Markalaşma Yolunda Turquality Hikâyesi…
SÖKTAŞ Tekstil Pazarlama Müdürü Baran Kayhan: Umarım Ege’mizden ilerde çok dünya markaları çıkar, ülkemizin imajını daha da yukarılara taşır
Marka sizin hizmetlerinizin, ürünlerinizin, iletişim şeklinizin tümünün müşterilerde ve paydaşlarda uyandırdığı hislerin tümüdür. Markanızın sahibi hiçbir zaman siz olmuyorsunuz. Devamlı gelişen ve değişen bir olgu olduğu için hala bu hikayenin başındayız diyebilirim.
Turquality’nin firmaların gelişim sürecindeki etkileri üzerine konuştuğumuz SÖKTAŞ Tekstil Pazarlama Müdürü Baran Kayhan, Türk firmalarının inovasyon ile birlikte kendi markaları ile katma değer yaratması gerektiğine dikkat çekiyor. Kayhan, “İhracatta ülkemiz aslında çok şanslı. İnsanımız girişken. En unutulmuş ülkelerde bile Türk girişimcileri var.
Çok çalışkanız. Pratiğiz. Her kültür ile konuşup, anlaşabiliyoruz. Bütün dünya bizi çok iyi birer üretici olarak zaten biliyor. Ancak inovasyonun yanında kendi markalarımızı yaratmadıkça, katma değer yaratamayız. Kimse artık sade ürüne para vermiyor.
İhracatçı firmalarımızı daha çok AR-GE ve daha çok kendi markalarını yaratmaya çalışmaya davet ediyorum. Ayrıca hız ve servis kalitesi de çok önemli. Umarım Ege’mizden ilerde çok dünya markaları çıkar, ülkemizin imajını daha da yukarılara taşır. Bu sıralarda çok ihtiyacımız var” diyor.
Firmanızın faaliyetleri hakkında bilgi verir misiniz? Markalaşma hikâyeniz nasıl başladı?
Grubumuzun tekstil şirketi SÖKTAŞ Tekstil 1971 yılında Söke’de kuruldu. Uzun yıllar bölgede tarım yapan ailemiz, önce “Söke Un” fabrikasıyla yetiştirdiği buğdayları un yapmak için sanayileşmeye adım attı, daha sonra da SÖKTAŞ iplik fabrikasıyla yetiştirdiğimiz pamukları değer zincirinde bir üst seviyeye, iplik olarak taşımak istedik. Şu an iplikten de öte, dokuma, boyama gibi işlemler ve yaratıcı tasarımlarla bitmiş kumaş üretiyoruz. Dünyanın en ince pamuk ipliklerinden en lüks kumaşları üretme kabiliyetine sahibiz. Ayrıca aynı bölgede bir yem fabrikamız ve süt çiftliğimiz, işletmemiz var.
Kısacası o günden bugüne, hammaddenin, hatta “kendi yetiştirdiğimiz” hammaddenin, üstüne katma değer koya koya gidiyoruz. SÖKTAŞ Tekstil firmamızla markalaşma sürecine 90lı yıllarda fason bir üretici olmaktan çıkıp, kendi tasarım ve ürünlerimizi yaratarak başladık diyebilirim. O zamana kadar zaten şirkete dair bir güvenilirlik ve kalite olgusu vardı, bunlar da bir markanın yapı taşlarıdır, ancak kendinize has bir ürün veya hizmet yelpazeniz olmadan farklılaşma ve markalaşma olmaz. Markalaşma, inovasyon dışındaki, bir ürüne en çok değer katan olgudur. Turquality programına kabul edildikten bir kaç sene sonra yaptığımız önemli çalışmalardan biri dünyadaki tüm SÖKTAŞ çalışanları, ve önemli müşteriler nezdinde “SÖKTAŞ’ın size ne ifade ettğini yazar mısınız?” gibi sorular olan yaptığımız kalitatif ankettir. Bu bizim kendimizi daha da iyi tanımamıza ve ifade etmemize yardımcı olmuştu. Kurumsal kimliğimizi bu dönemlerde yeniledik. Marka sizin hizmetlerinizin, ürünlerinizin, iletişim şeklinizin tümünün müşterilerde ve paydaşlarda uyandırdığı hislerin tümüdür. Markanızın sahibi hiçbir zaman siz olmuyorsunuz. Devamlı gelişen ve değişen bir olgu olduğu için hala bu hikayenin başındayız diyebilirim.
Devlet destekli ilk ve tek markalaşma projesi olan Turquality, Türkiye’nin rekabet avantajını elinde bulundurduğu sektörlerde, markalaşma potansiyeli olan ürün gruplarını destekliyor. Sizin kendi alanınızdan baktığımızda nasıl bir rekabet avantajı yakaladınız?
Rekabet avantajından evvel, rekabet “dezavantajları”nın bir kısmını öncelikle bir nebze bertaraf ettik diyebiliriz. Biz ileri teknoloji olmayan bir tekstil alt sektöründeyiz. Rakiplerimiz yurtdışı firmaları. Uzakdoğu’da artık dünyanın teknolojik olarak en gelişmiş tekstil firmalarından bazıları var. Çok yüksek devlet destekleriyle çalıştıklarından maliyetleri az. Avrupalı rakiplerimizin ise yüzyıllar süren bilinirlikleri var, örneğin artık İtalya’da hiç üretim yapmasalar da, kökleri İtalyan olduğu için, çok yüksek marjlarla orta kalite ürünleri satabiliyorlar.
Turquality’e başvuru sürecinde yaşadıklarınızı okuyucularımız ile paylaşır mısınız? Bürokrasi anlamında tıkandığınız noktalar oldu mu?
12 yıl önce başvurumuz kabul edildi, o sırada ben yurtdışında okuyordum. O yüzden bütün kolaylık ve sancılara hâkim değilim. Ancak şirketimizin kurumsal altyapısını tamamen bir incelemeden geçtiğini, vizyonumuz, misyonumuz, satış ve pazarlama ekibimizi, kurumsal iletişim araçlarımızı yeniden düzenlediğimizi biliyorum. 6 ay sürmüş. Şimdi değerlendirirsem çok faydalı bir süreç olmuş, bütün zorluklara değmiş diyebilirim.
Maddi destekler kadar dolaylı diyebileceğimiz manevi destekleri de var. Turquality öncesi ve sonrası diye şirketinizin markalaşma sürecine baktığımızda nasıl bir değişim yaşandı? Rakamlarla analiz etmenizi istesem; ihracat miktarınıza, tutarına, ihracat birim fiyatına yansımaları neler oldu?
Sabancı Üniversitesi ve Koç Üniversitesi’nde yapılan “Yönetici Geliştirme Eğitimi” programından faydalanan çalışma arkadaşlarımız oldu. Odaklandırılmış bir MBA programı diyebiliriz. Bu arkadaşlar yeni fikir ve tecrübeler ile geri döndüler. Manevi desteklerden biri bakanlığımızın desteklerini her zaman hissediyoruz, en ücra ülkelerde fuarlarda bile temsilciliklerimizden ziyaret ediliyoruz, büyükelçilerimiz bile teşrif edip ziyaret ediyorlar. Bu küçük gibi dursa da bize inanılmaz büyük bir destek oluyor. Satışlarımızın yüzde 70’i ihracat…
SÖKTAŞ Türkiye yılda 7 milyon metre kumaş üretiyor. Birim f iyatlarımız birim 10 yılda Türkiye fabrikamızda metre başına, Euro bazında yüzde10-15 arttı. 2007’de temel atıp 2019’da sattığımız Hindistan fabrikamızda ise birim fiyatta yüzde 60lık bir artış gösterdik. Hindistan’da Turquality desteklerinden çok yararlandık. Orada da toplam üretimimiz kısa sürede 7-8 milyon metreye ulaşmıştı. Ülkede tam anlamıyla bir tüketici markası olduk. Radyo, billboard, spor müsabakalarında reklamlarımız ile, 2000’in üzerinde satış noktasında tüketiciye direkt kumaş satıyorduk. Sanıyorum ki Hindistan’daki en büyük Türk endüstriyel yatırımıydı SÖKTAŞ. Devlet yetkililerimiz bizi orada da yalnız bırakmadı.
Turquality, yeni ihracat kapılarının açılması konusunda avantaj sağlıyor mu?
Sağlıyor. Bilmediğiniz bir pazar için en başta danışmanlık ve marka bilinirliği araştırmalarına destek alabiliyorsunuz. Fuar ve tanıtım harcamalarında büyük faydalar var.
Şirketin iç dinamikleri özelinde baktığımızda üretim kalitesinde, marka değerinde, şirkete bakış açısında ne gibi değişimler yarattı? Bununla ilgili firmanız özelinde bir ölçümleme yaptınız mı? Tespitlerinizi paylaşır mısınız?
Bizim her zaman kurumsal “hantal” bürokratik düzenden uzak girişimci bir yapımız vardır. Çok esneğiz ve hızlı kararlar alırız. Turquality’nin getirdiği satış ve pazarlamadaki kurumsal düzen bu atılımcı ruhumuzu asla kaybettirmedi, aksine daha düzenli hale getirdi. Üretim kalitemizde ise bir değişiklik olmadı. Her zaman sektörümüzde en iyi ve kaliteli ürünü yapmak için uğraşırız. Bu, dedem Muzaffer Kayhan’dan bize kalmış bir öğüttür.
Marka bilinirliğimiz özelinde ise periyodik olarak piyasa araştırması yapıyoruz. İtalya’da 2016 yılında yüzde 87 olan marka bilinirliğimiz 2018’de yüzde 89’a, marka imajımız yüzde 71’den yüzde79’ a çıktı. İtalyan rakiplerimiz arasında kendi ülkelerinde müşteri memnuniyetinde 1. olduk. İngiltere’de benzer sonuçlar elde ettik. Müşterilerimizin bize en yüksek not verdikleri konular servis, hız ve f iyat/performans oluyor.
Turquality’e ihracat pazarları özelinde baktığımızda dış pazarlarda gerçekten referans oluyor mu? Dünya ülkeleri ve pazarları Turquality’i ne kadar ve ne ölçüde referans olarak kabul ediliyor?
Açıkçası Turquality programının içeriğini dış pazarlarda bilen çok bir paydaş yok. Bu önemli değil. Devletimiz zaten Turquality’nin bilinirliği için değil, Türk markalarının bilinirliliği için bu programı başlattı.
İhracat yapan şirketlere bu belgeyi almak konusundaki tavsiyeleriniz neler olur? Buna başvurmayı planlayan firmalarımız nelere dikkat etsinler?
Kendilerini geliştirmek ve satışlarını artırmak istedikleri pazarlarda ilk önce belirli bir tecrübe edinsinler. Bu çalışmalara ayıracak insan kaynağı ve pazarlama yatırımı beklediklerinden fazla olabilir. Ayrıca hedef Pazar süresi 5 yıl ile limitli olduğundan, bu süreyi başlattıklarında çok verimli çalışmalar yapmaları gerekir.
Turquality Programının Vizyonu: “10 Yılda 10 Dünya markası yaratmak”… Sizin bu 10 yıllık süreç içerisinde firma olarak hedefiniz nedir?
Açıkçası bizim 10 yılımız doldu. Anketlere bakınca, kendi alt sektörümüzde bir dünya markası olduğumuzu söyleyebilirim. Hedefimiz B2B’de sürdürülebilir liderliğin yanında, daha da çok “B2C”, yani, tüketici nezdinde de bir marka olmak veya markalar yaratmak. Bunun için ürün katma değer zincirinde daha da ilerlememiz gerekiyor. Yatırımların artması gerekiyor.
Bu gibi geleneksel bir sektörde 5 yıllık limitli süreçlerde, tek tek pazar hedeflenerek olacak bir şey değil. Hem ürünlerin çeşitlenmesi, hem de “hedef pazar” sınırlandırılmalarının daha serbestleşmesi gerekiyor. Örnek verirsem, ben SÖKTAŞ olarak, ileride takım elbise yapmak istesem bu konuda Turquality desteklerinden hemen faydalanamam. Çin’i Turquality hedef pazarım ilan etsem, 5 yıl içinde milyar nüfuslu, yüzlerce rakibimin olduğu Çin’i nasıl Türkiye’den fethedebilirim? Desteklerde rakamsal limit olmalı, ama ürün ve süre konuları dikkatle tekrar değerlendirilmeli diye düşünüyorum.
Eklemek istedikleriniz…
İhracatta ülkemiz aslında çok şanslı. İnsanımız girişken. En unutulmuş ülkelerde bile Türk girişimcileri var. Çok çalışkanız. Pratiğiz. Her kültür ile konuşup, anlaşabiliyoruz. Bütün dünya bizi çok iyi birer üretici olarak zaten biliyor. Ancak inovasyonun yanında kendi markalarımızı yaratmadıkça, katma değer yaratamayız. Kimse artık sade ürüne para vermiyor. İhracatçı firmalarımızı daha çok ar-ge ve daha çok kendi markalarını yaratmaya çalışmaya davet ediyorum. Ayrıca hız ve servis kalitesi de çok önemli. Umarım Ege’mizden ilerde çok dünya markaları çıkar, ülkemizin imajını daha da yukarılara taşır. Bu sıralarda çok ihtiyacımız var.
Bizim her zaman kurumsal “hantal” bürokratik düzenden uzak girişimci bir yapımız vardır. Çok esneğiz ve hızlı kararlar alırız. Turquality’nin getirdiği satış ve pazarlamadaki kurumsal düzen bu atılımcı ruhumuzu asla kaybettirmedi, aksine daha düzenli hale getirdi. Üretim kalitemizde ise bir değişiklik olmadı. Her zaman sektörümüzde en iyi ve kaliteli ürünü yapmak için uğraşırız. Bu, dedem Muzaffer Kayhan’dan bize kalmış bir öğüttür.