Bornova Anadolu Lisesi Eğitim Vakfı (BALEV) Yönetim Kurulu Başkanı A.Serhat Demirel, yeni dönemin hedeflerini ve yapılan çalışmaları YARIN Dergisi’ne anlattı.
Bornova Anadolu Lisesi Eğitim Vakfı (BALEV), 1981 yılında İzmir Koleji – Bornova Anadolu Lisesi (BAL) mezunları tarafından eğitim alanında çalışmalar yapmak amacıyla kuruldu.
Mezunlarının iş, sanat, bilim, düşünce ve yönetim alanındaki başarılarıyla tanınan Bornova Anadolu Lisesi, Türkiye’nin geleceği için aydın, sorumluluk sahibi gençlerin yetişmesine önemli katkılar sağlıyor.
Bornova Anadolu Lisesi Eğitim Vakfı kuruluşundan itibaren Bornova Anadolu Lisesi’ne kültür, sanat, spor ve eğitim alanında ciddi destek sağlıyor. Vakfın çeşitli projelerle desteklediği öğrenciler, geleceğin bilim insanları, sanatçıları olarak yetişiyor.
Vakfın çalışmalarının ve bütçesinin önemli bir bölümünü burs faaliyetleri oluşturuyor. Ülkemizde yüzlerce öğrenciye burs vermekte olan vakıf, öğrencilerin eğitim koşullarının iyileştirilmesi, fırsat eşitliğinin sağlanması için çalışmalarına devam ediyor.
BALEV Başkanı Serhat Demirel, YARIN Dergisi’nin konuğu oldu. Yatılılık altyapısı, hazırlık sınıfı ve uluslararası denklik özelinde okul müdürlüğü ile el ele yürüttükleri çalışmaları anlatan Demirel, BALKÖY Projesi’nin hayat bulması için yoğun mesai harcadıklarını kaydetti. Demirel ile BALEV’in hikâyesi ve hedefleri üzerinden eğitim sistemindeki gelişmelere ışık tuttuk.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Kendimi kısaca tanıtmam gerekirse, ben doğma büyüme İzmirliyim, şimdi de İzmir’de yaşıyorum. Evliyim, 18 ve 21 yaşlarında iki kızım var. Bornova Anadolu Lisesi’den (BAL’dan) 1993 yılında mezun oldum. Endüstri Mühendisiyim. Reklam, pazarlama iletişimi üzerine çalışıyorum ve danışmanlık yapıyorum. Çok uzun yıllardır sivil toplum kuruluşlarında gönüllü olarak çalışıyorum.
Liseden mezun olur olmaz 1994 yılından itibaren vakıfta çalışmaya başladım. “Ayran Günü’nde DJ’lik yapar mısın?” diye telefon aldığım günlerdi. O dönemde vakıfta sizi doğru yere konumlandırmayı bilen mezunlarımız ile Emine Ablamız vardı. Dolayısıyla tepeden inme değil, usta çırak ilişkisi ile başkanlık görevini aldım. Biz BAL’da birbirimize el vererek büyüyoruz. Okul mezunları olarak ilişkilerimizdeki karşılıklı sadakat, en güçlü kaslarımızdan birisi. Birçok mezunumuz “Nereden mezunsun?” diye sorduklarında önce “BAL mezunuyum” diyor. Sonra hangi üniversiteyi bitirdiğini söylüyor.
BAL’daki öğrencilerle ve okul kampüsünün komşu adresi olan Mevlâna Mahallesi’ndeki öğrencilerle yaptığımız her etkinlikten dönerken kendimi çok iyi hissediyorum. Daha iyi, mutlu ve huzurlu bir insanım. Bencilce olabilir ama birlikte çalıştığımız çocuklar ve gençler benim kendi içimdeki kişilermiş gibi hissediyorum. Keyifle ve mutlulukla çalışıyorum. Zaten bir mecburiyet olarak görüyorsanız bunu sürdüremiyorsunuz.
Sivil toplum örgütünde gönüllü olmak “Ben de gideyim, bir yerlerde bir faydam olsun” diye yapılırsa sürdürülebilir olmuyor. Bunu nefes alır verir gibi hayatınızın bir parçası olarak görebiliyor olmalısınız.
Sempozyumumuz her sene güncellenecek. BAL’ın 27 yıldır verdiği Beyaz Yaşam Ödülleri var. Caroline Koç’dan Hayrettin Karaca’ya, Türkan Saylan’dan Yaşar Kemal’e kadar birçok değerli isme ödül verdik.
BALEV’in kuruluşunu ve gelişim sürecini anlatır mısınız?
BALEV, 43 yıllık bir vakıf. Ülkemizin köklü, güçlü, üretken ve güvenilir vakıflarından. Türkiye’de çaldığımızda açılmayan kapı yok. Bugüne kadar randevu isteyip de alamadığımız, görüşümüzün dinlenmediği herhangi bir merci olmadı. Çok değerli bir miras. Bu mirası gururla taşıyoruz ve yönetim kurulu olarak daha da ileriye taşımak için çalışıyoruz.
Bu görevde olmanın en güzel yanlarından birisi; toplumda beğenmediğiniz, eksik gördüğünüz, değişmesi gerektiğini düşündüğünüz konularda çalışabiliyorsunuz. Sadece şikâyet etmek yerine, değişim için harekete geçebiliyorsunuz. Fikrinizi beyan edebiliyorsunuz, dinleniyorsunuz.
30 yıllık hikâye sonrası başkanlık görevine geldiğinizde artıları ve eksileri ile gerçeği çok daha net gördüğünüz bir süreçten bahsediyoruz. Göreve geldiğinizde belirlediğiniz öncelikli başlıklar neler oldu?
Biz hepimiz 7 yıllık yatılı kültürü gibi önemli karakteristik bir özelliği olan ve yabancı dil eğitimi ile de ayrışan bir kurumda okuduk. Lisede öğrenciyken genelde kapalı bir ortamda oluyorsunuz. Dışına çıktığınız an itibariyle değişimi veya yapılanları daha farklı gözlemlemeye başlıyorsunuz.
Neleri gözlemlediniz?
Mezun olduktan sonra eğitim sisteminde ileriye doğru atılan iyi adımları gördüm. Eksik veya yanlış kararlarla, plansızlıkla veya ihmal edilen konularla eğitim sistemimizin zarar gördüğüne de şahit oldum. Öğretmenlerimizin bizimle duygusal ilişkileri üst düzeyde idi. Çok iyi öğretmenlere sahiptik. Öğretmenlerin kendi aldıkları eğitim ve formasyon, öğrencilerle ilişkilerinde, toplum içindeki değişikliklerin etkisi ile değişiyor.
Hep aynı örnek anlatılır; eskiden öğretmen elinize cetvelle vurduğunda üzülürdünüz ama aşağılanmış hissetmezdiniz. Bugün öğretmen cetveli havaya kaldırdığı zaman öğrenci dava açıyor. Bu noktaya geldik. Hangisinin iyi veya kötü olduğunu tartışmıyorum. Değişim var, bu değişimin farkındayım.
Bu süreçte gerçekten çok iyi şeyler de oldu. Öğrencilerdeki bilinç, özellikle bilişim çağıyla beraber farkındalığın yükselmesi, daha kararlı olmaları, ulaşmak istedikleri hedefi biliyor olmaları, ailelerinin onları yönlendirmesiyle değil, ailelerine kendi fikirlerini anlatıp onları ikna etmeleriyle bir yol haritası çizmeleri çok değerli bir gelişim süreci. Bu da kendi başına olmadı. Baktığınız zaman bu da eğitim sisteminin parçası. Bazı alanlarda özgür düşüncenin, aydınlık düşüncenin ezberci bir zihniyete döndüğünü de görmüyor değiliz maalesef. Bu da sorgulama kültüründen uzaklaşan bir gençlik yaratmaya başlıyor.
Bir öğretmeninin yaptığı herhangi bir konuşmayla, kendi okuduğu bir kitapla, seyrettiği bir filmle gençler sorgulama kültürünü fark ediyor ve yolunu buluyor. Zaten aslında değiştirecek olanlar, bugün değiştirenler. Bizim umudumuz da o gençlerde…
Sürdürülebilir bir eğitim sistemi. Hele çalışanlar için, şirketler için en büyük dertlerden birisi bu. Siz çok büyük bir yatırımla genç bir beyni şirketinize kazandırıyorsunuz. Bu genç beyinle diyorsunuz ki “Sen bu şirketin geleceğisin.” Bu çocuk çok önemli bir üniversiteden, çok önemli bir derece ve yeteneklerle mezun oluyor.
Bugünlerde köklü okullarda ve BAL’da da çokça dillendirilen bir eleştiri var. Okulumuzun eğitimi eskisi gibi değil. Nerede o eski okulumuz…
1950’li yıllarda iyi eğitim verebilen çok az okul varmış. Bu okullarda çok özel öğrenciler okumuşlar. Eğitimin ne kadar önemli olduğunun farkında olanlar ve buna değer verenler bu okullara gelmişler. O dönemde çok az öğrenci bu kalitedeki okullardan mezun olmuş. Yine o dönemde eğitim Hakkâri ile Manisa arasında, Kütahya ile Trabzon, İzmir ile Adana arasında çok farklıymış.
Zaten toplumda şu anda bazı alanlarda kutuplaşmalar ve ortak paydalarda buluşamamaların nedeni, geçmişten gelen farklı eğitim ve farklı sistemsel yapılardan yetişmiş insanlardan da kaynaklanıyor.
Bizim gibi çok geniş bir coğrafyada yaşayan insanlara baktığınız zaman bir arada yaşama kültürünü sağlayan şeylerin başında gelenekler ve eğitim gelmekte. Eğer başta eğitimde bu birlikteliği sağlayamıyorsanız, ciddi anlamda sıkıntılar yaşıyorsunuz.
Ülkemizde zaman zaman hepimizin şikâyet ettiği bu sıkıntıların altında yatan sebeplerden bir tanesi de geçmişteki eğitim sistemindeki farklılıklardır. Ben bunun bugün değiştiğini düşünüyorum.
Şimdilerde Hakkari’deki bir okul ile BAL arasındaki eğitim kalitesi farkı geçmişe nazaran çok daha az. Bu noktada bu husus “Acaba BAL gibi okullar eğitimde geriye mi gitti” diye sorgulanabiliyor. Bu soru hepimizin sorduğu bir soru. Mezunlar olarak bazen bundan endişe duyduğumuz anlar oluyor. Ancak aradaki farkın kapanması, toplum açısından da çok iyi bir şey. Bu her zaman okulun geri gitmesi anlamına gelmiyor.
Coğrafi olarak eğitimde fırsat eşitliğinin oluştuğuna inanıyor musunuz?
Eğitimde fırsat eşitliği dünyanın herhangi bir yerinde var mıdır? Emin değilim. Her yerde sıkıntılar var, bizde çok daha fazla. Ortadoğu coğrafyasında daha çok var. Çok sık Afrika’ya gidip geliyorum. Eşitlik yok, fırsat yok maalesef.
Dünyanın gelişmiş eğitim sistemine sahip Güney Kore ve Finlandiya gibi ülkelerinde de herkes birebir eşit haklara sahip mi? Oralarda da az da olsa sıkıntılar olduğu bir gerçek. Türkiye’de bunu daha doğrudan yaşadığımız, içinde olduğumuz, gelişim alanlarında çok eksiklerimiz olduğu için de sıkıntısını hissediyoruz.
Dünyada sizin hiç görmediğiniz, hiç duymadığınız bir yerde bir çocuk ağlıyorsa, siz onu bilmiyorsanız bile sizin de içiniz ağlar.
Bir tarafta öğrenciler, bir tarafta akademik kadro, bir tarafta mezunlar…Siz bir köprü görevi üstleniyorsunuz. Üç topluluktan gelen öncelikli talepler neler?
Vakfın birinci sorumluluğu aslında devletimizin eğitim sisteminde yaptıklarının üstüne daha neler koyabileceği üzerine çalışmaktır. Devletin yetemediği yerler olduğunda, geliştirilmesi gereken alanlar olduğunda o sistemin açıklarını kapatmak ve o sisteme katkı vermektir.
Vakıf olarak birincil önceliğimiz müfredatı beğenmek, beğenmemek ya da değiştirmek için düşünmek değil. Biz aslında öğretim sisteminin içine kültürü, sanatı, ağabey – abla – kardeş ilişkilerini, doğayla ilişkiyi daha fazla dâhil etmek arzusundayız. Bizim okulumuz bir doğa cenneti; ağaçlarıyla, koruluğuyla. Genç kardeşlerimize doğal yaşamla ilgili daha fazla imkân sağlamak için yeni bir çalışmamız var. Öğrenci kardeşlerimizin tarımın önemini deneyimleyerek içselleştirebilmeleri için okul yönetimimize öneride bulunduk, üzerinde çok hızlı çalışıyoruz.
Okulumuzda teneffüse çıkan bir öğrenci beton duvarları görmüyor. Köşkümüzün olduğu alanda dolaşıyor. Tarihi güvercinliğin, tarihi su kulemizin gölgesinde oturabiliyor. Koruluğa gidiyor, dev çam ağaçlarına, çiçeklere bakıyor. Vakfımız bünyesinde bir bahçıvan arkadaşımız var, bu doğal güzellikleri de ihmal etmiyoruz. SİT alanı olan bir alandan bahsediyoruz. BAL öğrencileri çok şanslı bu anlamda.
Vakfımızın aynı zamanda bir sorumluluğu da eğitim sisteminin sadece bilimsel, sosyolojik alanları değil, öğrenci kardeşlerimizin doğayla ve hayatla ilişkisini kurabilecekleri eksikleri de kapatmaktır.
Kardeşlerimize, özellikle BAL’daki kardeşlerimize en çok bu konularda destek olmak arzusundayız. İzmir’in en geniş lise kütüphanesine sahibiz. Ersin Günöy’86 Kütüphanesi. İçindeki kitapların bakımını biz üstlendik. Vakıf bünyesinde sadece bu kütüphaneden sorumlu bir arkadaşımız var. Bizim için kitaplar ve kütüphanemiz çok önemli.
Öğrenciler, öğretmenler ve mezunlar ne bekliyor?
Mutlu olmadığınız sürece bilginin bir anlamı yok. Bilgi sahibi, mutsuz insanlar o bilgiyi ne yapacağını bilmiyorlar bir süre sonra. Öncelikle mutlu bir toplum yaratmak zorundayız. Biz de çevremizde iletişim kurduğumuz herkese önce mutluluk aşılamak istiyoruz. Bunun için çaba gösteriyoruz.
Mezun abi ve ablalarımız, tatillerde evine gidemeyen kardeşlerimizle bir araya geliyor. Onlara o akşam için pasta gönderiyorlar. İhtiyaçlarına yönelik özel jestler yapıyorlar. Örneğin; bir başka mezun geliyor, fotoğraf atölyesi kuruyor. Süleyman Abimiz diyor ki “Bu çocukların fotoğraf ve filmle ilişkisinin iyi olması Lazım.” Türkiye’nin en güzel devlet okulu sinema ve fotoğraf atölyesini oraya kuruyor. İki mezun okulun içinde fotoğraf sergileri açıyor. Çocuklar gün içinde gelip fotoğraflara bakıyorlar. Sonra bir abileri geliyor diyor ki “Size fotoğraf eğitimi vereyim.” Geliyor orada fotoğraf eğitimi veriyor. Sonra doğal olarak Türkiye’de BAL’lı fotoğraf sanatçılarını duymaya ve görmeye başlıyoruz.
Tabi ki insanlar iyi ve fiziksel olarak konforlu bir ortamda çalışmak istiyorlar, ama manevi olarak da kendilerini iyi hissetmek ve etkileşim içinde olmak arzusundalar. Bir şeye ses çıkarmak istedikleri zaman “Sen sus!” denmemesini istiyorlar.
Sanat en güzel konuşma fırsatı.
BALEV Başkanı olarak değil 93 mezunu olarak ve 19 bini aşkın mezundan biri olarak verebileceğim en büyük söz; BAL mezunlarının hiçbir zaman okullarını ikinci planda düşünme- yecekleridir. Gereken neyse yaparlar. Millî Eğitim Bakanlığı ve Valiliğimizden yurt yapılması için onay bekliyoruz.
BAL’da eğitim?
Bugün bir devlet okulu olarak 104 öğretmenimiz var, hepsi çok yetkin ve aydın insanlar. Öğretmenlerimizin 39’u doktorasını yapmış. Çok iyi bir öğretmen ve yönetici kadromuz var. Bizim eğitimimiz kötüye gitmiyor!
Bugünün endüstrileşmiş ve ticarileşmiş eğitim sistemi, iyi ve ücretsiz verilen eğitimin kendileri için bir rakip olduğunu düşünüyor.
Çok keskin bir cümle değil mi?
Haklısınız ve farkındayım ama bu bir gerçek. Türkiye’nin en iyi üniversiteleri ücretsiz üniversiteler olarak karşımıza çıkıyor. Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ, İTÜ, Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi… İyi bir devlet okulu gençlere kazandırdığı değerlerle hiçbir özel okulun altında kalmaz. Biz önce sistemin bize sunduğu bu değerlere sahip çıkacağız.
Hangi sorunlarla karşılaştınız?
Evet, İzmir’de tatlı bir rekabet var. İzmir şehir kültürü olarak baktığınız zaman biraz içine kapanık bir şehir.
İzmirli, İstanbul’a gittiği zaman çok kolay entegre olur ama şehrine olan bağlılığı ve sevgisi başkadır. Biraz alışlanlıklarımıza bağlıyızdır biz. İzmir’de gittiğim kafede, barda, restoranda hep benzer masalara oturmaya çalışırım. Sevdiğim masa boş ise hemen oraya otururum, değilse de boşaldığı an oraya geçerim. Bizim geleneklerimiz, bazı rutinlerimiz var. Galiba değerlerimize sahip çıkma motivasyonumuz da biraz buradan geliyor.
Tırnak içi biraz korumacı, muhafazakâr bir kimliğimiz de var. Bütün Türkiye’de gökdelenler yapıldı, herhalde en son gökdelenler İzmir’de inşa edilmeye başlamıştır. Korumacı kimliğin kötü bir şey değil, iyi bir şey olduğunu da düşünüyorum. Tüm bunlara karşın İzmirliler çok yaratıcıdır. Türkiye’deki yaratıcı sektörlerde birçok İzmirliyi görebilirsiniz.
BAL kimliği, doğası ve ekolojisi ile aynı zamanda mimarisiyle bizim için çok önemli bir alan. Mümkün olduğunca bu korunuyor. Konuşmamın başında da ifade ettiğim üzere BAL’ın önemli bir özelliği yatılılık kültürü. İkincisi, bu okulun vermiş olduğu yabancı dil eğitimi. Üçüncüsü de bu okulu tercih edenlerin, okulun özellikle yurt dışına giden öğrenciler için, ki eğitim için çok giden oluyordu zamanında, güzel bir kapı oluyor. Referans ve marka niteliği taşıyor. Maalesef son 15 yılda bunun birçoğunu kaybettik.
Bu konuda mezunların beklentisi ne oldu?
Vakfın Yönetim Kurulu’na geldiğimizde mezunlar bunlara müdahale etmemizi bekliyordu. Önce yatılılık kültürünün geri gelmesi için okulumuzun içinde yatakhane amaçlı yatılı alan inşaatı yapılması, bununla ilgili çalışma yapılması istendi.
İkincisi, BAL’da yıllardır hazırlık sınıfı yoktu. Yabancı dil eğitimi durmuştu. Bunun başlaması arzusu vardı.
Almanya ile 1986 yılında yapılmış olan anlaşma ile Almanya’ya doğrudan üniversitelere öğrenci gönderebilecek işbirliği protokolümüz olmasına rağmen, İngilizce eğitimle ilgili böyle bir avantaj maalesef yoktu, bu konuda eksiğimiz vardı.
İzmir’deki köklü okulların bazıları uluslararası programların parçasıydı. Advanced Placement gibi. Bizde o da yoktu. Nisanda göreve geldikten sonra bu üç konuda adım attık.
Okul müdürümüz ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüz ile çalıştık. Ankara ile tekrar hazırlık sınıflarının, yabancı dilde eğitimin başlaması için yazışmalara destek olduk.
Okul müdürümüzün yoğun çabası ile iki ay gibi kısa bir süre içinde hazırlık sınıfları yıllar sonra tekrar hak ettiği gibi Fransızca, Almanca ve İngilizce olarak başladı.
Kanada Öğrenci Değişim Programı’nın da içinde olduğu AP gibi programlar bu sene itibariyle BAL sistemine dahil oldu. AP, uluslararası düzeydeki, Yeni Zelanda, Avusturya, Amerika, Kanada gibi ülkelerdeki üniversitelerin, özellikle AP sistemine dâhil olan okullardaki öğrencilerin, dört yıl boyunca aldıkları AP sertifikaları ve sınavlarının sonucunda o okuldan mezun olduktan sonra Amerika’daki ya da bahse geçen ülkelerdeki üniversiteye gittiğinde ilk seneyi okumadan ikinci sınıftan başlamalarını sağlıyor. Çocuklar için yine çok önemli bir fırsat. Dolayısıyla bu ikisi iki ay içinde hayata geçen önemli projelerdi.
Üçüncü projemiz de yatılılık projesiydi. Komisyonumuzun çalışmaları devam ediyor. Bize yatakhane binası lazım, okulun arazisi içinde bu bina için yer olduğunu düşünüyoruz.
Bu konuyu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüzle, valiliğimizle, bakanlıkla görüşmeye devam ediyoruz. Biz mezun olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız.
Devletten şunu beklemiyoruz, “Gelsinler buraya bir yurt yapsınlar” demiyoruz. Biz mezun olarak burada yurt yapılmasını arzuluyoruz. Biz de devletimizle birlikte çalışmak için üzerimize düşeni yapmaya, katkıda bulunmaya hazırız.
O zaman elinizi tamamen taşın altına koyar mısınız?
BALEV Başkanı olarak değil 93 mezunu olarak ve 19 bini aşkın mezundan biri olarak verebileceğim en büyük söz; BAL mezunlarının hiçbir zaman okullarını ikinci planda düşünmeyecekleridir. Gereken neyse yaparlar.
Millî Eğitim Bakanlığı ve Valiliğimizden yurt yapılması için onay bekliyoruz.
Peki bu üç başlık ama her başkanın kendi başkanlık döneminde yapmayı arzu ettiği bir projesi. “Bunu yaparsam görevi huzurla teslim edeceğim” dediğiniz bir başlık var mı?
Var. Birincisi BALEV Bornova Anadolu Lisesi Koruma ve Geliştirme Mezunlar Vakfı değil.
Burası deprem döneminde mümkün olan her türlü alanda “Sivil toplum örgütünün özelliği sadece eğitimdir.” demeden arama kurtarma çalışmalarına katılmış mezunlara sahip olan, her alanda her yerde toplumun her noktasına dokunmaktan kendisini sorumlu gören mezunlardan oluşan bir grup. Böyle bir grubun sadece BAL çeperinde kalması da beklenemez.
Bizim enerjimiz doğduğumuz okuldan daha fazlasına yetecek güçtedir. O yüzden de zaten bugün 600’e yakın öğrenciye burs verirken, hepsi BAL mezunu olan ve BAL’da okuyan öğrencileri değil, ülkemizde dokunabildiğimiz tüm gençler için çalışıyoruz. Mevlâna Mahallesi’nde kardeş okullarımız ve Türkiye’nin dört bir yanında ihtiyaçlı kardeşlerimiz var.
Ağabey – ablaları olarak artık kucağımızı sadece kendi mezun olduğumuz okuldaki kardeşlerimize değil, toplumun her ferdine açmakla kendimizi yükümlü görüyoruz. Bunlar öncelikli çalışmalarımız arasında yer alıyor.
Bugün Türkiye’de mülteciler maalesef bazı alanlarda çok ötekileştiriliyor. Bu insanlar ve çocukları ülkemize hayatlarını kurtarmak için geldiler. Kendi topraklarını bırakıp buraya gelmeye mecbur kalmış 5-6 yaşında çocukların eğitim hakkının savunulması ve topluma kazandırılması, bizim de sorumluluğumuz. Din – dil – ırk ayrımı olmaksızın her çocuğun eğitim hakkına sahip çıkmak zorundayız. Onun saçı kırmızı, bunun saçı sarı, onun gözü mavi, o bizim konumuz değil.
Seda Hanım, bunu gerçekten söylüyorum. Bu çocuklar eğitim alıp tekrar kendi ülkelerine dönebilirler. Biz bu yatırımı boşuna mı yaptık, diye düşünmeyiz.
Bu dünya bütünsel olarak iyi ve huzurlu olmadıkça, mutlu olmadıkça bu dünyanın herhangi bir toprağının herhangi bir yerindeki herhangi bir insanın içten ve sürdürülebilir bir gülüşe sahip olması mümkün olmayacak.
Dünyada sizin hiç görmediğiniz, hiç duymadığınız bir yerde bir çocuk ağlıyorsa, siz onu bilmiyorsanız bile sizin de içiniz ağlar.
Dolayısıyla biz vakfımızı ulusal bir çapa evirmek arzusundayız. Bunu yaparken de biz burs veren bir kurum olma ötesinde; fikir üreten, düşünen ve düşündüğünü yazan ve paylaşan bir kurum olmak istiyoruz.
Bunun için de en büyük idealimiz yönetim kurulu olarak geldiğimiz gün bir Eğitim Sempozyumu’nu İzmir’e ve Türkiye’ye kazandırmaktı. Çok hızlı bir çalışmayla 2023
Aralık ayında İzmir’in ilk eğitim sempozyumunu BALEV olarak gerçekleştirdik. Hedeflerimizden biri buydu. Biz sadece burs veren ve sadece maddi katkıda bulunan bir kurum olmayacağız. Çocuklarla sürekli iletişim halinde olacağız.
İkincisi de hep matematik, kimya ve fen konuşuyoruz ama kültür değerli bir kavram. Kültürü her zaman okulda bulunduğunuz sınıflarda ve okul kampüsü içinde alamazsınız. Bizim Kemeraltı’nda bir binamız var. Bu binanın renovasyonuna başlayacağız. Orada Kemeraltı esnafına ve kadınlara yönelik mesleki, pazarlama eğitimleri ile yabancı dil eğitimi vereceğiz. Binanın renovasyonuyla ilgili bir çalışma grubumuz var. Projemiz hazır, Tarihi Kemeraltı çarşımıza değerli ve tarihi bir binanın kazandırılmasına çalışıyoruz.
Başka bir yerde de arazi arıyoruz. Bu arazinin üzerinde bir köy inşaatı yapma projemiz var. Ama bu köy yaşanacak bir köy değil. Bu köy, kültürü yaşatacak bir köy.
Sürdürülebilir tarım konuşulabilecek, heykel sempozyumları yapılabilecek, resim konuşulabilecek, hayvancılık konuşulabilecek bir alan hayalimiz var. Bununla ilgili çalışmalara başlamak için projelerimiz üzerinde hassasiyetle çalışıyoruz. Bu hayallerimizden bir tanesi yıllardır üzerinde konuştuğumuz BALKÖY dediğimiz projeyi hayata geçirmek.
Hedefiniz nedir?
Düşünen, bilgi üreten bir kurum olmak. Sadece maddi destekte bulunan bir burs kulübü değil. Gerçekten değer katan bir burs yapısı oluşturmak. Bir de beraberinde toplumun her alanında dokunabilecek bir proje. BALKÖY gibi projelere sahip olmak.
Arazi olarak nereye bakıyorsunuz?
Her yere bakıyoruz. Foça’daki arazilere de baktık, Urla’ya da gittik.
Devletten bu konuda bir arazi tahsisi talebi mi olacak? Bu projede arazi alarak mı, bir tahsisle mi ilerlemenin daha doğru olacağını, projenin yurt dışı fonlarının desteğini almak için farklı bir alanı mı olacağını şu anda araştırıyoruz. Bizim yönetim kurulumuzda üst düzey akademisyenler, devletin çok üst düzeyinde görev almış ağabey, ablalarımız ve kardeşlerimiz, mimarlarımız, avukatlarımız var.
Çok güçlü bir ekibimiz var. Uluslararası vakıflarda, derneklerde çalışan, bu süreçlerin nasıl yürüdüğünü çok iyi bilen bir arkadaşımız var.
Dolayısıyla bu ekibin tamamı ortak akılla çaba gösteriyor. Doğru yerin neresi olacağını, yapım sürecinde ve hedeflerinin nasıl bir projeye dahil olması gerektiğini düşünüyoruz. Buna uygun olarak da kendi yol haritamızı belirleyeceğiz. Sonuçta toplumdan çıkıp topluma gidecek bir işi konuşuyoruz.
Sempozyum her sene güncellenecek mi?
Sempozyumumuz her sene güncellenecek. BAL’ın 27 yıldır verdiği Beyaz Yaşam Ödülleri var. Caroline Koç’tan Hayrettin Karaca’ya, Türkan Saylan’dan Yaşar Kemal’e kadar birçok değerli isme ödül verdik.
Yaşar (Kemal) Abi ödülünü evinde şahsen bizden aldı, ki aldığı nadir ödüllerden bir tanesidir. Tabii biz bunu yaparken yapılan şeylerin, dediğiniz gibi yaşarken kendilerinin değerinin bilindiğini de göstermek istiyoruz. Yoksa ne haddimize bizim Yaşar Kemal’e ödül vermek, ne haddimize bizim Lucien Arkas’a ödül vermek. Bu insanlar toplum için öyle güzel değerler yaratmışlar ki, o insanlar bize ödül. O insanların varlığı bize ödül.
Onların varlıklarının bize ödül olduğunu bilmelerini istiyoruz. Dolayısıyla o ödül, beyaz ödüller çatısı altında aslında onların yaptıklarını takip eden, onların yaptıklarından ilham alan insanlar olduğunu bilmelerine ilişkin arzumuzun ortaya konulmasından ibaret.
Biz her sene dört ödül veriyoruz. Biri BAL mezunu olmayan kişiler, üçü de mezunlarımız arasından seçiliyor. Bu vesile ile mezunlarımızın bir arada olmasını ve mezunlarımızın toplum faydasına yaptıkları işlerin duyulmasını da sağlamak istiyoruz.
Fotoğraf yarışmamız var. Bu sene jüri bir tam gün boyunca fotoğrafları tek tek inceledi. Türkiye’nin on sekiz yaş altı ayrı, on sekiz yaş üstü ayrı olmak üzere en iyi eğitim fotoğraflarını, eğitimde fırsat eşitliği temasında belirledik.
Sempozyumumuz iki gün sürdü. Başlığı; “Değişen Dünyada Eğitimi Yeniden Düşünmek”. Üç oturum yaptık.
Birinci oturum; eğitim ve öğrenmeye felsefi bakış. İkincisi sürdürülebilir toplum ve eğitim idi. Üçüncüsü de eğitimin geleceği idi. Türkiye’nin çok önde gelen eğitim konusunda uzmanlaşmış akademisyenleri orada bu tartışmaları gerçekleştirirler.
Düşünün; bugün mezun olan bir çocuk üç sene sonra öğrendiği bilginin yanlış olduğunu öğrenebiliyor. Çünkü o kadar büyük buluşlar, gelişimler ve değişimler var ki bazen de bilgi demode oluyor. Sürdürülebilir bir eğitim sistemi. Hele çalışanlar için, şirketler için en büyük dertlerden birisi bu. Siz çok büyük bir yatırımla genç bir beyni şirketinize kazandırıyorsunuz. Bu genç beyinle diyorsunuz ki “Sen bu şirketin geleceğisin.” Bu çocuk çok önemli bir üniversiteden, çok önemli bir derece ve yeteneklerle mezun oluyor. Geliyor, ofiste çalışmaya başlıyor. Bu arada çalışırken tabii ki eforunun tamamını şirketini geliştirmek ve kendisini ispatlamak için veriyor.
Üç sene sonra aynı üniversiteden başka bir çocuk daha mezun oluyor. O çocuk aslında üç sene önce oradan mezun olup şirkette çalışan çocuktan daha çok şey biliyor.
Çünkü bilginin boyutu ve şekli değişmiş, eğitim sisteminin içine yeni bilgiler katılmış, yeni buluşlar var. Bu durum şirketler açısından ciddi bir problem durumunda. Şirketler de aslında bütün bu süreci eğitimin devamlılığını sağlayarak çalışanlarının da yeni bilgilerle bezenmesini daha verimli olmasını sağlama gayretiyle ilerliyor.
İkinci Yüzyılda Türkiye’nin yeni hamlelerini yaparken eğitimin rolü desek ve “Sizce eğitim özelinde bir seferberliğe ihtiyaç var mı?” diye sorsam nasıl cevaplarsınız?
Sonuçta bir arz, bir talep var. Eğitimi talep eden toplumun bir kesimi var. Öğrenci – öğretmen ilişkisi olarak en minimum düzeye indirgeyebilir ya da öğrenci ve ailesiyle beraber öğretmen ve okul ilişkisi olarak ikiye ayırabiliriz.
Bu eğitimi veren ve eğitimi alan kitle arasındaki eğitimin nasıl olacağını şekillendiren bir de regülasyon var. Bu regülasyon, devlet tarafından uygulanıyor.
Devlet yapısı bu kararları alırken çoğu zaman uzun vadeli, orta vadeli kararlar almak zorunda. Devlette çok kolay, hızlı kararlar alınabilir değil. Bir kararı almak için uzun toplantılar, uzun süreçler, stratejik planlar gerçekleştiriliyor. Türkiye gibi sürekli seçimle sınanan ülkelerde değişikliklerin olduğunu da biliyoruz.
Son 30 yılda kaç tane Milli Eğitim Bakanı değiştiğini hatırlamıyorum. Her gelen milli eğitim bakanının da önünde hazır bir programı devam ettirmediğini de biliyoruz. Herkes yeni bir şey yapmak için çalışmaya başlıyor.
O yüzden bu sistemin sorunlarının kolay çözülebilir olmadığını düşünüyorum. Orta vadeli ve uzun vadeli planların, değiştirilmemek üzere bir devlet politikası olarak hazırlanmış olması şart. Yolun üzerinde tabi ki ufak tefek sapmalar, yön değiştirmeler olabilir, ama ana yolun değişmediği bir sisteme ihtiyaç var. Eksiği olabilir. Yolda ah keşke olmasaydılarla karşılaşabilirsiniz. Sürekli rüzgârda sağa sola savrulmaktansa net bir sistemin üzerinde gidilmesinin çok daha başarılı olacağına inanıyorum.
Bunu Uzak Doğu ve Kuzey Avrupa ülkeleri böyle yapmış. Demişler ki “Biz bir matematik ülkesi olacağız. “Biz felsefe ülkesi olacağız.” “Biz üniversiteye değil liseye odaklanacağız.” “Okuyan bir toplum yaratmak istiyoruz, edebiyata odaklanacağız.” gibi belli hedefler belirlemişler.
Türkiye’deki eğitim sisteminde ise maalesef sürdürülebilir bir politika yok. Olmadığı için de, sonuçta zamanla birbirinden farklı eğitim almış insanları ortaya çıkıyor. Bildiğim bir şey var. Çocukların, gençlerin istedikleri alanda kendilerini geliştirebilecekleri fırsatlar vermeniz gerekiyor. Eğitimdeki fırsat eşitliğinden bahsederken biz çoğu zaman Türkiye’de bulunan belli yaş grubundaki gelir düzeyi ne olursa olsun hangi bölgede yaşarlarsa yaşasınlar hepsine eşit fırsat verilmesinden bahsediyoruz. Bireyin de seçim yapabileceği fırsatlara ihtiyacı var.
Siz bireye “Sadece resim yapacaksın” dediğinizde dünyanın en önemli müzisyenlerinden bir Beethoven’ı kaybediyor olabilirsiniz. Çocuğa siz illa “klasik müzikle ilgileneceksin” dediğinizde iyi bir heykeltraşı kaybediyor olabilirsiniz. Öğretmelerimizin de yaşam standardı çok önemli, mutlu ve konforlu olmadıkları takdirde, eğitim alan çocuk ve gençlerimizin geleceğinde etkili olmaları çok zor. Bu başlıklar onların yetersiz kalmalarını da sağlayabiliyor. Toplum olarak neyi önceliklendirdiğimiz çok kıymetli.
Eğitim, bizim her daim önceliğimiz olmaya devam edecek.