Altay Spor Kulubü’nün başarı reçetesi; İstikrar, Sermayeyi Heyecanlandırmak, Gençlere Güvenmek
Altay Spor Kulübü için gönül verenlerin önümüzdeki döneme yönelik belirdikleri hedefler, 3 dönem ve 7 yıl çarpanından oluşuyor. İlk 7 yıllık hedeflere bu yıl dahil 5 yıl içinde ulaşmayı başaran kulüp, bugünlerde yeni döneme ilişkin çalışmalara hız vermiş durumda. İkinci 7 yıllık dönemde tesisleşme, yeni alt yapı tesisi, A takımı tesisi yapma konusu ve Avrupa lig kupalarına katılmanın temellerini oluşturulması planlanıyor.
Üçüncü 7 yıllık dönemde ise her şeyiyle kendine yeten, Avrupa’da ülkesini temsil eden, sürekli lig sağlamış, oyuncu satan, uluslararası arenada bilinirliği olan bir kulüp haline gelmek hedefleniyor.
Altay Spor Kulübü’nün bu sezon İzmir’e getirdiği başarıyı Altay Spor Kulübü Başkanı Özgür Ekmekçioğlu ve Başkan Yardımcısı Levent Doğanoğlu ile konuştuk. Kulübün başarısı üzerinden Türk ve İzmir futbolunun gelişimine ve yapılması gerekenlere ışık tuttuk.
İzmir olarak Lig’de iki takımımızın olması güzel oldu. İnşallah kalıcı olur…
Ö.E: İnşallah, İzmir’in buna ihtiyacı var. İki takımın burada olması güzel bir enerji oluşturacak. Biz sinerjiyi hissediyoruz. Rekabet her zaman başarıyı getiriyor. O yüzden Göztepe ile ligde olmak ikimiz için de çok büyük avantaj sağlayacak. En önemlisi bunun avantajını İzmir yaşayacak.
Öncelikle okuyucularımız sizi tanıyabilir mi?
Ö.E: İzmir’de doğdum, büyüdüm. Doğuş Üniversitesi Makine Mühendisliği’nde okudum. Üniversite bittikten sonra İzmir’e geri döndüm. Ailemle beraber kendi aile şirketimizde çalıştım. 2012 yılında kendim mekanik firması olan Reo Mühendislik’i kurdum. 2014 yılında da inşaat işine başladım. 2018’den beri otomotiv işinde Opel bayisiyim. Aynı zamanda da yangın güvenlik ve yangın söndürme sistemleri üzerine çalışan aile şirketimizde yönetim kurulu üyesi olarak görev alıyorum.
Altay Spor ile yollar nasıl kesişti?
Ö.E: Üniversiteden döndükten sonra kulübümüzden davet geldi. Ondan sonra bir süre profesyonel şubede görev aldım.
Ondan önce hiç Altay ile bir bağlantı var mıydı?
Ö.E: Alt yapısında 2001-2002 sezonunda lisanslı basketbol oyuncusu olarak görev yaptım.
Kulüp yönetimi için davet kimden geldi?
Ö.E: Futbol camiası içerisinde biraz renk göstermeye başlayınca hemen orada birilerinin ilgisini çekiyorsunuz. Zaten kulüp o dönemde üçüncü ligdeydi.
L.D: Benim ilgimi çekti.
Siz daha önceden arkadaşsınız…
L.D: Altay Spor Kulübü’nün taraftarı ve aynı zamanda eski oyuncusuyum. Altyapıda oynadım. Özgür ile de eskiden bir tanışıklığımız var. Özgür’ün ciddi anlamda spor hayatına yani yöneticilik tarafına atılıp İzmir’de bir fark yarattığını düşünüyorum. Onun da Altay ile bir gönül bağı olduğunu biliyorum. O zamanki yönetim kuruluna Özgür ile ilgili bir teklifte bulundum.
Ö.E: Zaten, hepimizin kanı da siyah beyaz akıyor. O yüzden kulübün davetine icabet ettik. Önce profesyonel şubede görev aldım. Göğüs ve forma sponsoru olarak katkıda bulundum. O sene takıma ciddi destek olduk. Zor bir sezon geçiriyordu. Ondan sonraki sezon da başkan olarak kulüpte göreve başladık. Kulüp iki sene üst üste şampiyon oldu. Önce 1. Lig’e çıktık, üç yıl içinde de Süper Lig’e taşıdık. Toplam 5 senede üç şampiyonluk yaşadık. 5 yıl kimileri için uzun; kimileri içinse kısa bir süreç… Borç yükünün de olduğu bir süreçten bahsediyoruz.
O süreci nasıl yönettiniz? Bu 5 yıllık süreç için nasıl bir çalışma programı belirlediniz?
Ö.E: 20 milyon TL gibi bir borç ile kulübü devraldığımızı düşünüyorduk ama bu görünen kısmı imiş. Ondan sonra devam eden davalar, onların faizleri gibi bir süreçle karşılaştık.
Rakam ne kadara çıktı?
L.D: Euro bazında söylemek daha doğru olur. Çünkü o zamanki 20 milyon ile şimdiki 20 milyon aynı değil.
Ö.E: O gün 5-6 milyon Euro gibi bir borçla aldığımızda, üzerine de devam eden şimdi tam belirli net rakam nedir bilemem ama mesela üzerine en kötü 2 milyon Euro daha yani 8-10 milyon TL daha hiç beklemediğimiz dolaylı borçlar çıktı. Her kurumda en önemli nokta istikrar. Çünkü gideceğiniz bir yol varsa siz bunun haritasını çiziyorsunuz. Bu hedefe doğru yürüyorsunuz, ilerlemeye başlıyorsunuz ama bir yerde bıraktığınızda yeni gelen belki sizle aynı hedefi belirlemiyor. O yüzden baktığınızda en önemlisi istikrar. Biz de beş senedir bunu sağlıyoruz.
Yani birinci anahtar kelime ‘istikrar’…
Ö.E: Kesinlikle. 5 sene boyunca hem şampiyonluk hem borçları temizleme hem kulübün önünü açma konusunda istikrarlı bir şekilde yol almak için yola çıktık. Nefesimizi tutmadan yolumuza devam ettik. İstikrarlı bir şekilde buraya kadar geldik.
Borçların ne kadarını ödediniz? Ö.E: O dönemkilerin hepsini ödedik. Yeni borç yaptınız mı?
L.D: Tabi, endüstriyel futbolda büyürken ,lig atlarken borç yapmamanız mümkün değil. Liglerde gelir gider dengesi zaten çok saçma sapan durumda. Alt liglerde size verilen paralarla tesisin gelir giderlerini bile karşılamanız mümkün değil. Burada Başkanın özverisini göz ardı edemeyiz.
Bütün benliğini, vücudunu taşın altına koydu. Kulübün ana borcu Özgür Ekmekçioğlu’nadır. Onun dışında büyük bir borç söz konusu değil. Kendi mütevazıdır, bu tarz konularda konuşmayı sevmez. Ondan ben anlatıyım. Kulübün borç yükünü aslında kendisi ağırlıklı olarak çekti. Bugünlere kadar geldik. Eğer onun desteği olmamış olsaydı ve alt liglerde kalmış olsaydık o liglerdeki gelirler ile hıc yatırım yapmamış olsanız,hiçbir futbolcuya ödeme yapmamış olsanız dahi borcumuz 13 sene gıbı bır sure de odenırdı. Bizim amacımız açıkçası doğru bir yapılanmayla Altay’ı 2-3 sene içerisinde sıfır borca getirip, daha sonra da daha ileriye taşımaktır. Ona göre bir yapılanma yapıyoruz ve bunun içinde alt yapı, oyuncu satma, vesaire gibi bir sürü hedefimizin olduğu ciddi bir süreci yönetmekteyiz
Hakikaten sıfır borç olabilir mi?
L.D: Olur. Dünyaya örneklerine baktığımızda birçok kulüp aslında bunu doğru yönetip yapıyor. Barcelona, Manchester United gibi…
Bunlar uç örnekler değil mi?
L.D: Bunlar bizim için uç örnekler ama ben hep bakıyorum. Mesela Avusturya-Salzburg örneği var. O da bizim gibi ufak bir şehir takımıdır, şehrin bütün dinamiklerini kullanır. Doğru bir yapılanma ile alt yapıya önem vererek son 5 senede bütün Avrupa kupalarında çeyrek finali zorlamış, onun dışında kendi liginde şampiyon olmuş, son 5 sene içinde oyuncu satışından elde ettiği gelir 225 milyon Euro…
Aslında biraz onu örnek alıyoruz, gittiğimiz yol da o yöndedir. Oyuncu satarak, alt yapıdan oyuncu geliştirerek bunu başarabiliriz. Bunu söylemek kolay tabi…
Biliyorsunuz futbolda her şey istediğiniz gibi gitmeyebiliyor; çok umut vaat eden bir oyuncu sakatlanabiliyor, oyun dışı kalabiliyor, hiç ummadığınız bir oyuncu çıkıp çok ekstra işler yapıp çok iyi yerlere gelip kulübe bonservis getirebiliyor. Ondan dolayı hedefimiz bu, başarılabilir bir şey kâğıt üzerinde ama pratikle teori ne kadar uyacak göreceğiz. Hedef bunun üzerine kurulu.
L.D: Evet, doğru bir yapılandırma yapıyoruz ama inşallah şans da yanımızda olur.
Bu finansman anlamında belirlenen bir hedef… Siz geçtiğimiz günlerde güven tazelediniz. Yeni dönem için nasıl bir çalışma programı belirlediniz?
Ö.E: İlk göreve geldiğimizde üç tane yedi senelik planlama açıkladık. İlk yedi seneyi de beş yılda tamamladık. Bu ilk yedi sene içerisinde zaten Süper Lig’e çıkma, borçları doğru bir şekilde yapılandırma, hatta yedi sene içerisinde de borcu sıfırlama gibi bir planlama koymuştuk.
Bugün itibariyle, biraz önce de Levent’in dediği gibi borcun ana kısmı yönetici grubuna, kalan küçük bir kısmı geçmiş dönem oyuncu borcu vardı ki onları da şu an kapattık.
Bundan sonra esas borç dediğimiz şey aslında önümüzdeki sezonun bütçesi. Sözleşmeyi imzalıyorsunuz ve bu uzun vadede borçlanmaya giriyor. Şimdi bu ilk yedi sene içerisinde ilk beş senede Süper
Lig kısmını sonraki iki senede de finansman kısmını başarıyla tamamlayacağımızı düşünüyorum. Ondan sonra ikinci yedi senede tesisleşme konusunda, yeni alt yapı tesisi, yeni A takımı tesisi yapma konusu ve Avrupa lig kupalarına katılmanın temellerini oluşturacağız.
Bu ikinci yedi yıllık döneme ilişkin hedefleri biraz daha açalım mı? Tesisleşme derken nerede, nasıl, ne ölçekte?
Ö.E: Şu an Bornova’da ve Kemalpaşa’da bulduğumuz iki tane yer var. Birine A Takım yeni tesisi, diğerine de yeni bir alt yapı tesisi yapmayı planlıyoruz. Her biri ortalama 100’er dönümlük arazilerde iki yeni tesis kazandıracağız. Artı, yapacağımız takım ile hem oyuncu satışı hem gelir getirme anlamında yapacağımız transferleri bu politika ile ilerleteceğiz. Yapacağımız transferlerin birçoğu 25 yaşından küçük ve gelecek vaat eden oyuncular.
Bu tesisler ortalamada ne kadara mal olacak?
Ö.E: Her birinin yatırım bedelleri ortalama 25 milyon Türk Lirası bandında olur diye düşünüyorum.
Yani 2021-2028 bandında iki yeni tesis hedefleniyor?
Ö.E: Evet, öyle.
Avrupa ligleri özelinde dediniz, bunu biraz daha ayrıntılayalım mı?
Ö.E: Yine 2028 yılında hedefimizde Avrupa liglerine katılım hakkını sağlayabilecek bir lig sıralaması içerisinde olmak yer alıyor.
Bu konuda bir hedef ifade edebilir misiniz?
Ö.E: İlk 5’te olmak. 3×7 yıllık dönem dedik. 3’ncü 7 yıllık dönemdeki hedef nedir? Ö.E: Artık üçüncü yedide her şeyiyle kendi kendini çeviren, bize veya hiç kimseye ihtiyacı olmayan, Avrupa’da ülkesini temsil eden, sürekli lig sağlamış, buradan oyuncu satan, uluslararası arenada bilinirliği olan bir kulüp haline gelmek hedefindeyiz.
Altay’ın geçmişine baktım, tarihçenize bir baktığımda sizinle ilgili çıkan haberleri incelediğimde daha altyapı odaklı bir takım. Peki bu üç ayrı periyodda bu kimlik nerede olacak? Bu kimlikte bir değişim söz konusu olacak mı? Siz parayı kazandıkça yıldız takım oyuncularına transferler yapan farklı bir profile doğru mu ilerleyeceksiniz? Orada nasıl bir denge kurulacak?
Ö.E: Biz zaten bu beş senede de üç tane bonservis alan oyuncu gönderdik, bu misyonu hiçbir zaman bırakmadık. İzmir’de Altay’ın vitrini her zaman ön plandadır zaten. Hem de bunlardan bir tanesi de Avrupa’ya doğru gitti, iki tanesi de Süper Lig takımlarına gitti. Bu misyonumuz her zaman devam edecek, zaten koyduğumuz ana hedeflerden bir tanesi de bu yönde.
Yani bu kimlikten vazgeçiş yok.
Ö.E: Kesinlikle.
L.D: Biz yönetime geldikten sonra spor okulları projesini hayata geçirdik. Altay Spor Okulları diye geçiyor. Spor okullarında yaklaşık şu an 12 bin öğrenci bulunmakta. Türkiye’nin nerdeyse her ilinde spor okullarımız mevcut.
Bu franchising sistemi üzerine mi kurulu yoksa bunların hepsi size mi ait?
Ö.E: Kimisi franchise, kimisi bize bağlı.
L.D: şimdi bu sene U17 ve U19 takımlarımız tamamıyla bizim spor okullarımızdan yetişmiş, dışarıdan almadığımız, bizim altyapımızda bizim kültürümüzle, görgümüzle yetişmiş oyunculardan kurulu olacak. Bu da bizim için ayrı bir gurur kaynağı ve bunu daha da yaygınlaştırmak istiyoruz. Bu sene altyapı ile ilgili daha ciddi bir yatırıma da gireceğiz. Oyuncularla ilgili daha özel çalışmalar yapıp, açıkçası alt yapıdan amacımız 2-3 senede alt yapıdan oyuncunun sürekli oynadığı, en az yüzde 25-30’u alt yapıdan yetişmiş ilk 11’de oyuncuları olan bir Altay olmak.
Yani sahaya sürdüğünüz ilk 11’in minimumda yüzde 25’lik kısmı hep sizin altyapınızdan yetişmiş adamlardan oluşacak, doğru mu anladım?
L.D: Evet, biz bunu hedefliyoruz.
Bu 7 seneyi 5 senede tamamladınız, hem de bunu Altay’ın isim hakkını kullanarak yaptınız? Bu süreç sizde bir stres veya korku oluşturdu mu? Bu sürecin hiç olumsuz tarafları olmadı mı, hep pozitif mi ilerlediniz?
Ö.E: Her başarının karşılığı aslında saçlardaki beyazlar. Sadece buradaki şampiyonluk değil, iş hayatındaki veya aile hayatımızdaki her başarının arkasından geliyor. Tabi ki de zorlukları oldu, 5 senedir hiçbirimiz yaz tatili yapmadık.
Bu süreçte en çok zorlandığınız husus ne oldu?
Ö.E: Çok sabırlı olmanız gerekiyor.
Sabrınızı bile zorlayan başlıklar ne oldu diyeyim o zaman? “Lanet olsun, bu işe nereden girdim” dediğiniz anlar olmadı mı?
Ö.E: O seviyede bir tepki vermek karakterimde yok. Genel olarak başarılı insanların çoğundan da böyle bir cümle çıkmıyor. Yaşadığımız her şeyden bir ders almaya çalışıyoruz, biz de hepsinden bir ders aldık. Tabi ki çok zorlandığımız şeyler oldu; bazen işler istediğiniz gibi gitmiyor. Burada yaptığınız iş tamamen ticari odaklı bir faaliyet değil, dış etkenlere çok bağlı bir iş yapıyorsunuz. Birçok denge içerisinde süreci götürmeye çalışıyorsunuz. Beklemediğiniz dış etkenler oluyor. Bazen çok kötü stadyumlarda maçlar oynadık, ülkede ayak basılmadık yer bırakmadık. En zorlandığımız şeylerden biri de emniyet tedbirlerinin çok zayıf olduğu maçlarda oynamaktı ama hepsinden sağ salim çıktık.
Altay’ın seyircisi farklıdır. Çocukluğundan beri iç içelerdir ve diğer İzmir takımları taraftarlarına göre daha mülayimlerdir. Bu sizin için bir avantaj mı yoksa dezavantaj mı oldu?
Ö.E: Bu bir avantajdı. Holiganizmden uzak bir yapımız var. O yüzden başarmak istediklerimizi anlatırken bizi daha iyi anlayabilen bir grupla olduk. Sağ olsunlar taraftarlarımız bize inandı, güvendi. Onlar olmasaydı bizim için bu süreçler çok daha zor olurdu.
Bayan futbol takımınız, voleybol, basketbol, e-spor branşlarınız var. Hem 1. Lig’deki bu başarıyı devam ettirmek hem de bu branşlardaki gücünüzü arttırmak için orada nasıl bir çalışma dengesi oluşturacaksınız? Altay’ın marka değerini bu branşlarda ne ölçüde ve nasıl göreceğiz?
Ö. E: Kadın futbol takımı iki senedir faaliyette ama pandemiden dolayı o da biraz duruldu, bu sene devam ettireceğiz. Geleceğin ön gördüğümüz spor dalı e-spor meselesi… Arkadaşlarımız üç senedir e-sporda aktif bir şekilde devam ediyor. Voleybol ve basketbol şubemiz de var ama diğer branşlarda bu seneyi de geçirdikten sonra özellikle bir branşta daha üst liglerde yarışmacı bir takım oluşturacağız.
Hangi branş ön plana çıkıyor?
Ö. E: Şu an kendi aramızda hala hangisinde ön plana çıkarmalıyız diye istişare ediyoruz.
İzmir’de bir voleybol kültürü, marka değeri anlamında da farklı markaların da buradan çıkardığı bir değer vardır. Voleybol olabilir mi?
Ö. E: Voleybolda çıkabilir.
L. D: Ben aynı zamanda benim rahmetli babamın kurmuş olduğu Altekma Spor Kulübü’nün as başkanıyım. 1998 yılında Türkiye’nin ilk lise takımını profesyonelleştirdi. Babalarımız yöneticiyken şimdi biz onlardan Tevfik Fikret mezunları olarak devraldık. Biz de 3. Lig, 2. Lig derken Efeler ligine çıktık. Geçen sene de Galatasaray’ı, Fenerbahçe’yi yendik ve neredeyse Avrupa kupalarına gidiyorduk. Bununla ilgili benim ayrı bir sevdam var. Benim gönlümden geçen voleybol branşının önde olması ama biz 7 sene sonra tahminimce diğer amatör branşlarda da yavaş yavaş, belki ilk başta özerkleştirerek bu yapıyı, ondan sonra bünyemize katarak bir şeyler yaparız diye düşünüyorum. Başkanım biraz temkinli konuştu, yüzde 100 emin olmadan konuşmaz. Hepsi bizim hedeflerimizde ve hayallerimizde olan şeyler. Amacımız hakikaten Altay’ı 14 sene sonra bir özel dünya markası olarak yaratmak, dünyada yetiştiriciliği ve sistemi ile bilinen ve örnek olan bir kulüp olmak istiyoruz.
Mustafa Denizli gibi bir güç ve tecrübe sizinle… Burada nasıl bir sinerji oluştu, nasıl bir çalışma dengesi oluşturdunuz?
Ö. E: Mustafa Hoca bizim için büyük bir motivasyon kaynağı, kendisi büyük bir tecrübe. En önemlisi 18 yıl boyunca bu kulüpte oynamış, bu kulüpten yetişmiş, kulübü çok iyi bilen ve bu kulüp için çok fedakarlık yapmış birisi. Daha sonrasında bizi onunla özel kılan şey de hocayı buradan çıktıktan 38 yıl sonra ilk defa teknik direktör olarak kendi kulübüne getirme şerefinin bize nail olması.
L. D: Ben çocukken de severdim, çok muhteşem bir insandır.
Neden Mustafa Denizli?
Ö. E: Öncelikle bunu hak ediyordu. Artık bu buluşmanın olması gerekiyordu. O hem evine dönmeyi hem de bu buluşmayı hak ediyordu. Kendisine de bunu söyledik. 38 yıl sonra ilk defa buraya geldi ve Altay Spor Kulübü’nün Süper Lig hasretine onunla birlikte son verdik. Bu bizim için de hayal etmesi heyecanlandıran bir projeydi. Kendi kendimi sadece radyo veya televizyonda duyacağım bir cümle bizi bu hayale sürükledi, bu cümle, “Mustafa Denizli 38 yıl sonra teknik direktör olarak ilk defa kulübüne geldi” Bunu duymak muhteşem bir duyguydu.
Eve geri dönüş mü?
Ö. E: Evet ve şampiyon yaparak… Onu çağıracağımız gün biz zaten şampiyon olacağımıza inanıyorduk. Gayet iyi ve güçlü olduğunu düşündüğümüz bir takımımız vardı. Sadece ihtiyacımız olan şey o enerjiydi. 5 senedir buradayız ve o zamandan beri birisi play- off birisi direkt olmak üzere iki şampiyonluğumuz var. Bu işin ne kadar enerjiyle bağlantılı olduğunu çok tecrübe ettik. Camiamızın tekrardan bir enerjiye ve heyecana ihtiyacı vardı. Takımımızı bu birlik beraberlik ortamında yürütebilecek kişi Mustafa Denizli’ydi. Tabii ki alternatifler de söz konusuydu ve belki onlarla da başarabilirdik. En önemlisi de aileden biriyle bunu yapabilmek. Mesela bir iş yerinde güzel bir projeyi düşünürken de o projenin başına geçmesi için hemen ilk olarak aileden birini düşünürsünüz.
Kendi iç dinamiklerinizi kullanmak.
Ö. E: Kesinlikle, her şeyde böyle. Daha sonrasında eğer öyle biri yoksa profesyonel birini alalım dersiniz. Önce bunu aileden birinin başarmasını istedik ve bunun nazarında Mustafa Denizli hocamızı düşündük.
Bu hayali kurarken ‘Gelmez’ yorumlarını yapanlar da oldu…
L. D: O da başkanımızın ikna gücü. Yani sonuç olarak Mustafa Denizli külübe gelirken ateşten gömlek giydik. Süper Lig’e direkt çıkma şansımız yoktu, play-off’a katılmamız da garanti değildi. Mustafa Denizli de burada büyük fedakarlık yaptı ama burada başkanımızın gerçekten buna inanması çok etkiledi. Mustafa Denizli’yle anlaştığımız ve onun kulübe geldiği gün biz artık şampiyonduk. Play-off’u garantilememiştik ama o gün o enerjiyi ben hala hatırlarken tüylerim diken diken oluyor. Biz şampiyonduk, onu biliyorduk. Hepimiz onu hissetmiştik. Çünkü biz iki tane şampiyonluk yaşadık, ikisi de böyle geldi. Her şey çok destansı bir film gibi oldu. Mustafa Denizli açısından da 18 sene formasını giydiği takımı Süper Lig’e çıkardı ve o 18 sene sonra biz Süper Lig’e çıktık.
Ö. E: Böyle sayısal tesadüfler, o 18 yıl oynamış, biz 18 yıl sonra Süper Lig’e çıkmışız, 18 bin tane haksızlık yapılmış…
L. D: Haksızlık aslında milyon.
Ö. E: Çok büyük haksızlık değil tabii ki. Zaten bütün İzmir takımları aşağıya gitti. Karşıyaka zaten aşağıdaydı da hem Göztepe hem Altay çıktı. İnşallah Karşıyaka da gelir. Sağolsunlar bizi basketbolda da çok gururlu bir şekilde temsil ediyorlar. Futbolda onlar da şimdi transfer yasağını kaldırmaya çalışıyor. Geçen gün Karşıyaka başkanıyla da beraberdik. “Size destek olalım, transfer yasağınızda bir dosyanızı da biz kaldıralım” dedik.
Son dönemde İzmirli takımların kendi içinde birbirlerine sahip çıkma kültürü ön plana çıkıyor. Bu yapı önümüzdeki döneme nasıl yansır? Bunun marka değeri oluşturma sürecine ve sponsorluklara yansıması sizce nasıl olur?
Ö. E: Öncelikle bahsettiğim gibi rekabet bize hep pozitif yansıma yaratacaktır. Buna ek olarak biz İzmir Spor Kulüpleri Birliği Vakfı’nı tekrar hayata geçirdik. İZVAK’ta Ali Bey’in başkanlığında şu an çok aktif olarak ben, Mehmet Sepil ve Turgay Büyükkarcı olarak üçümüz vakit geçiriyoruz. Ali Ertenli hepimizin zaten ortak adayıdır. Hemen hemen artık ayda bir sadece İZVAK üzerinden beraber görüşüyoruz, toplantı yapıyoruz ve burada beraber hareket ediyoruz. Bu İzmir’de bazı insanların kafasındaki algıyı da kırıyor. Öngörüme göre, eskiden bazı başarısızlıkları daha çok holiganizmle, birbirine küstürmeyle göz ardı ediyorlardı. Günümüz futbol endüstrisi bunları kaldıracak pozisyonda değil.
Kol kola girip, kenetlenip ilerlememiz lazım. Mesela biz Karşıyaka’ya yardımcı olalım. Biz 3. Lig’de şampiyon olduğumuzda tribünlerde birçok Karşıyakalı taraftar gelip bize destek oldu. Göztepe, İzmirspor, bütün kulüplerimizin taraftarı da vardı. Başarı zaten böyle birlik beraberlikle geliyor.
Sponsorluk konusunda Folkart ve Büyükşehir Belediyesi’nin İZVAK üzerinden desteği var. İzmir sermayesini daha fazla kulüplere sahip çıkabilir bir hale getirmek için yapılması gerekenler neler?
Ö. E: Bu rekabet ortamının sağladığı pozitif enerjinin bu sermayeyi ön plana çıkartacağını düşünüyorum. Folkart Yöneticisi Mesut Bey ve Ailesi çok vizyoner bir ailedir. Bahsettiğiniz tarzda sermayenin kulüplere sahip çıkması gerektiğini ben de savunuyorum. Maalesef özellikle 3. Lig’deyken ve kulüp maddi olarak daha kötü pozisyondayken ziyaret ettiğimiz kişilerden dönem dönem olumsuz dönüşler aldığımız oldu. Ama biz bunlardan daha pozitif beslenip insanlara bunları daha iyi anlatmaya çalışıp şu an olduğumuz yerde daha iyi sermayede destek olma adına teşvik edeceğimizi düşünüyorum. Çünkü artık buralara geldiğinde yayınlardaki görsel görünmeler, sosyal medyadaki görünme rakamları çok daha farklı oluyor. Son yaptığımız bir oyuncu transferinde sadece Twitter bazındaki görüntülenme rakamları 5 milyon. Bunların hepsini ön plana koyarak onları da buraya heyecanlandırmalıyız.
Biraz da kendimize iğneyi batırmak lazım, öyle yönetimler gelmiş ki! Her kese ‘Hadi ver’ deyip karşılığında başarısızlık, suistimal gibi durumlar söz konusu olunca insanların da bu durumlara küsmesi normal. Hep kulübümüze destek oluyoruz ama birileri gelip bu durumları suistimal ediyor gibi düşünürlerse, o iş öyle olmaz.
L. D: Güvenle ilgili ben de birkaç şey söylemek istiyorum. Baktığımızda bu bir ticari birliktelik. Bir sürü İzmir firmasının hepsinin bir reklam bütçesi var. Bu reklam bütçesini doğru şekilde kullanılması ve daha çok insana ulaşmak önemli. Aslında spor, özellikle spor branşları içinde futbol bu anlamda Türkiye’de en önde olduğu için de önemli bir etken. Folkart’ı ayrı tutuyorum. Sancak Ailesi hakikaten İzmir’in kazandığı önemli insanlar…
Onlar biz 3. Lig’de iken de bizim yanımızdaydılar ki; bizim ticari olarak 3. Lig’den Folkart Grubu’na katabileceğimiz, önümüze reklam alarak yapabileceğimiz fazla bir şey yoktu. Her zaman spor kulüplerine ellerinden geldiğince destek oluyorlar.
Sizin aracılığınızla Sancak Ailesi’ne İzmir’e kattıkları değer için çok teşekkür ediyorum. Biz ticari birliktelik olarak düşünüp gerçekten onların da sağlayacağı faydaları şimdi çıkarıyoruz ve onların önüne koyacağız. İnşallah Süper Lig’de bunu başarıp daha çok kulübe, Altay Spor Kulübü’ne, Göztepe, Karşıyaka gibi kulüplere fayda sağlarız.
Çünkü İzmir kazanırsa, hepimiz kazanacağız.
İkinci anahtar kelime sermayeyi heyecanlandırmak gerekliliği mi? ‘Bugüne kadar bunu tam başaramadık, bundan sonraki süreçte daha fazla heyecanlandırmalıyız’ mı diyorsunuz?
Ö. E: İzmir takımının Süper Lig’de olmasından dolayı daha fazla heyecanlanacaklarını düşünüyorum. Çünkü hem karşılıklı başarının geldiğini de görüyorlar, hem de sayın Mehmet Sepil, Mehmet Özkan gibi bu işlere yatırım yapan insanlar oldukça onlar da bu durumlara daha çok heyecanlanacaklar diye düşünüyorum.
Geçtiğimiz ay Türkiye Futbol Federasyonu’nun genel kurulundan çıkan mesajlar neler oldu? Anadolu takımlarına verilen mesajlar nelerdi? Genel kurulda Türk Futbol Endüstrisi’ne yönelik tespitleriniz nedir?
L. D: Ankara’dan çıkan, günün sonunda birlikten kuvvet doğuyor. Hepimiz başka kulüplere başka renklere sevdalanmışız ama hepimizin ortak bir amacı var; bulunduğumuz şartlı kulübü en iyi şekilde temsil etmek ve onu en iyi yerlere getirmek. Tabii ki rekabet içinde birileri kazanacak birileri kaybedecek, biri şampiyon olacak biri düşecek. Birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var. Ben hep şunu söylüyorum, biz Altay Spor Kulübü’nü çok seven fertleriz ama Altay Spor Kulübü’nü çok seviyor olmamız rakibimizden nefret etmemizi gerektirmiyor. Nefret etmek zorunda değiliz, rakibimizi de kucaklayabiliriz. Ama biz ondan alacağımız şeyleri Altay’da pozitif bir şekilde uygularsak Altay kazanacak. Onlar da bizim pozitif yanlarımızı görüp belki kendi kulüplerine uyarladıklarında Türk futbolu kalkınacak. Bugün Türkiye liglerinde şampiyon olmak için on tane doğru gerekiyorsa bu yirmiye çıkacak. Yirmiye çıkınca kulüplerin Avrupa’da daha iyi yerlere gelmesini sağlayacak, Türkiye kazanacak. Önce kulüplerimize, sonra şehirlerimize, ondan sonra ülkemize kazandıracağız.
Bu yayın hakları sürecinin Anadolu takımlarını daha fazla etkileyeceği çünkü oransal olarak sizin toplam bütçenizin önemli bir kısmının buradan geldiği görülüyor. Yayın hakları özelinde takımların etkilenmemesi için yapılması gerekenler takımların yapması gerekenler neler?
L. D: Biz başkanımızın önderliğinde şöyle düşünüyoruz; biz eğer başkalarına gebe bir yaşam sürersek her zaman onların iki dudağı arasında oluruz. Bizim öncelikle kendi gelirlerimizin nasıl arttığıyla ilgili projelerimizi geliştirmek. Sonra bütünsel projelere bakmamız lazım. Bugün Anadolu kulüplerinin çok taraftar kitlesi yok, yayın hakları veya başka gelirleri Süper Lig’deki 4
Büyükler dediğimiz kulüpler kadar değil ama biz oyuncu yetiştirerek, nokta transferler yaparak ve bunları ihraç ederek ya da iç pazara satarak kendi gelirlerimizi arttırabiliriz. Bütün Anadolu kulüplerinin buna ihtiyacı var. Alt kulüpleri yetiştirici kulüpler olarak kullanabiliriz, oradaki oyuncuları yetiştirebiliriz. Kendi bulduğumuz geleceğe dair iyi izlenim bırakan ozel oyuncuları, belki satın alıp o kulüplere kiralayıp orada yarışmacı olmalarını sağlayıp ama onları hem antrenman programlarından kişisel gelişimlerine kadar takip edip oyuncuları sonra kendi bünyemize kazandırıp ortaya çıkarabiliriz. Türkiye’de futbolda ne yazık ki özellikle Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi kulüplerin alt yapısından çıkan oyuncular çok iyi olmalarına rağmen yok olup gidiyor. Oyuncunun önce maç oynaması lazım. Ne kadar yetenekli olursanız olun, aynı seviyede olduğunuz bir oyuncunun, mesela biri yüzde 80 yetenekli, biri yüzde 50 yetenekli oyuncu olsun. Yüzde 50 yetenekli bir sezon maç oynarken yüzde 80 yetenekli bir sezon kenarda bekliyor. Ertesi sene baktığınızda bu yüzde 50 yetenekli olan yüzde 80 yeteneklinin önüne geçiyor. Maç oynamak çok önemli. Biz de oyuncularımızı, özellikle kadromuzda düşünmediğimiz genç oyuncularımızın hepsinin sözleşmelerini uzatıp alt liglere dahil ediyoruz ve gelişimlerini takip ediyoruz. Çünkü bizim için çok değerliler ve biliyoruz ki çok iyi yerlere gelecekler.
Pandemiden önce de futbola olan ilginin Türkiye’de yavaş yavaş azalmaya başladığı yerini voleybola, basketbola bıraktığı alternatif spor dallarına odaklanıldığı değerlendirmesi var. Bu ne kadar doğru? Pandemi süreci sonrasında neler değişti?
L.D: Spor bir eğlence türü doğru değil mi? Akşam bir yere yemeğe, bir eğlence mekanına gitmeniz gibi. Spor müsabakaları da böyle bir şey teşkil ediyor. Rekabet var. Tezahürat yapıyorsunuz, eğleniyorsunuz ve günün sonunda bir şekilde deşarj oluyorsunuz. Futbolda bu iş biraz holiganizm, şiddet vs. gibi unsurlar içerdiği için insanlar bundan soğumaya başladı. Oradaki yapı başka bir hale dönüştü. İnsanlar için artık neredeyse tuttuğu takımın ya da karşı takımın kim olduğunun önemi yok. Bu nedenle insanlar salon sporlarına kaydı. Orada derbiler haricinde holiganizm ve şiddet yok. Daha nezih bir ortam var. Voleybolda siz topu dışarı vurduğunuzda hakem yanlış karar verse de “Oyuncu dışarı vurdum” der. Böyle bir nezaket var. Futbolda rantın çok yüksek olması, voleybolda rantın bu kadar çok yüksek olmamasından da kaynaklı. Voleybolda rant bir noktaya geldikten sonra başka şeyler olabilir. Ben futbola da çok büyük bir geri dönüş olacağını sanıyorum. Altay’ın stad açıldığında bir maçta dahi bir koltuk boş kalacağını zannetmiyorum.
Stad bitti mi?
L.D: Kasımda bitecek.
Stadınız neresi olacak?
L.D: Alsancak
Orayı başkaları da istiyor değil mi?
L.D: Öyle bir şey söz konusu değil
Ö.E: 30 Ekim’de bitirmeyi hedefliyoruz. Stadyumumuza geri döneceğiz.
Siz mi bitireceksiniz?
Ö.E: Spor Bakanlığı
“30 Ekim’de stadyumumuza geri dönüyoruz” diyorsunuz. Kayseri maçı çok da uzakta değil. Ne durumdasınız?
Ö.E: Kayseri maçıyla başlıyoruz. Takım şu anda Erzurum’da kampta. Transferler var ve adaptasyon süreci içindeler.
Türkiye’de futbolda profesyonel yönetici ve hoca yetiştirme konusunda sıkıntı yaşadığı ifade ediliyor. Hep belli isimlerin etraf ında sürecin yönetildiğini görüyoruz. Önümüzdeki dönem Türk futbolunun daha da gelişebilmesi için hoca yetiştirme konusunda nasıl bir politika izlemeli? Bu konuda spor okullarında üniversitelerde gerek yönetim gerekse teknik açıdan yetiştirmek üzere bölümler mi açılmalı?
Ö.E: Son dönemde çok genç hocalar çıkmaya başladı. Genel kanı itibariyle, liyakat esaslı olunduğu takdirde buradan insanlara destek olunduğu ve hakkının verildiği takdirde yeni hocalar da yeni oyuncular da çıkacaktır.
L.D: Çok değerli yeni jenerasyon geliyor.
Ö.E: Futbol endüstrinde her şey zarar etmeme, kar etme ve buradan başarı sağlamaya dönmeye başlıyor. 1960 yılında bir devlet politikası olarak şehirlerdeki takımlara “Birleşin, il takımı kurun ve size 1. ligden başlama şansı verelim” diyorlar. Birçok il takımının kuruluşu hep 60’lardan sonradır. Sonra kurulma amaçları kar gütmek olmayan, suistimal olmasın diye dernek yapısıyla kulüpler kuruluyor ve belediyeler, tesisler, yardım yapıyor.
Şehirdeki gençleri, çocukları spora teşvik etmek amacıyla bu il takımları kuruluyor. Çünkü koştuğunuz yolun ucunda bir hedef olması lazım. Eğer birisi il takımında oynuyorsa, a takımı olması ve kendini orada hayal etmesi lazım. Kar amacı gütmeyen siyasi oluşumların elinde oldukça kulüplerin hep birilerinin ricalarıyla yürüdüğü dönemler de oldu. Bu dönemde kimsenin kaybedeceği bir şeye evet diyemeyeceği bir endüstri haline geldi. Şu anda iyi olan oyuncuyu kimse göndermez. İyi oyuncu forma bulur. Bugün yeni oyuncularda, yeni hocalar da çıkar. Bizde yeni bir hoca gelsin, daha genç daha uzun vadede yürüyebilelim daha istikrarlı devam edelim isteriz. Bizim yönetim kurulumuz da çok genç.
Yaş ortalaması nedir?
L.D: Süper Lig’in en genç yönetim kuruluyuz. İşi ben bozuyorum. 42 yaşındayım. (Gülerek…)
Ö.E: Ben 32 yaşındayım.
Fırat Sancak yöneticimiz 20 yaşında, abisi Kerem Sancak 22 yaşında. 3-4 tane 40 yaşında yöneticimiz dışında geri kalan yöneticilerimiz 40 yaşın altında. “En çok zorlandığınız neydi?” diye sordunuz. En zorlandığım genç olmaktı. Göreve geldik. Bu çok genç yapabilir mi, başarabilir mi? En çok bu durumlarla karşılaştık. Hep genç olmakla suçlandık.
Biz o gençlikte enerji bulduk. Önemli olan genç olmak değil, önemli olan ne istediğini bilmek. Tabiî ki tecrübe çok önemli ama tecrüben yoksa da etrafında tecrübeli insanlar var. “Onlardan ne alabiliriz?” diye düşündük. Bizim bu seneye kadar yanımızda eskiden kulüp başkanlığı yapmış Sabri Sevenoğlu yöneticilik yaptı. Başkanlık yapmış bir kişiyi biz yönetime aldık. Fikir alma konusunda hep açık olduk. Gençlere önem, değer vermek ve destek olmak lazım. Onların önünü açmak gerekiyor.
Koltuğa yapışmamak lazım…
L.D: Koltuğa değer katmak lazım. Koltuğun size değer katmaması lazım.
Ö.E: Biz de aynısını yapıyoruz. Yönetim kuruluna aldığımız insanlar hep genç oluyor. Ben gençsem bizim işimiz gençlerle. Bunu kendimiz başaracağız ilerleteceğiz. Ben şampiyon olup Süper Lig’e çıktığımda lisedeki arkadaşlarım onlara umut ışığı olduğumu söyledi. “İçimizden birinin böyle şeyler başarabileceğini gösterdin. Seninle gurur duyuyoruz” dediler. Ben 26 yaşımda kulüp başkanı oldum. 32 yaşındayım.
Süper Lig’de amacımız gençlere başarabileceklerini göstermek ve onlara umut ışığı olmak. Bir şeyleri başarmaktan çok tüketmeye odaklanmış bir genç nesil gördük. Ama yeni gelen gençlerimiz öyle değil. Gelecek gençlerindir.
Yani 3. anahtar kelime “Gençlere Güvenin”…
Ö.E: Genç nesile güvenin. Gençlere sorumluluk ve yetki vermek lazım. Bu konuda aileme teşekkür ederim. Her zaman yanımızda oldular. Bize destek oldular. Bu işler zor ve vakit alan işlerdir. Fedakarlık ister. Onlardan zamanlarını aldık, buralara verdik. Her zaman bizim başarımıza destek oldular. Babam neredeyse bana destek olmak için benim kadar deplasman maçına gelmiştir.
Türkiye’de spor yönetimi ve hocalığı konusunda ihtisaslaşma bir eğitim modeli yok. Böyle bir modelin girişimi konusunda siz federasyon üzerinden YÖK’e bir talepte bulunulabilir mi? Türk futbolunun gelişimi için bu tarz alt zeminlere ihtiyaç yok mu? Nasıl bir sistem işliyor?
Ö.E: Başkan ve yönetici pozisyonunda bir eğitim bildiğim kadarıyla yok. Yurtdışındaki eğitimlerin içeriklerini detaylı bilmiyorum. İçerikleri araştıracağım.
L.D: Dünyada iş kollarına ciro anlamında baktığınızda futbol endüstrisi herhalde ilk 13’tedir. Ama eğitim yok. Türkiye’de futbol endüstrisinde parası olan kişi kulüpte başkanlık yapıyor. Eğer Özgür Bey gibi vizyonluysa, bu işe gönülden bağlıysa, katma değer katıyorsa. Ama böyle insanların sayısı çok az. Diğer türlü parayı veren düdüğü çalıyor ve Türk futbolu ileri gidemiyor. Ne liyakat ne proje var. Keşke öyle bir bölüm olsa. Tabi şu anda o bölümden mezun olanları mevcut kulüp başkanları işe alır mı ya da kaçı alır?
Levent Bey güzel bir açılım yaptı. İleride Futbol Federasyonu başkanlığı konusunda isminizi görür müyüz?
Ö.E: Takdir ederlerse seve seve…
LEVENT DOĞANOĞLU
EGİAD’ta üyeliğimin 10. yılı… EGİAD büyük bir okul. 34 yaşında katıldım. Geç kaldım. Keşke daha önce girseydim. Çok güzel dostluklar edindim. Çok şey öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. EGİAD Ailesi’nden şunu isterim. EGİAD bünyesinde bir sürü komisyon var. Sportif anlamda bir şeyler olabileceğini, yurt dışında bir modelleme olur, gelir getirebilecek bir aktivite olur. Fikirleri olan EGİAD üyeleriyle bir araya gelmeyi çok isteriz. Onlarla burada bir komisyon oluşturup Altay Spor Klubü’ne hizmet etmelerinden onur duyarız. Başka bir takım taraftarıdır ama spor endüstrisinde aslında şöyle bir şey olsa çok iyi yerlere gelebilir, kapıları açılabilir fikirleri vardır. Ticari birliktelik yapmak isteyen Altay Spor Kulübü üzerinden hem kendi şirketine hem de klübe menfaat sağlayacak projeleri varsa onları seve seve dinleyip tüm yönetim kurulu olarak arkadaşlarla el ele çalışmayı isteriz.