Medicana International İzmir Hastanesi Psikiyatri Bölümü Doktor Öğretim Görevlisi Müge Yaşar: Çalışmalar istihdamın yüzde 1 oranında düşmesiyle oluşan depresif belirtilerin ve kaygının tedavi sürecinde, psikiyatrik ilaç reçetelerinin yaklaşık yüzde 10 arttığını göstermektedir
“Belirli bir yerde, en düşük gelire sahip olanların depresyon veya kaygı yaşama olasılığı, gelir durumu daha iyi olanlara göre 1,5 ila 3 kat daha fazladır. Bu etkilerin zayıflatılması elbette devlet politikalarıyla gerçekleştirilebilir. Bununla birlikte kişilerin daha iyi uyuyabilmesi için uyku hijyenine dikkat etmek, sebze ve meyveden zengin karbonhidrat ve şekerden zayıf bir sağlıklı bir beslenme düzeni, alkol ve madde kullanımından uzak durmak, egzersiz ve yürüyüş yapmak, nefes egzersizleri ve meditasyon yapmak, hobiler edinmek, kitap okumak, akranlarla teması arttırmak ve sosyalleşmek, eğlendirici faaliyetlere katılmak ruh sağlığını güçlendirmeye yardımcı olur.”
Medicana International İzmir Hastanesi Psikiyatri Bölümü Doktor Öğretim Görevlisi Müge Yaşar, maddi zorlanmanın özellikle ekonomik krizler sırasında duygusal ve psikolojik stresi artırdığını ve sağlıklı olma halini bozduğunu söyledi.
Artan işsizlik oranları ve ekonomik gerileme dönemlerinde, gelecek endişesiyle birlikte depresyon anksiyete bozukluğu, intihar, madde kullanımı ve aile içi şiddet oranları artma eğiliminde olduğunu belirten Yaşar ile sürece ilişkin konuştuk.
Pandemi süreci, sonrasında ekonomik kriz ortamı ve enflasyonist ortamın toplumun ruh sağlığı üzerine etkilerini değerlendirir misiniz?
COVID-19 pandemisi dünyanın birçok yerinde büyük bir ekonomik krizi tetikledi. Bu süreç ruh sağlığı sorunlarında ciddi bir artışa yol açtı. Artan işsizlik oranları ve ekonomik gerileme dönemlerinde, gelecek endişesiyle birlikte depresyon anksiyete bozukluğu, intihar, madde kullanımı ve aile içi şiddet oranları artma eğilimindedir.
Maddi zorlanma, özellikle ekonomik krizler sırasında duygusal ve psikolojik stresi artırır ve sağlıklı olma halini bozar. Yoğun stres; depresyon, anksiyete ve öfke sorunları için başlı başına bir tetikleyicidir. Ayrıca pandemi ve ekonomik kriz nedeniyle süreğen bir strese maruz kalmanın beden üzerinde de etkileri olur. Ek olarak bu süreçlerde sigara veya içki içme oranlarının artması gibi olumsuz etkiler de gözleriz. Çalışmalar istihdamın yüzde 1 oranında düşmesiyle oluşan depresif belirtilerin ve kaygının tedavi sürecinde, psikiyatrik ilaç reçetelerinin yaklaşık yüzde 10 arttığını göstermektedir. Etkiye buradan da pay biçebiliriz.
Sağlık Bakanlığı’nın verileri, 2021 sonu itibariyle 11 yılda antidepresan kullanım miktarının yaklaşık yüzde 70 arttığını gösteriyor.
Türkiye’de antidepresan satışındaki artış toplumda ruh sağlığının bozulduğunun bir göstergesi mi?
Elbette bu artış sadece pandemi sonrasına dair bir artış değil, birçok ülke verisi yıllar içinde zaten antidepresan kullanımında artış olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte bahsettiğimiz gibi pandemi ve istihdam durumlarının değişmesi evde veya işte çalışan kişilerin iş yükünün artmasına neden olur. Kişilerden beklentilerin çoğalması gibi sebeplerle daha fazla strese maruz kalmalarına yol açar dolayısıyla bu sürecin psikiyatrik başvuru ihtiyacını artırmış olduğunu düşünebiliriz. Ayrıca bu artışta psikiyatri hizmetlerinin yaygınlığının artması ve kişilerin başvuru hakkında damgalanmayla ilgili düşüncelerinin azalması sonucu psikiyatrik değerlendirme taleplerinin arttığını da göz önünde bulundurabiliriz. Ülkemizde yeterli epidemiyolojik çalışma yok fakat dünya genelinde çalışmalar maalesef çocuk ve genç popülasyonda ruhsal bozuklukların giderek arttığını gösteriyor. Bu durum tabii daha çok tedavi başvurusu demek. Ek olarak ihtiyacın artması dışında süreçte insanların raporlu ilaçlarını eczanelerden direkt alabilmeleri, antidepresan alımını veya kutu satısını arttırmış olabilir. Bu artışın toplum ruh sağlığının bozulduğunu gösterdiğini söyleyebilmemiz için daha detayları araştırmaların yapılması gerekir.
Özellikle son dönemde psikiyatri poliklinikleri çok yoğun çalıştığı ifade ediliyor. Bu yoğunluğu analiz etmenizi istesem…
Öncelikle pandeminin bir kriz olduğu gerçeği göz önünde bulundurularak şunu vurgulamalıyım ki krizden çıkmayı önceleyen insan ruhsal yaralarına odaklanmaz, yaşadığı uykusuzluğu gerginliği mevcut durumla bağlantılandırır, bunların kriz sonrası düzeleceğini düşünür. Oysa ki bu durum akut bir stresin değil, uzun süreli maruz kalınan bir stresin sonucudur.
Bu nedenle örselenen ruhsal yapı etkenler ortadan kalksa da kendini toparlamakta zorlanır, kişinin yakınmaları devam eder. Bu nedenle er ya da geç artan stres ve belirsizlik yükünün getirdiği ruhsal sorunlar bireylerin yardım arama davranışını arttırır, poliklinik muayeneleri de artmış olur. Baktığımızda üniversite hastaneleri, eğitim araştırma hastaneleri ve devlet hastanelerinde kişi başına düşen psikiyatrik görüşme süresi maalesef oldukça az fakat muayene edilen kişi sayısı fazladır, bu sayının içinde yatarak tedavi gören hastaların konsültasyonları, sağlık kurulları ve adli heyet değerlendirmelerini de eklerseniz yoğunluk gözünüzde daha iyi canlanabilir. Tabii bir de son dönem yurtdışına olan hekim göçleri ve devlet hastanelerinden artan hekim istifaları sonucunda da çalışmaya devam eden psikiyatri hekimlerinin iş yükünün artmış olduğunu da unutmayalım.
Toplum olarak gelir adaletsizliğini yaşadığımız bir platformda insanların doktora erişimi de büyük bir sıkıntı… Böylesi bir ortamda bireylerin ruh sağlığını koruması için kendilerinin daha uygun metotlarla uygulayabileceği yöntemler nelerdir?
Pek çok psikiyatrik bozukluğun kültürel ve sosyal faktörlerden güçlü bir şekilde etkilendiği iyi bilinmektedir. Kentleşme, işsizlik, aşırı kalabalık, yeşil alan eksikliği ve diğer sosyal belirleyicilerin psikiyatrik bozukluklara katkıda bulunabileceğini gösteren kanıtlar var. Belirli bir yerde, en düşük gelire sahip olanların depresyon veya kaygı yaşama olasılığı, gelir durumu daha iyi olanlara göre 1,5 ila 3 kat daha fazladır. Bu etkilerin zayıflatılması elbette devlet politikalarıyla gerçekleştirilebilir. Bununla birlikte kişilerin daha iyi uyuyabilmesi için uyku hijyenine dikkat etmek, sebze ve meyveden zengin karbonhidrat ve şekerden zayıf bir sağlıklı bir beslenme düzeni, alkol ve madde kullanımından uzak durmak, egzersiz ve yürüyüş yapmak, nefes egzersizleri ve meditasyon yapmak, hobiler edinmek, kitap okumak, akranlarla teması arttırmak ve sosyalleşmek, eğlendirici faaliyetlere katılmak ruh sağlığını güçlendirmeye yardımcı olur.
Türkiye’de ruh sağlığı hizmetinin yeterince sunulabildiğini düşünüyor musunuz? Verilerle baktığımızda kişi başına ruh sağlığı konusunda aldığımız hizmet değerleri nedir?
Ruh sağlığı hizmetlerine erişememek hala önemli bir sorundur. Ülkemizde 100 bin kişi başına düşen psikiyatrist sayısı 3.8 iken Avrupa ülkelerinde bu oran Türkiye’nin dört katından fazladır (yüz binde 16.8). Türkiye’de 100 bin kişi başına yaklaşık 6,1 psikiyatri servis yatağı düşerken, Avrupa Birliği üye ülkeleri ortalaması 72.9. Ruh sağlığı uzmanı sayısının az olmasının yanında maalesef yoğun başvuru nedeniyle, devlet hastanesindeki psikiyatristlerin ayırabildiği süreler de, olması gerekenin oldukça altındadır.
MHRS randevu sürelerinin 5-10 dakika olması ve bu sürenin yetersizliği psikiyatri meslek örgütlerince sıklıkla dile getirilmektedir. Birçok meslektaşım ruh sağlığı hizmetlerinin bu kadar kısa sürede verilmesinin kendilerini mesleklerine yabancılaştırdığından şikayetçi olmaktadır. Özel hastane ve muayenehanelerde kişilere görüşme için ayrılan süreler çoğunlukla yeterlidir. Ancak buralara başvuru sosyoekonomik düzeyle korele olduğu için toplumun büyük çoğunluğunun halen devlet kurumlarına başvurduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz.
Psikiyatri uzmanlarının hastaya ayırabilecekleri süre kısaldığı için ilaçla tedavi yoluna gidiliyor. Bunun yarattığı etkileri değerlendirir misiniz?
Psikiyatri uzmanlarının kamu şartları altında ne yazık ki psikoterapi yapma şansları bulunmuyor. Psikoterapi pahalı bir tedavi süreci, ruh sağlığı profesyoneli için de danışan için de zaman alan sık aralıklı uzun süren seanslar gerektirebiliyor. Bu nedenle daha çok ilaçla tedavi tercih ediliyor polikliniklerde.
Bazen uzun süren terapi seansları istemeyen, hızlı bir düzelme süreci talep eden kişiler sadece ilaç tedavisiyle iyileşebiliyorlar. Ayrıca genel olarak psikiyatri uzmanlarının muayene edilen kişilere kullanması gereksiz olduğu halde tedavi düzenlemediğini düşünüyorum. Ancak bu durum başvuran kişiye ayrılan yetersiz sürenin kişinin tedavi uyumunu azaltacağı, ilaç etkisi veya yan etkisi gibi bilgilerin aktarılmasının yetersiz kalabileceği gerçeğini de barındırıyor.
Kişiye yeterli süre muayene edilemediğinde anlaşılmadığını düşünebiliyor ve bu durum kişinin tedavi uyumunu bozabiliyor. Bu durum, kişinin yaşadığı hayal kırıklığıyla birlikte farklı hekimlere tekrarlayan başvurularda bulunması ve kullanılmayan tedavilerle kendisini bir kısır döngüye sokması sürecini doğurabiliyor.
Pek çok psikiyatrik bozukluğun kültürel ve sosyal faktörlerden güçlü bir şekilde etkilendiği iyi bilinmektedir. Kentleşme, işsizlik, aşırı kalabalık, yeşil alan eksikliği ve diğer sosyal belirleyicilerin psikiyatrik bozukluklara katkıda bulunabileceğini gösteren kanıtlar var.
Türkiye’de geçim kaygısı genel stres düzeyinde artışı beraberinde getiriyor. Bu bireyler aynı zamanda ebeveyn durumunda. Bu durumun çocukların gelişim sürecindeki ruh sağlıklarına etkilerini değerlendirir misiniz? Bu bağlamda toplumsal olarak bu sorunun uzun vadeli olmaması için ne gibi farkındalık çalışmaları yürütülebilir?
Geçim kaygısının yarattığı olumsuz ruh sağlığı sonuçları arasında stres, endişe, korku, endişe, sinirlilik, incinme, hayal kırıklığı, öfke, can sıkıntısı, değersizlik, utanç, üzüntü ve depresif duygudurum yer almaktadır. Olumsuz ekonomik koşullar, çocukların ruh sağlığını çeşitli yollarla etkileyebilir. İlk olarak, ebeveyn istihdamı ve çalışma saatlerindeki değişiklikler, kazançlardaki azalma, ödemeleri yapmak için oluşan baskı nedeniyle hane içindeki psikolojik ve sosyal stres daha yüksek olabilir. Artan aile stresi, aile içi çatışmanın da artmasına ve çocuklara kötü muameleye neden olabilir. Bu nedenle geçim kaygısı ve belirsizliğin insanları daha sinirli ve gergin yaptığını, ilişkilerinde daha toleranssız davranmaya yönlendireceği elbette bunun ebeveyn çocuk ilişkisine de olumsuz yansıdığını sıklıkla görmekteyiz. Ekonomik güçlük içinde olan ebeveynler de sıklıkla çocuklarına karşı öfke kontrol sorunu yaşadıklarından şikayet etmektedir. Çocuk açısından ebeveynin gergin hali çocuğun güvenli bağlanmasını ve yeterince sevildiği düşüncesini bozabilir. Buna maruz kalan çocukların yetişkinlikte daha kaygılı ve öfke sorunları olan bireylere dönüşebildiğini görmekteyiz.
Burada ruhsal okur yazarlığı arttırmak konusunda tespitlerinizi alabilir miyiz?
Toplumsal açıdan bu soruna bakarsak ruh sağlığı okur yazarlığı arttırmak güzel bir yol. Böylece ruhsal bozuklukların tanınmasına, yönetilmesine veya önlenmesine yardımcı olan bilgi ve inançların farkındalığını oluşturabiliriz. Ve ruh sağlığı okur yazarlığı, psikolojik sıkıntı türlerinin belirli bozukluklarını tanıma yeteneği; risk faktörleri ve nedenleri hakkında; kendi kendine yardım müdahaleleri hakkında; mevcut profesyonel yardım hakkında bilgi ve inançlar; tanınmayı ve uygun yardım aramayı kolaylaştıran tutumlar; ve doğru ruh sağlığı bilgilerinin nasıl aranacağına dair bilgiye ulaşmayı sağlıklı anlamlandırmayı kolaylaştırır. Bu sayede kişi zorlandığında kendini yönetme veya yardım alma seçeneklerini etkin kullanabilir. Okullar eğitim süreci, söyleşiler toplantılar, basın ve medya aracılığı ile hatırlatmak ve göstermek faydalı olur.
Sosyal medya burada önemli bir güç. Bu güçten toplumun ruh sağlığını korumasında nasıl doğru bir şekilde faydalanmak gerekiyor?
Her ne kadar sosyal medya algoritmaları insanların akıl sağlığını korumak için değil çevrimiçi tutmak için oluşturulmuş olsa da ruh sağlığı yararına kullanılması da mümkündür. Öncelikle sosyal ağlar ilişkileri sürdürmemize ve bireylerin yalnız olmadıklarını anlamalarına yardımcı olur.
Bildiğimiz gibi COVID-19 pandemisi sırasında çok daha belirgin hale gelen bir özellik. Sosyal medya ayrıca ruh sağlığı sorunları hakkında farkındalık yaratmak ve zorlananlara akran desteği sağlamak için ideal bir platform. Kişiler anonim kalarak bile yaptıkları paylaşımlarda kendi kendine yardım ve sosyal destek sağlamaya odaklanabilir. Benzer krizleri yaşayan insanların paylaşımları bireyler için bulundukları durumlara müdahale ve önleme stratejileri konusunda bilgi sağlayabilir. Hashtag’ler ile depresyon veya intihar yazıldığında kriz hatlarına, uygulayabilecekleri ruhsal yardım yollarına yönlenebilirler örneğin. Podcast’ler veya etkin ve doğru hazırlanmış uygulamalar kişilerin enerjilerini daha olumlu arayışlara yönlendirmelerine yardımcı olabilirler.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) araştırmasına göre gençlerdeki en büyük sorunu ekonomi… Gelecek kaygısını çok fazla yaşayan bir kuşak geliyor. Bunun yaratacağı toplumsal travmalar neler olabilir? Bunun önüne geçmek için ne gibi çalışmalar yapılması gerekiyor?
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) tanımına göre sağlık; sadece hastalık ve engellik halinin olmayışı değil, kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olması anlamına geliyor. Görünen o ki son dönemlerde bu tam iyilik hali kavramı zorlanmaya başladı. 2022 Dünya Mutluluk Raporu’nda Türkiye 146 ülke arasında 112. oldu. Türkiye, bir önceki yıla göre 8 basamak geriledi. Gençlerin kaygı ve umutsuzluklarını etkileyen faktörlerden en önemlisi gelecek ve iş bulma endişesidir. Çalışma, bireylere yaşamı devam ettirebilmek için ekonomik bir kaynak özelliği taşımakta, statü, kimlik ve aidiyet duygusu sağlamakta, sosyal ilişkilerin gelişmesi ve güçlenmesi anlamında katkı yapmakta, bireyin kimliğini ve kişiliğini yapılandırmakta, sağlanan gelir ile çalışma dışı yaşamın maddi temelini oluşturmakta, kişisel hedeflere ve psikolojik tatmine ulaşmada bir araç ve sosyal bir görev anlamı taşımaktadır.
İşsizliğin yaygın olması kaygı ve umutsuzluğun daha da artmasına neden olmakta, işsizlik hata ve beceriksizlik ya da utanç kaynağı olan bir kusur gibi değerlendirilmektedir. Gençlerde görülen işsizlik alkol, sigara ve uyuşturucu kullanımının artması, gerginlik, kendini yetersiz ve işe yaramaz görme, özgüvenin yitirilmesi, uykusuzluk veya aşırı uyku hali, kendini yaralama ve intihar girişimleri ve depresyon kaygı bozukluğu gibi ruhsal hastalıklara sebep olabilir. Bireyler evlenme ve çocuk sahibi olma konusunda endişeli olabilir. Genç işsizlik, topluma ve sisteme karşı nefret duyguları ile birlikte tepkili davranışlarda artış görülmesine neden olabilir; bu durum ise sosyal bölünmüşlük ve toplumsal çatışmaya zemin hazırlamaktadır. Gençlerin istihdam edilmesine yönelik çalışmalar, sosyal devlet olma, eğitimimizde psikolojik okuryazarlık ve psikolojik iyi oluş üzerine müfredatın yer alması, özellikle lise son ve üniversite eğitiminin son yılında iş bulma, işsizlik ve baş etme becerileri hakkında eğitimlerin olması yardımcı olabilir. Maddi özgürlük ve kendi ayaklarının üzerinde durabilmek her genç bireyin ihtiyacı. n