor.
Mübadele ve göç sürecinin tüm izlerinin sanat ile buluştuğu “Gâvur Mahallesi” sergisinin oluşum hikayesini anlatır mısınız?
Göçlerin ve yerinden edilmelerin tarihini izlediği tarihsel güzergâhlarla bağlantılı olarak düşünmeye başladığımda bazı örtüşmeler gördüm. Mülteci ve göçmenlerin bugün Avrupa’ya giriş noktalarından biri olan bu rota yüzyıl önce kitlesel olarak başka bir zorunlu göçün mekânıydı. Geçmiş olayların her birinin kendine özgü bir tarihselliği var ama bazı noktalarda da kesişiyorlar. Ege coğrafyasının her iki yakasında yaşayanları kapsayan mübadelenin ardındaki düşünce bugün yaşadığımız göçlerle bazı noktalarda ortaklaşıyor. O zaman olduğu gibi bugün de insan bedenlerinin mekân açısından yeniden düzenlenmesi ve buna dayalı ayrıştırıcı uygulamalar söz konusu.
Bu sergi çalışmasıyla mübadele düşüncesine, ona dayalı politikaların nasıl üretildiğine ve bu devamlılıklara bakmak istedim. Eserler şekillenmeye başladı. Özellikle enstalasyonlarda kullandığım nesneler oluşan düşüncelerimi uygulamaya geçirmemi sağladı. Farklı disiplinlerden oluşan işleri birbirine bağlayan, geri dönüşü olmayan zor bir yolculuğun hikâyesini anlatma biçimi ve bu yolla izleyeni tarihin kırılma anlarından birine götürüyor olması. Sergi sadece sözcükler üzerinden bilginin ve anlamın üretilmesi ve yayılmasına dayanmıyor, yorumlayıcı çerçeveler oluşturmaya katkıda bulunan anılar, duygular ve çoklu duyusal deneyimler gibi metinsel olmayan öğelerle şekilleniyor. Başkalığı kabul etmek, onun farklılığına saygıyla başlayan bir anlayış biçimine açılan bir kapı.
Çeşitlilik açısından zengin, şeylerin her ne iseler olabildiği ve insan ihtiyaçlarına hizmet eden araçlara indirgenmediği bir dünyada yaşamak istiyorsak, başkalığı (ona saygı duyma becerimizle birlikte) korumamız gerekiyor. Serginin belki de başarmasını istediğim buna doğru bir çaba ve bunu somut olarak görebiliyor olmak.
“Gâvur Mahallesi”nin hazırlık süreci ne kadar sürdü? Sergide kullanılan materyaller ve kombinasyonları hakkında bilgi verir misiniz?
Göç olgusu ve nesneleri üzerine uzun bir süredir düşünüyordum. Belirli bir anlam bütünlüğünde sergilenebilecek işlerin ortaya çıkması için artzamanlı ve eşzamanlı bir çalışmayla geçmişi şimdiyle birlikte okumam gerekti. Sergiyi kapsayıcı kültürel çeşitliliği vurgulayan bir yapı üzerine kurguladım. Aynı coğrafyadan insanların, yirminci yüzyılın uluslararası düzeninde “etnik” sınırları tanımlayan dinden daha derin bağları paylaştığını göstermek istedim. Bugün bu bağları yeniden düşünmek gerektiğini söylüyorum.
Ortak coğrafyaya, kültürel yakınlığa ve coğrafi akrabalığa yaptığım vurgu bunun için. Üretim aşamasına geçmek için bu konu üzerine detaylı bir okuma yapmam ve araştırmam gerekti. Teknik olanak ve malzeme sınırsızlığı, beni her zaman tercih yapmakta zorlanacağım sonsuz bir çeşitlilik evrenine yönlendirmiştir. Bu çeşitlilik doğal olarak sergilerimin eser seçkisini de belirler. Kabul edilebilir sanatsal materyaller kategorisini sürekli olarak geleneksel resim ve heykel malzemelerinin ötesine genişleten uygulamalara yönelmeyi tercih ediyorum.
Burada göç nesneleriyle çalıştığım yerleştirmeler ve video işlerle birlikte sergileniyor. Mitolojik evrenleri yorumladığım, kademeli renkler ve geometrik yapılar oluşturan çizgilerin ritmik tekrarıyla öne çıkan tuvaller, kırkyama işler, kompozit materyallerle çalıştığım dairesel işler ve taş ve metal heykeller, farklı disiplinlerden tüm bu çalışmalar belli bir örüntüye yerleşiyorlar.
İzmir dışında birçok şehirden turların da yapıldığı bir organizasyon olarak dikkat çekti. Şehir özelinde yarattığı katma değeri değerlendirir misiniz?
Sürekli değişen bir metropol burası. Kent düşüncesine yön vermek istenen muhafazakâr yaklaşım ve özlemleri geçmişte de püskürtmüş bir şehir. Kozmopolit olmayan, gözle görülür farklılıklar olmadan inşa edilmiş bir düşünceyle tasarlanmış ideallere yanıt vermiyor. Yüzyıl önce bir yıkım ve travma yaşasa da halen kozmopolitliğin unsurlarını taşımaya devam ediyor.
Bu bağlamda Ege’nin her iki yakasından ve daha ötesinden ziyaretçi alabilen uluslararası bir serginin kentin sanat yaşamını nasıl biçimlendirdiğine dair söylenecek şeyler var. 5 Mart’a kadar açık kalacak serginin 1,5 milyon ziyaretçiye ulaşması bekleniyor. İzmir’de izleyicinin mübadele ve göç konusuna gösterdiği bu yakınlık, aynı zamanda geçmişin sanat aracılığıyla gelecek nesillere bir belge olarak sunulmasının da önünü açıyor. Sergi, göçü hem küresel bir tema olarak görüyor hem de sergilendiği şehrin bir fikirler süzgeci olarak geçmişine ayak uyduruyor, açıklamalarla dolu.
Son yıllarda Anadolu’nun farklı şehirlerinde açtığım sergilere gösterilen ilgiye tanık oluyorum. Bu aynı zamanda sanata eşit erişim olanağının görünür olduğu bir tartışma zemini sağlıyor. Bu yönüyle “Gâvur Mahallesi” de hafıza çalışmalarında başka bir tarih bilinci oluşturmaya yönelen bir süreci açıyor. Sanat elbette bir kent dokusunun karakteristiğinin oluşumunda yadsınamayacak görevler üsteniyor. Ancak bunun sürdürülebilir olması gerekli. İzmir bu bağlamda küresel sanatla birlikte eş zamanlı gelişen platform ve oluşumlarıyla kültür sanat yapısını inşa etmeye başlamış bir şehir.
İzmir, bu sergiyi çok sevdi ve gün içinde yoğun bir ziyaretçiye ev sahipliği yaptı. Bu tarz sergilerin şehrin kimliğinde üstlendiği rolü değerlendirmenizi istesek…
İzmir geçmişinde çok kültürlü bir yaşama sahipti, geçmişinde silinmeye çalışıldıysa da bu kültürün izlerini ve reflekslerini taşımaya devam ediyor. Sanatsal hatırlatma biçimleri bu silinmeye bakmanın ve görmenin bir yolu. Bakmaz ve yüzleşmezseniz, geçmiş ve ona bağlı siyasetler farklı biçimlerde kendini tekrarlayacak. Bu döngüyü kırabilecek bir yeniden inşa nasıl olabilir, sergiyi çalışırken kendime sorduğum en yaşamsal soruydu. Sanatsal sorgulamalarla geçmişi yeniden yazmak mümkün olabilir mi? Tarihsel tecrübeyle yüklü bir bakışı nasıl kurarız? Veya ben hafızayı nasıl işleyebilirim? Sergi ve sergi etrafında oluşan konuşmaların bana gösterdiği, çok kültürlülüğün izlerini taşıyan şehir ve insanlarının, bu çoğulcu yaşama ve onun kimliğine derinden bağlı oluşları. Sergi hem yakın geçmişte yaşananları yeniden düşünmek ve başkalığın merceğinden yazmak için, hem de bu geçmişin yaşadığımız zamanla olan bağına bakabilmek için bir aralık aynı zamanda.
Sanatta hafıza fikri önemli… Sanatseverlerin ruhunda kalıcılık için nasıl yol aldınız?
Unutulmayan işler yapabilmenin bir formülü yok. Bunu yapabilenler olaylara benzersiz bir bakma biçimine sahip olup önsezilerini ifade etme konusunda özgün seslerini bulmuş olanlar. Her ne kadar geçmiş olgusu işlerimin yapı taşlarından biri olsa da geçmişi yorumlarken her zaman içinde olduğum andan hareket ediyorum. Mitoslar da sanat gibi geçmişi ve şimdiyi sentezleme kapasitesine sahipler ve bu anlatılar hayal ürünü olsa da günlük insan deneyimlerinden çok uzak değiller. Pek çok disiplinde mitoslara geri dönüş yaşanması bu denenle olmalı. Ben materyallerle oynarken insanlar oyunlarıma katılmayı seçiyorlar. Bugüne kadar ürettiğim ve sergilediğim işlerin kalıcı olmasını, onu izleyen bakışlarla eklenen değer sayesinde gerçekleştiğini düşünüyorum.
Serginin açılışında “Hafıza odamı en çok dolduran yer İzmir oldu” yorumunuz dikkat çekiciydi. İzmir’e özel İzmir’in kültür sanat özelindeki gelişimini yorumlar mısınız? Şehrin kültür sanat özelinde artılarını ve eksilerini yorumlamanızı istesem…
Benim hafıza odam hatırlayan bir öznenin hayal ettiği form ve renklerden, nesnelerden, hikâye ve masallardan oluşuyor. Nesnelere yüklediğimiz anlamlar da çoğunlukla insanlara yüklediğimiz anlamlar gibidir. Kabuğunu soyup içine girdiğinizde karşılaştığınız şey nesneyle geçirdiğiniz anlar bütünüdür. Geçmiş o nesnede gizlidir. Göç materyalleriyle çalıştığım bu işler, mübadelenin yaşandığı bu coğrafyada, geçmişi şimdiyle birlikte inceleyerek yaşananlara başkalığın gözünden bakmak için bir teşvik ediyor. İzmir’de serginin açılmasıyla birlikte başlayan ve devam eden ilginin bununla yakından ilişkili olduğunu düşünüyorum. İzmir’de geçmişe göre daha yoğun bir sanat gündemi ve kültürlenme imkânı olduğunu söyleyebilirim. Entelektüel birikimi yüksek bir kent ve bundan kaynaklanan potansiyeli daha ileriye taşıyabilir. Çünkü belli ki burası artık İstanbul’a eklemlenen ve kültürel üretimini buraya yönelten bir bölge de değil. Kültürel hayata ve üretimlere sahip çıkacak iç görüye sahip grupların daha fazla sorumluluk bilinciyle hareket ettiğini görüyoruz. Bugün kent bütününde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin uygulamaya koyduğu kültür ve sanat politikalarıyla sanatsal oluşumlar açıkça gözlenir hale gelmiş. Sadece İzmir değil tüm kentlerin kendilerini sanat yoluyla yeniden üretebilmesinin ve sanatın kentin kimliğinde daimî bir belirleyen olmasının önemi çok büyük. Çünkü sanatsal üretimler kentle bütünleştiği ve kendine yer edindiği sürece kentin kimliğini tanımlayacak ve kent belleğini oluşturacak. Kültürpark’ta sergilenen “Gâvur Mahallesi” sergisinin de böyle bir belleğe eklendiğini düşünüyorum.
Bu coğrafya mübadele coğrafyası…Sizde bıraktıkları izleri, sanatınıza yansıtırken ön plana çıkan unsurlar neler oldu?
Mitler her zaman insanın hayal gücünün ve yaratıcı hayallerinin tezahürlerine benzer sembolik bir sistem olarak çalışmış. Benim yapmak istediğim sadece mitoslara ait öğelerin izini sürmek değil, daha çok bir düşünce formu olarak bu masalların güncelliğini koruyabilmesiyle ilgileniyorum. Mit benim için sadece bir konu değil aynı zamanda anlamları kodlamak ya da çözmek için bir yöntem. İşlerimin yaptığı bu nedenle hafıza görüntülerini ortaya çıkarmak. Geçmişi ve onu üzerinden çalışmalarımı tanımlayan her zaman mitoslar ve sözlü anlatılar. Anlatı daima yapılır, yıkılır, yeniden yapılır, bu durum döngüsel, doğal bir süreç. İşlerimin anlatısal yapısı bu kurmacaya dayanıyor.
Bu trajediler hiçbir insanlık coğrafyasında yaşamasın ama Türkiye son dönemde mülteci yönetimini yapan ülke olarak dünya arenasında yer alıyor. Bu hikayeler önümüzdeki günlerde sizin yeni projelerinize yansıyacak mı? Bu projenin devamı niteliğinde neler yapmayı hedefliyorsunuz?
Büyük tarihlerin görmezden geldiği kayıp geçmişler beni ilgilendiriyor. Görsel bir hikâye anlatıcısı olarak yarattığım dünyaları bu hikâyelerle kurmaya çalışıyorum. Bağlı oldukları yaşamdan koparılmanın acısını en iyi Ege’nin her iki yakasındaki insanlar biliyor, onların kişisel tarihlerini zorunlu göç deneyimi şekillendiriyor. Sadece yer değiştirmek zorunda kalanlar değil arkada kalanlara da düşen acılar kalıyor. İnsanları ortak dinlerinden başka hiçbir şeyin kendilerine tanıdık gelmediği bir ortama uyum sağlamaya zorladığınızda ne olur? Esasında kökler başka bir yere ait olunca, inşa edilen hiçbir şey tam olarak yerleşemez. Yerleştirmelerde gördüğünüz bavullar geçmişte bir mevcudiyete işaret eden nesneler. Bu yerleştirmeler eşyalarıyla vücut bulan bir insan kalabalığı ortaya çıkarıyorlar. Nesnelerin varlık yokluk durumu üzerinden çalışan bu işler izleyicinin kendi bakışıyla yüzleşmesini sağlıyor. Çalışma pratiğimi ve daha pek çok şeyi yüzleşme olanağı etrafında ördüğümü görebilirsiniz. Bu konularda çalışmaya devam edeceğimi düşünüyorum. Çünkü içine doğduğum dünyanın beni getirdiği bir yer burası.
Sergi, disiplinler arası bir çalışmayla biçim, materyal ve yüzeyle ilişki kurarken geçmişi şimdiyle birlikte inceleyerek yaşananlara başkalığın gözünden bakmak için alan yaratıyor. Ana temayı nasıl belirlediniz?
Her sergi benim için bir bellek çalışması, bir tür alternatif tarih yazım alanı. Kendisini başlangıç noktası olarak belirleyen tarih yazımlarının dışlayıcı olabileceğini biliyorum. Kapsayıcı bir bakışla çalışmam gerektiğini düşünüyorum. Geçmişle yüzleşmek, yalnızca onunla ilgili hesap vermek veya sorumluluk almak demek değil, geçmişteki şiddeti mümkün kılan koşulları da irdelemek anlamına geliyor. Yüzleşmesi gerçekleşmemiş konulardan biri mübadele. Serginin konusu buradan doğdu. En önemlisi işleri geçmişle yüzleşme enerjisini soğurmayacak şekilde üretmeye çalıştım. Şiddet yoğunluklu bir geçmişin izlerini taşımak zor, işlemesi de oldukça güç, bunla ilgili çalışmaların ve etkilerinin tartışmaya neden olan boyutlarını da anlayabiliyorum. Ama konuşmaya devam etmemiz gerekiyor. Her birimiz olayları kendi kültür kodlarımıza göre algılıyoruz.
Ben kendi değerlerim ve inançlarımla hareket ediyorum. Ürettiğim işlerle onların yerine konuşmada pozitif bir alan açmak olanaklıysa buna katkım olsun istiyorum.
Sergiye, Güneştekin Vakfı’nın yayınladığı kapsamlı bir kitap da eşlik ediyor. Kitap nasıl hazırlandı? Ne kadar dağıtıldı?
“Gâvur Mahallesi”, Güneştekin Vakfı Yayınları’nın ilk kitap çalışmasıydı. Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan 300 sayfalık geniş kapsamlı yayın 2000 adet basıldı. Kitabın tasarımını aynı zamanda serginin küratörlüğünü üstlenen Şener Özmen yaptı. Kitapta insan mübadelesinin yüzyılın geri kalanında dünyanın her yerindeki uygulamalara nasıl örnek olduğunu ve geçmişin bugüne etkisinin farklı şekillerde de olsa devam ettiğini tartışan küratöryel yazılar ve makaleler yer alıyor.
İzmir için tam bir sanat bayramı süreci oldu. Tarih olarak uzun soluklu olması da önemli bir avantaj yarattı. Bu tarz organizasyonlar sonrasında edindiğiniz tecrübeler neler oldu?
Sergilerde izleyicilerle doğrudan kurduğum ilişki deneyimlerimi şekillendirir. Eserlerin izleyici üzerinde olduğu kadar onların izleme pratikleriyle ilgili duygulanımlarının da benim üzerimde bir etkisi oluyor. Pek çok şey izleyiciyle bu karmaşık ilişkiyi kurabilmeme bağlı. Özellikle bunun gibi travma izleri taşıyan ve empati gerektiren sergilerden sonra bunu daha çok anlıyorum. Burada duyguların yalnızca bir sergi tasarımına değil, aynı zamanda sergileme mekanına nasıl yerleştirilebileceği üzerine de çok düşündüm. Bazı boşluklar yaratmaya çalıştım. Bir eserden diğerine geçerken yaşayacakları duygusal değişime zaman vermek istedim. Akılcı bir alan kürasyonu yoluyla hafıza ve yansıma nasıl teşvik edilir, karşılaşmalar nasıl gerçekleşebilir, bunu anlamak istiyordum. Kullandığım nesneler insan merkezci bir bakış açısına sabitlenmeyen bir bakışla kendimize, acılarımıza ve hayallerimize ayna tutuyor. Hem insanı hem de insan olmayanı yani nesneleri deneyimlerin ortak üreticileri olarak kabul eden bir sergi çalışmak istedim. Sergi ziyaretçilerin duygusal karşılaşmalar yaşaması ve bunun farkına varması için ziyaret hızını yeterince yavaşlatan bir kürasyona sahip; bu karşılaşmaların diğer ucunda neyin ya da kimin yattığını düşünmek ve sorular sormak; başkalığı karşılamak için empati yapmak gerekli. Bu karşılaşmaların sergi bağlamında nasıl sonuçlanabileceğini çok düşündüm. İzleyicideki bu etkiyi gözleyebilmemin yolu onlara doğrudan bakabilmekti.