Offshoring üretim, üretimin temel girdilerini üretenlerle yani tedarikçileriyle, nihai malları üretenler arasında dikey birleşmeye yol açan bir etki doğurmuştur. Bu doğrudan sermaye hareketlerinin artmasına yol açmıştır.
Dünya Ekonomisinde dış ticarette daralma 2018 yılının üçüncü çeyreğinden itibaren başlamış, 2019 yılının üçüncü çeyreğinden itibaren COVİD-19’un etkisiyle birlikte, bu durum dünya ticaret hacminde dışa açık ekonomiler için dış talep şokuyla ortaya çıkan bir krize dönüşmüştür. Dünya Ticaret Örgütü’nün verilerine göre tablodanda (Tablo1)görüldüğü gibi, 2020 yılında emtia ticareti %5,3 bir azalış göstermiştir.
Bu azalış, ithalatçı ülkelerde ekonomik büyümenin düşmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu süreç ihracatçı ülkelerin gelir düzeylerinde, ihracattaki azalmanın üzerinde GSYİH’da yani büyüme oranlarında azalmaya yol açmıştır. Ancak iç talepteki daralmanın ve genişletici politikaların etkileriyle birlikte, bu azalma sınırlandırılmıştır. Fakat iç talebe dayalı büyüme, ülkelerin ödemeler bilançosu dengesizliği sorununu ortaya çıkarmıştır. Bu sürecin COVİD-19 salgının etkisine bağlı toparlanmaya dönüşüp dönüşmeyeceğinin bugünden tahmini oldukça zordur.
Ancak şu ifade edilebilir ki; ortaya çıkan iyileşmeler, ancak kayıpların yerine konulması şeklinde olacaktır. Net kazanç seviyesi ise COVİD-19 sonrasındaki yeni eğilimler tarafından belirlenecektir.
COVİD-19 salgın süreci, 1980 yılından bu yana dünya ekonomisinde dış ticarette serbestleşme ve üretimin ilk olarak çok uluslu şirketlerle, daha sonraları ulus aşan şirketlerle küreselleşen eğiliminde bir kırılma ortaya çıkarmıştır. 2016 yılından sonra ABD ile Çin arasında ortaya çıkan ticaret savaşı, araçları değişmiş olsa bile, dozu aynı kalacakmış biçimde sürme eğiliminde olacaktır. Bunun temel nedeni, gelişmiş ülkelerin özellikle dünya ekonomisinde serbestleşme eğilimlerinin hızla uygulamaya konulmaya başlandığı 1950’li yılların başından itibaren, ilk defa Çin’in kazanmış olduğu rekabet gücünün baskısı ile karşı karşıya kalmalarıdır. Bu noktada gelişmiş ülkelerin Çin ve Asya Pasifik Bölgesinin teknolojik ürünlerin tedarik zincirindeki hem satıcı hem de alıcı üstünlüğüne karşı olarak uygulayacakları politikalarla birlikte, en önemli etkisi; küresel düzeyde tedarik zincirinde ortaya çıkaracağı değişim olacaktır.
Küresel tedarik zinciri, genelde girdi olarak kullanılan mal ve hizmetlerin tedariğinin küresel düzeyde kıtalar arasında sağlanmasına yönelik olarak ortaya çıkan bir ağ ticaret yapısıdır. Küreselleşen ve ölçekleri büyüyen şirketlerin maliyetlerini düşürmek amacıyla başvurdukları uygulamalarla ortaya çıkan küresel tedarik zinciri, üretim zincirinin aşamalarının ülke dışında yerleştirilmesiyle başlayan “off-shoring”le birlikte hızlanmıştır. Bu sürecin üretimin, temel girdi ve ara malları üretimini de kapsayacak biçimde genişlemesi, iletişim teknolojisindeki hızlı gelişime ile birlikte, başta Çin olmak üzere Doğu Asya bölgesine yaygınlaşmasıyla tedarik zincirinin küreselleşmesine yol açmıştır. Offshoring üretim, üretimin temel girdilerini üretenlerle yani tedarikçileriyle, nihai malları üretenler arasında dikey birleşmeye yol açan bir etki doğurmuştur.
Bu doğrudan sermaye hareketlerinin artmasına yol açmıştır. 2016 Yılından sonra ABD’nin uygulamalarının bu süreci tersine çevirme eğiliminde bir ticaret politikasına yönelmesi önemli bir değişimdir. Bu değişim tedarik zincirinde bir kırılma olarak ifade edilebilir. Var olan değişim, uluslararası politika koordinasyonu çerçevesinde çözümlenmesi gereken bir ekonomik sorundur.
Bu çerçevede yeni politikalar ülkeler arasında Dünya Ticaret Örgütü yapısı altında müzakere yoluyla üzerinde anlaşmaya varılabilecek yeni bir ticaret rejimi ile bir krize dönüşmeden çözüm üretilebilecek gelişmedir. Dünya Ticaret Örgütü kuralları çerçevesinde yeni bir tedarik zincirinin oluşumu ve bu konuda ticaretin nasıl olması gerektiğinin düzenlenmemesi durumunda yeni ticaret savaşları ile karşılaşılabilir.
Tedarik zincirinde ortaya çıkan eğilimin, COVİD-19 salgını ile birlikte bir kırılmaya dönüşmesi, Çin’in karşı karşıya kaldığı salgınla birlikte, üretimini yavaşlatmasının sonucunda ortaya çıkan arz şokudur. Bu durum başta ABD olmak üzere, Avrupa ülke üreticilerinin çok sayıda ürünlerinde yüksek teknolojik ürünleri kullanımında Çin’e ne kadar bağımlı olduklarını ortaya çıkarmıştır.
COVİD-19’un söz konusu ülkelerde ortaya çıkardığı kapanmayla birlikte, ortaya çıkan talep şoku da tedarik zincirlerindeki üretim süreçlerinin ülke içine kaydırılması yönünde milliyetçi yaklaşımları ön plana çıkarmaya başlamıştır. Bunun sonucunda gelecek beş yılda ortaya çıkacak yer değiştirme sonucunda küresel ticaretin 2.9- 4.6 trilyon dolarlık değerinde olan ticaretin %25’nin farklı bölgelerden yapılmaya başlanacağını belirten projeksiyonlar vardır1.
Dış ticarette serbestleşme, üretim ve üretim aşamasında kullanılan ara mallarının gerek uzmanlaşma gerekse etkinlik ile verimlilik için farklı ülkelere yayılmasıyla ortaya çıkan eğilim, özellikle 2016 yılından itibaren tersine dönmeye başlamıştır. Bunun sonucunda tedarik zincirinde yer alan küresel firmaların kurulu oldukları ülkelere geri dönmesi konusunda uygulamalarla karşı karşıya kalmışlardır. Ancak günümüzdeki teknolojik gelişim, üretimdeki teknik eleman ve bilgi birikimine bağlı olarak ortaya çıkarmış olduğu uzmanlaşmadan dolayı herhangi bir yer değiştirme için önemli bir kısıt ve maliyetle karşı karşıyadır. COVİD-19 salgının ülkelere ve ülke içindeki üretim karar birimi olan firmalara kazandırdığı en önemli deneyim bugün bir üretim sürecinin sürdürülebilirliğinin küresel tedarik zincirine bağlı olduğudur.
Dünya ekonomisinde 2018 yılının son çeyreğinden sonra ortaya çıkan yavaşlama karşısında küresel ölçekte ve ülkeler temelinde tedarik zincirleri konusunda yeni bir arayışın ortaya çıktığı ifade edilebilir. Bu arayışın ana nedenlerinden en önemlisi tedarik zinciri içinde yer alan üretim birimlerinin bulunduğu coğrafyada karşı karşıya kalınan doğal ve jeopolitik risklerin üretim kesilmesi ve azalışları sonucunda oluşan maliyetlerin yüksekliğidir. Bu maliyetler tedarik zincirlerini oluşturan üretim birimlerinin coğrafi olarak çeşitlendirilmesine yönelik uygulamalara önem kazandırmaya başlamıştır. Bu çeşitlendirme uygulaması küresel tedarik zincirinde önemli bir kırılma olarak tanımlanabilir. Bu açıdan yeni küresel tedarik zincirleri ulaşım çeşitliliğine sahip olacak bir coğrafya ile birlikte düşük ulaştırma maliyetlerine sahip, farklı risklerin ortaya çıkarabileceği etkilerin düşük olduğu, mal hareketliliğinin sürekliliği olan bir yer seçimine bağlı olacaktır. McKinsey Küresel Enstitüsü tarafından yapılan araştırma sonucunda tedarik zincirleri için finansal krizleri, terörizmi ve doğal afetleri önemli ve belirleyici olarak tanımlamıştır. Tedarik zinciri konusundaki değişim insan kaynağından tutun depolama ve saklamayla birlikte lojistik alanlarının tümünde yeni dönemde farklılaşmayı ortaya çıkaracaktır.
Bu farklılaşmaya karşı sektör ve ülkelerin kurumsal ve alt yapı olarak ne kadar hazır olduğu sorusu da, açık uçlu olarak cevaplanmayı beklemektedir.
Dünya ticaret hacminde 2020 yılının son çeyreğinde mal ticaret hacminde %4,4, ihracatında %3,9 bir artışla birlikte önemli bir toparlanma süreci görülmüştür. Ancak COVİD 19’un özellikle teknolojik araç ve iletişime yönelik ortaya çıkan bu sektördeki talep şoku, yüksek teknolojik ürünlerle, dünya mal ticaretinin en önemli sektörü olan otomotiv sektörü üzerinde “çip” arz sorununu ortaya çıkarmıştır. Bu durum bugünkü teknolojik gelişimde en önemli girdi durumunda olan çip ve yarı iletkenler konusunu, küresel tedarik zinciri krizi haline getirmiştir. Bu sorun, tedarik zincirinin en önemli mal grubunun bu mallardan oluşmasından kaynaklanmaktadır. Ortaya çıkan bu yeni süreç, enerji krizlerinden bu yana devletlerin doğrudan müdahale etmesi gereken bir uluslararası ilişkiler sorunu haline gelmiştir.
Bunun nedeni bu tür malların ekonomide başta enerji sektörü olmak üzere, üretim sürecinde belirleyici olmasıdır.
Bundan dolayı yeni durum hükümetler üzerinde baskı oluşturan bir süreç haline gelmiştir. Bununla birlikte, yarı iletkenler konusunda tedarik zincirindeki kırılma bir güvenlik sorunu olarak değerlendirilerek, yerli üretime yönelik bir eğilim önem kazanmaya başlamıştır.
Genel olarak 2019 yılı itibariye ABD’nin kendi üretim yapısı açısından DAO (discrete, analog, optoelectronics, sensors) ile EDA (electronic design automation) üstünlüğü olmasına karşın, malzeme ve makine veya benzeri araçların üretiminde kullanılan teknolojik araçlar konusunda Asya Pasifik Bölgesi ile birlikte Çin, Dünya’da en büyük paya ve üstünlüğe sahiptir. Bu pay söz konusu araçların, sağlık sektörü gibi insanların yaşamlarında önemli yeri olan yerlerde kullanımı ve günlük yaşamda kullanılan aletlerin bir parçası olmasından dolayı yaşam içinde belirleyici etkisi vardır. Bu nedenle, teknolojik ürünlerin temel girdisi olarak kullanılan başta yeni iletkenler olmak üzere, bu mal grupları günümüzde stratejik mal özelliği kazanmışlardır.
Yüksek teknoloji ürünlerinin stratejik bir mal özelliği küresel tedarik zincirinde ABD ile Asya Pasifik ve Çin arasında ortaya çıkan küresel iş bölümünü değiştireceği yönünde bir etkisi olacaktır.
Bu değişim uluslararası ticarette rantların paylaşımını belirleyecek olmasından dolayı dünya ekonomisinde önemli bir gerginlik kaynağı olarak görülmelidir. ABD’nin 5G alt yapısına yönlenmesi ve teknolojik ürünlerin özellikle Çin’e ihracatına yönelik önemli bir engelleme politikası olarak değerlendirilebilir. ABD özellikle Çin’e ihracatta bulunan yarı iletken firmaların kayıplarını iç pazarını harekete geçirerek teknolojik ürünlerde küresel tedarik zincirinde rekabet üstünlüğünü korumaya çalışmaktadır. Ancak bu süreç nihai malların üretiminde maliyet artışıyla birlikte fiyat artışlarına bağlı olarak dünya ticaretini etkileyecek önemli bir unsurdur. Günümüzde tedarik zincirleri konusunda tartışmanın temelinde de teknolojik gelişmenin bir sonucu olarak; yarı iletkenler ile süper iletkenler konusunda tedarik zincirinin sürekliliği sağlanmasının ortaya çıkardığı risk vardır.
Yeni sürecin Türkiye için avantajları ve dezavantajları neler olabilir? Öncelikli olarak tedarik zincirinin oluşumunda çeşitlendirme ve coğrafi olarak deniz, kara ve demiryolu bağlantıları olabilecek bölgeler öne çıkacaktır. Bu açıdan Türkiye’nin konumu önemli bir avantaj olarak öne çıkacaktır. Özellikle Türkiye ile Avrupa Birliği arasında yapılacak Gümrük Birliği ile ilgili güncellemede yarı iletkenler ile çip üretimini de kapsayacak biçimde olmalıdır. Bu konuda Türkiye’nin en dezavantajlı olduğu nokta, yeterli yetişmiş uzman vasıflı beşerî sermayenin yetersizliğidir. Bununla birlikte, özellikle coğrafi avantajdan dolayı Asya Pasifik bölgesinde merkezi bulunan üreticilerin Türkiye’ye çekme yönünde politikalar geliştirilmelidir. Bu konuda başta ABD olmak üzere, İngiltere ve AB devlet politikaları geliştirme yönündeki uygulamalarında izlenmesi gerekmektedir.
Yeni tedarik zinciri aynı zamanda yeni küresel değer zincirini oluşturacağı için yeni teknolojik ürünlerin, en önemli girdisi olan, yarı iletkenler başta olmak üzere, çip ve pil gibi ürünlere yönelmek bir zorunluluktur. Söz konusu ürünlerin katma değer yaratma potansiyeli üretimde kullanılan araçlarda %50 dir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, yeni dönemde tedarik zincirlerinde yüksek teknolojiye yönelmek ve ülkemizin de bu zincir içinde rekabet üstünlüğünü kazanması amaç olmalıdır.