Gündelik hayat gibi çalışma dünyası da Koronavirüsün yarattığı zorunluluklar nedeniyle yeniden dizayn ediliyor. Başta çalışan sağlığı olmak üzere, üretim süreçlerinin aksamaması için yapılan bu düzenlemelerin başında esnek çalışmanın yaygınlaşmasından mobiliteye geçiş geliyor. Deloitte Türkiye, Koronavirüs’ün çalışanlara ve çalışma hayatına olası etkilerini ve yeni normali atı başlıkta topladı.
Gündelik hayat gibi çalışma dünyası da Koronavirüsün yarattığı zorunluluklar nedeniyle yeniden dizayn ediliyor. Başta çalışan sağlığı olmak üzere, üretim süreçlerinin aksamaması için yapılan bu düzenlemelerin başında esnek çalışmanın yaygınlaşmasından mobiliteye geçiş geliyor. Deloitte Türkiye, Koronavirüs’ün çalışanlara ve çalışma hayatına olası etkilerini ve yeni normali atı başlıkta topladı.
Koronavirüs ile birlikte, tüm toplum ve tabii ki çalışma hayatı en azından bu süreci atlatana kadar bir uyum sürecine girdi. Bununla birlikte kurumsal hayatın aktörleri olarak pek alışık olunmayan yepyeni sorular ve sorunların yanıtları ve çözümleri aranmaya başlandı.
Kısa vadede mücadele verilirken, uzun vade açısından da önemli dersler çıkarıldı. Bu süreç şirketler ve çalışanlar için kuşkusuz geleceğe dair hayati ipuçları sunuyor. Deloitte Türkiye’nin hazırladığı Covid-19’un çalışanlara ve çalışma hayatına olası etkilerini EGİAD Yarın dergisi için derledik.
UZAKTAN ÇALIŞMA
Son yıllarda esnek çalışma koşullarının ön plana çıkan bileşenlerinden biri olan “uzaktan çalışma” aslında tercihlerin üzerine kurulu bir kavramdı. Bugün evden, bir kafeden veya herhangi bir lokasyondan çalışarak işlerimizi yürütebiliyoruz. Bu uygulamalar, çalışanlar adına kişisel sebepler ile kendi motivasyonları için bir tercih iken şirketler için hem mali kazanımlar hem de çalışan bağlılığı bakış açısıyla tercih ediliyordu. Çalışanların özellikle gençlerin bir kısmı; iş yerini/çalışma ortamını sosyalleşmek, uzun vadeye dönük ilişkiler geliştirmek ve sosyal ağlar kurmak ve “ortamı deneyimlemek” adına bir fırsat olarak görüyor. Bu nedenle uzaktan çalışmak onlara cazip gelmeyebiliyor.
Bu sadece kuşak veya yaş ile ilgili bir durum da değil. Bazılarımız, kişilik yapılarımız sebebi ile “kalabalıklarda olma” fikrini seviyoruz. Kimimiz fazlası ile dışa dönük, kimimiz ekip çalışmasını seviyor ve motive olmak adına çalışma arkadaşlarından ilham alıyor. Bazılarımız tek başımıza olduğunda yeterince öz disiplin sağlayamıyor. Bazılarımız ise bir kurumun, markanın, amacın parçası olduğunu ve o aidiyeti fiziksel ortamlar ve bir arada çalışmak ile hissedebiliyor.
Öte yandan konu bazen bir seçimden öte, bir zorunluluk olarak karşımıza çıkabiliyor. Uzaktan, evden çalışmak isteseler ve şirketleri bunu desteklese bile buna imkanı olmayanlar var. Örneğin, ev ortamları buna müsait olmayabiliyor.
Nitekim Koronavirüs ile birlikte, konu artık tercihten öte bir zorunluluk halini alabilir. Bu zorunluluk, mevcut durumda da örneklerini gördüğümüz şekilde hükümetlerin veya şirketlerin aldıkları kararlardan ve yaptırımlardan kaynaklanabilir. Dolayısıyla özellikle evden çalışma daha yaygınlaşabilir. Son günlerde bu tarz uygulamalar salgından korunma amaçlı olarak gittikçe yaygınlaşmaya başladı.
Uzaktan çalışma konusunda dijital altyapıları daha hazır, insan kaynakları politika ve prosedürleri ile iş yapış şekilleri, alışkanlıkları ve kültürleri daha çok oturmuş firmalar kuşkusuz böyle dönemleri diğerlerine oranla daha başarılı bir şekilde atlatacaklardır.
DİJİTAL İŞGÜCÜ
Türkiye’de ilk Covid-19 vakası çıktığı günden bu yana şirketler dijital yetkinliklerine bağlı olarak çalışanlarını, müşterilerini ve diğer tüm paydaşlarını korumak ve riskleri asgariye indirgemek adına belli önlemler alıyor. En hızlı aksiyon alabilen ve çalışanlarının uzaktan, evden çalışmasına olanak sağlayan şirketlerin, önceki yıllarda buna imkan tanıyabilecek teknolojik alt yapıyı kurmuş olan, en azından ayda ortalama iki, dört gün çalışanlarının uzaktan çalışmalarına olanak tanıyan şirketler olduğu görüldü. Bu şirketlerin önceki yıllarda sanal çalışma ve iletişimi destekleyen araçlara yaptığı yatırımlar, böylesi bir krize hızlı bir şekilde cevap verebilmelerini sağladı. İçinde bulunduğumuz durumda, hastalığa yakalanan çalışanlar, hatta yakalanmamış olsalar bile enfekte olduklarından şüphelenenler teşhis ve tedavi süreçleri boyunca ki bu süreçler oldukça uzun sürebiliyor doğal olarak işyerlerinde devamsızlığa neden oluyor. Bunu iyi bir şekilde yönetebilmek başlı başına bir sınav. Başta mevsimsel grip olmak üzere, aslında birçok farklı rahatsızlık ve sağlık sorunları her sene, en azından dönemsel olarak belirli düzeylerde şirketleri etkiliyor. Ancak bunlara ek olarak, bu ölçüde bir “mega salgın” alışılageldik seviyelerin üzerinde bir baskı yaratıyor.
MOBİLİTE
Günümüzde çalışanlar için en büyük motivasyon unsurlarından biri mobilite. Farklı roller ve iş tanımları, farklı departmanlar, yeni şirketler, değişik sektörler, farklı şehirler, yeni ülkeler… İşin tüm heyecanı burada değil mi? Böyle olunca da “mobilite” özellikle Y ve Z kuşakları için tam bir mıknatıs haline geliyor. Mobilite aynı zamanda şirketler için de büyük önem taşıyor çünkü küreselleşmenin kaçınılmaz sonucu olarak iş modelleri, organizasyon yapılanmaları ve kariyer tasarımları hep bunun üzerine kurulu, teknolojik alt yapıları ve iletişim mekanizmaları bunu destekler şekilde kurgulanmış. Konunun yetenek politikaları dışında yönetsel, finansal, yasal ve dijital boyutları da var ama artık şirketler bunları çok daha rahat ve profesyonelce yönetebiliyor.
Öte yandan bir yerden bir yere gitmek artık çok kolay ama bazen bir o kadar da zor. Dünyanın belirli bölgelerine seyahat etmeden önce o ülkelerdeki risklerin önden değerlendirilmesi standart bir uygulama.
Sağlık penceresinden bakarsak; sarıhumma aşısı olmak, ebola nedeniyle seyahatinizi iptal etmek; sınır ötesi bir atama söz konusu olduğunda sıtma riskini değerlendirmek gibi birçok örnek verebiliriz. Bir de küresel çapta ve riskli bir salgının boyutlarını düşünün. Çalıştıkları ofislerin veya fabrikaların, yaşadıkları şehirlerin ve ülkelerin ötesinde, çalışma hayatlarını ve kariyerlerini çok daha geniş bir alana yaymış; kimisi dönemsel görevlendirmeler, kimisi ise bazen uzun, bazen kısa sürekli seyahatler ile böyle bir iş hayatına uyum sağlamış çalışanların Koronavirüs kaynaklı seyahat yasakları ve kısıtları sonucu düzenleri tamamen değişebilir.
ÇALIŞAN DENEYİMİ VE MOTİVASYONU
Söze, her çalışanın bir insan olduğunu, kendisinin ve sevdiklerinin sağlığını her şeyin önüne koymasından daha olağan bir şey olmadığını söyleyerek başlayalım. Günümüzde şirketler çalışanlarına sadece ekonomik faydalar, kariyer ve gelişim olanakları sunan oluşumlar değil.
Çalışanlarının sağlık ve zindeliklerinden de sorumlular. Sağlık deyince, konuyu bütünsel bir pencereden bakarak bedensel, zihinsel ve ruhsal boyutları ile ele almalıyız. Çalışan sağlık ve güvenliği konuları zaten olmazsa olmaz ve kanunlarca güvence altına alınmış haklardır. Devletin sağlıkla ilgili sağladığı sosyal güvencelerin ötesinde, şirketlerin birçoğunun yan haklar kapsamında özel sağlık sigortası olanakları sunduklarını da biliyoruz. Ülkemizde halen özel sağlık sigortası imkanları sunmayan bir çok şirket bulunsa da trend artış yönünde.
Bunlar yeterli mi dersek, yanıt hayır olmalı ki, bugün “zindelik” kapsama alanı altında kurumların çalışanlarına getirdiği birçok farklı seçenek mevcut. Koronavirüs gibi bir durum söz konusu olduğunda ise bu konvansiyonel çerçevenin dışına taşan farklı bir durum oluşuyor.
İŞ GARANTİSİ VE SÜREKLİLİĞİ
II. Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan ekonomik durgunluklara genellikle ekonomik politikalarla ilgili hatalar, finansal balonlar, petrol krizleri sebebiyet verdi. Ancak, bu sefer durum çok daha farklı, çünkü tüm otoritelerce; küresel pandemi sebepli bir ekonomik durgunluk yaşanması bekleniyor.
2019 Aralık ayından itibaren konuşmaya başladığımız Koronavirüs salgınının ekonomik etkileri ülkemizde de hissedilmeye başladı. Kuşkusuz böylesi bir salgından her ülke, her sektör ve bunların sonucu olarak her şirket aynı düzeyde etkilenmeyecek. Ancak mevcut durumda dünya ekonomisi oldukça zarar görmüştür ve görmeye de devam edeceği öngörülüyor.
Keskin bir şekilde talep düşmesi, tedarik zincirinde yaşanan problemler, işgücü devamsızlığı gibi tetikleyicilerin yarattığı olumsuz koşullar nedeniyle birçok sektör çok büyük yaralar alabilir.
İlk olarak Çin’de başlayan bu salgının etkileri Çin’den ithal edilen ürünlerin Çin fabrikalarının kapatılması sonucunda tedarikinin sağlanmaması ile hissedilmeye başladı. Havacılık ve turizm sektörleri de ilk etkilenen sektörlerden oldu. Türkiye nüfusuna toplu olarak “EvdeKal” çağrısı yapılması ile birlikte eğitim, yiyecek, içecek ve perakende sektörleri de sırasıyla zorluklar yaşamaya başladı. Arada tek tük de olsa bazı sektörlerin; örneğin sağlık sektörü iş hacimlerinin, kar marjlarının arttığını görebiliriz. Süreç ne kadar uzar, salgın ne kadar yayılır ve derinleşirse sonuçta ticari düzlemde de kazanan kalmayacak.
Sadece sektör değil, coğrafi açıdan yaklaşırsak; salgından daha fazla etkilenen ülkelerin şirketleri, diğer ülkelerinkilere göre daha fazla zarar görecekler.
KAPSAYICILIK
Günümüz iş dünyasında liderlik kumaşı açısından olsun, değerler ve kültür açısından olsun; sürekli ön planda olan konulardan biri kapsayıcılık. Hem kendi firmamızda hem de ekosistemimizde yer alan paydaşlarda temas ettiğimiz kişilerle ilgili ayrımcılık yapmıyor olmamız hepimizden beklenen örnek davranış. Gelin görün ki sadece Koronavirüsün değil, birçok tehlikeli salgın hastalığın son yıllarda Uzak Doğu kaynaklı olması nedeniyle, başta Çin olmak üzere tüm o coğrafya adeta mimlenmiş durumda.
Çinli veya Çin kökenliler, hatta neredeyse tüm Uzak Doğu halkları bu nedenle toplumda dışlanıyor; kendilerinden köşe bucak kaçılıyor. Bu tarz durumların işyerlerine, ofislere sıçraması, kapsayıcılık sınavından kalmamız anlamına gelecektir ve herkes böyle davranmasa da davranan insanlar azımsanmayacak oranda olacak. Yani sosyal mesafe, tecrit vs. konuşulurken, işi farklı boyutlara taşımamak çok önemli. Kapsayıcılık konusuna farklı bir perspektiften daha yaklaşabiliriz.