İstanbul Sözleşmesi 6251 sayılı yasa ile TBMM’de uygun bulunarak Anayasamızın 90. maddesi çerçevesinde yürürlüğe girmiştir. Hâlbuki Cumhurbaşkanı karar ve kararnamesi hiçbir işlem ile yasama alanında düzenleme yapamaz.
Kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çekilme kararının 19.03.2021 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmasına müteakip Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı verilen iptal kararın gerekçesini “İstanbul Sözleşmesi’nin, Türkiye’nin toplumsal ailevi değerleri ile bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeyi çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmesi” ile açıklamıştır. İptal kararının Resmi Gazete’de yayınlamasının ardından başta barolar olmak üzere bazı siyasi partiler ile özellikle kadın hakları üzerine çalışan STK’lar gerek Danıştay Başkanlığı gerekse Anayasa Mahkemesi’nde Cumhurbaşkanlığı makamının vermiş olduğu iptal kararının iptali için davalar açtılar. Aslında İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışmalar sözleşmenin 2014 yılında yürürlüğe girmesinden bugüne değin sürmekteydi. Önce “nafaka mağduru babalar” “boşanmış mağdur babalar derneği” gibi marjinal baskı unsurları Türk kadının, Türk Medeni Kanunun da kazanılmış haklarına dönük ve Avrupa Kamu Hukukunda yeri olmayan taleplerle TBMM’de seslerini duyurmaya çalıştılar. Bu marjinal grupları 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasanın tamamen kaldırılması yönünde çalışan ve daha çok sosyal medya üzerinde faaliyette bulunan diğer gruplar da takip etti.
Bu gruplar daha da ileri giderek “Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara Karşı Koruması İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (LANZAROTE)” kaldırılmasını da talep ettiler. Tüm bu talepler üzerine TBMM’de TCK 103. maddesinde değişiklik yönergesi verilerek çocuklara yönelik cinsel istismar vakalarının evlilikle sonuçlandığında cezadan muaf olmasını öngören kanun değişikliği gündeme geldi. Bu kanun değişikliği kamuoyunda oluşan tepkiler sonucu mecliste geri çekildi. Aslında gerçekten de İstanbul Sözleşmesi’nin 2014 yılından beri yürürlükte olmasına karşın bugüne değin geçen sürede sözleşmenin toplumun genelinde tam olarak anlaşılamadığı ortadadır. Hâlbuki sözleşme metninin giriş bölümünde sözleşmenin amacı net olarak tasvir edilmektedir.
Buna göre sözleşmenin nihai amacı Avrupa coğrafyasını kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetten arındırmaktır. İşte Avrupa Konseyi’nin bu kadar net tasvirine rağmen gerek Türkiye’de gerekse Doğu Avrupa ülkelerinde İstanbul Sözleşmesi’ne karşı itirazların yükselmesinin ana sebebi “aile içi şiddet” kavramından kaynaklanmaktadır. Sözleşmenin orijinal ismi “Europe Convention on Preventing and Combating Violence Against Women and Domestic Violance” Kadına Yönelik Şiddetin ve Ev içi Şiddetin Önlenmesi ve bunlarla mücadeleye dair sözleşme) olmasına karşın TBMM’de “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme” şeklinde onaylanarak geçirilmiştir. Görüldüğü gibi TBMM, alışılmışın dışında sözleşmenin orijinal isminde muhtemelen kamuoyuna dönük tek taraflı bir değişiklik yapmayı gerek görmüştür. Bunun farkı şudur; sözleşmede “aile içi” kavramı yer aldığında sadece resmi olarak aile kavramı içinde kalan bireylerin sözleşme tarafından korunacağı açıktır. Ancak uluslararası sözleşmelerin tek taraflı olarak isminde değişikliğe giderek sözleşme mağdurları daraltılamaz. Zira sözleşmenin tanım bölümünde partner ifadesiyle gerek aile içi mağdurların gerekse fail olarak LGBT + kişilerin de bu sözleşmenin hükümlerinden yararlanacağı açıktır. Sözleşmenin kapsamı; kadınlara yönelik şiddet, ev içi şiddet ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet şeklinde üç unsurdan oluşmakta ve bunu da geniş bir şekilde yorumlamaktadır. Yani sözleşme kadınlar, kız çocukları, erkekler, erkek çocukları, genç, yaşlı, evli, bekâr kişiler, engelli kişiler, azınlık grubu, madde bağımlığı ve geniş anlamıyla savunmasız tüm bireyler üzerine hüküm doğurmaktadır.
Ayrıca İstanbul Sözleşmesi, kadına ve ev içi şiddet karşısında gerekli tedbirleri üye ülkelere almalarını tavsiye ederken etkin bir denetim mekanizmasını da bünyesinde bulundurarak üye ülkelerin denetlenmesini de sağlayacak mekanizmalara sahiptir. Altını çizmekte fayda gördüğümüz husus, ne İstanbul Sözleşmesi ne herhangi bir milletlerarası bir sözleşmenin eşcinselliği teşvik etmeyeceğidir. Milletlerarası sözleşmeler insanların kendi tercihleri üzerinde bir tahakküm yoluna gitmezler. Milletlerarası sözleşmeler adaleti koruma, ekonomik, sosyal, kültürel, bilimsel hukuki ve idari alanlarda ortak davranışları kabul etme, insan haklarını korumayı ve geliştirmeyi teşvik ederler. İptal kararının Cumhurbaşkanlığı’nca Resmi Gazete’de yayınlanmasından sonra Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Konseyi’ne sözleşmeden çekildiği yönünde çekilme kararını bildirmiştir. Ne var ki Avrupa Konseyi’nin üye 27 ülkesi Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı ortak bir açıklama yayınladılar. Bu açıklamada “Sözleşmenin gizli bir gündem içermediğinin, sözleşmesinin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimle ilgili yeni standartlar belirlemediğinin ve sözleşmenin aynı cinsten çiftleri yasal olarak tanımlanamayacağını” özellikle altını çizdiler. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi de (AKPM) Türkiye Cumhuriyeti’nin çekilme kararının “demokratik toplumlarda uluslararası antlaşmaların feshedilmesini düzenleyen normlarla ilgili düşünsel bir çalışma gerektirdiğini belirterek” çekilme kararı ile ilgili Avrupa Konseyi’nin anayasal konularla ilgili uzman organı konumundaki Venedik Komisyon’undan Avrupa Konseyi Sözleşmelerinin onaylanma ve feshedilmeleri düzenleyen koşullar hakkında bir görüş isteyeceğini duyurmuştur.
Görüldüğü üzere 20.03.2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararının Türkiye’de iptali yönünde açılan davaların ve dava nedenlerinin Avrupa Konseyi üzerinde de geniş bir yansımasının olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda birkaç hukuki hususun ’da altı çizilmelidir. İstanbul Sözleşmesi 6251 sayılı yasa ile TBMM’de uygun bulunarak Anayasamızın 90. maddesi çerçevesinde yürürlüğe girmiştir. Hâlbuki Cumhurbaşkanı karar ve kararnamesi hiçbir işlem ile yasama alanında düzenleme yapamaz. Yani kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak yetkisi sadece TBMM’ ye ait olduğu gibi Cumhurbaşkanlık makamı Anayasa’nın 104. Maddesi uyarınca temel haklarla ilgili de tasarrufta bulunamaz.
Cumhurbaşkanlığı makamı iptal kararını her ne kadar daha önce yayınladığı CBK – 9 madde 3’e dayandırdıysa da bu kararnamenin geçerlik alanı uygulamasına antlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanarak çıkarılan ekonomik, ticari, teknik ve idari antlaşmalarla ilgilidir. Hâlbuki İstanbul Sözleşmesi hiçbir şekilde tartışmaya yer vermeyecek şekilde insan hakları alanında bir düzenleme ve Anayasamızın 90. maddesi gereğince normalar hiyerarşisi bakımından da yasaların üstündedir. Pek muhtemel Avrupa Parlamenterler Meclisi de Avrupa Konseyine yapılan sözleşmenin feshi ile ilgili başvuruyu da hukuki bakımından değerlendirilecektir. Tüm bu tartışmalar ışığında her ne kadar İstanbul Sözleşmesine karşı, sözleşmenin yürürlüğe girmesinden bugüne değin bazı itirazlar bulunsa da bu itirazların sadece belirli marjinal gruplar tarafından gündeme getirildiği, sözleşmenin iptal kararında hukuki dayanaktan yoksun olduğu ve bu dayanağın Avrupa Kamu Hukuku nezdinde de geçerlik taşımayacağı gözlemlenmektedir.
Avrupa Konseyi’nin üye ülkelerin Sözleşmelerinin belirli maddelerine çekince koyma haklarına sahip olduğu düşünüldüğünde İstanbul’da imzalanan ve ülkemizin ilk imzacısı olan bu milletlerarası metnin idari bir karar ile iptal edilmesinin öncelikle kadının güçlendirilmesini hedefleyen politikalara zarar vereceği ve özel durum nedeni ile savunmasız durumda olan bireylerin de korunmasına dönük tedbirlerin alınmasını zayıflatacağı açık olduğu gibi iddia edilenin aksine sözleşmenin esaslı unsurların da LGBT+ bireylerin hakları ile olmadığı ortadadır. Dolayısıyla başta kadınların toplum içerisinde güçlenmesini ve tüm zayıfları şiddetten koruma amacı ile oluşturulan milletlerarası bu metin hakkında verilen idari iptal kararından bir an önce dönülmesi düşüncesindeyiz.
20.03.2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararının Türkiye’de iptali yönünde açılan davaların ve dava nedenlerinin Avrupa Konseyi üzerinde de geniş bir yansımasının olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda birkaç hukuki hususun ’da altı çizilmelidir. İstanbul Sözleşmesi 6251 sayılı yasa ile TBMM’de uygun bulunarak Anayasamızın 90. maddesi çerçevesinde yürürlüğe girmiştir. Hâlbuki Cumhurbaşkanı karar ve kararnamesi hiçbir işlem ile yasama alanında düzenleme yapamaz.
İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışmalar sözleşmenin 2014 yılında yürürlüğe girmesinden bugüne değin sürmekteydi. Önce “nafaka mağduru babalar” “boşanmış mağdur babalar derneği” gibi marjinal baskı unsurları Türk kadının, Türk Medeni Kanunun da kazanılmış haklarına dönük ve Avrupa Kamu Hukukunda yeri olmayan taleplerle TBMM’de seslerini duyurmaya çalıştılar.