Marmara Denizi ise İzmir İç Körfezi’nden çok daha devasa boyutta bir iç denizimizdir. Ancak 23 milyon civarında nüfusun evsel atıklarının çok büyük miktarı, günümüz 2021’de bile hala biyolojik arıtma yapılmadan fosseptik olarak görünen Marmara Denizine basılmaktadır. Ayrıca Türkiye sanayisinin çok büyük çoğunluğu da Marmara Denizi çevresinde yer almakta ve tüm atıklar neredeyse arıtılmadan bu denize verilmektedir.
Genel adı ile plankton patlaması olan ve son yıllarda denizlerimizde sık görmeye başladığımız bu tür olaylar denizlerimizin ciddi olarak hastalandığının göstergeleridir. Türkiye denizlerinde ilk kirlilik makalesi 1930 yılında Alman araştırıcı Wilhelm Nümann tarafından Halkapınar civarındaki oluşmaya başlayan kirlilik için yazılmıştır. Ve dönemin Efsane Belediye Başkanı Behçet Uz hemen bir proje yaptırmış (günümüzdeki büyük kanal projesi) ancak çok kurak yılların yaşandığı bu yıllarda bütçe yetersizliğinden dolayı projeyi gerçekleştirememiştir. Sonrasında İç Körfez’deki nüfusun artması ve tüm evsel atıkların fosseptik olarak kullanıldığı İzmir İç Körfezi’ne verilmesi sonucu, Körfez besin olarak doygunluğa ulaşmış ve 1955 yılında ilk plankton patlaması yaşanmasına neden olmuştur. Yine Alman araştırıcı Wilhelm Nümann tarafından yazılan makalede bu patlama sonucu binlerce balığın öldüğü belirtilmiştir. Söz konusu bu plankton patlaması da Türkiye denizlerinde kayıtlara geçen ilk plankton patlamasıdır. Ve sonraki yıllarda özellikle balık çiftlikleri ile turizmin artışı ile birlikte Ege Denizi körfezlerinde görülmeye başlanmış ve Marmara’da ise, her ne kadar önceki yıllara kadar küçük çaplı gözlenmiş olsa da, ilk ciddi plankton patlaması yani musilaj olayı 2007 yılında gözlenmiştir. Özetle plankton patlamaları İzmir Körfezi’nde çok uzun yıllardan beri yaşanmaktadır. Ancak Körfez’de oluşan bu patlamalar çok kısa sürede etkisini yitirmekte olduğundan Marmara gibi gündeme gelmemektedir.
Musilaja neden olan plankton patlamaları nasıl oluşur?
Denizlerimizin her bir litresinde ortalama olarak bir milyon civarında mikro organizma yaşar. Bu organizmaların sayıları bahar aylarında sıcaklığın artması ile birlikte bir anda ikiye katlanır ve ortamdaki oksijeni tüketerek kendi ölümlerine neden olurlar. Ve patlayan fitoplankton türlerine göre, denizin bazen kırmızı bazen beyaz gibi farklı farklı renkli renklere dönüştürürler. Denizlerdeki besin zenginleşmesi ve sıcaklık artışı bazen makro alglerin patlaması olarak karşımıza çıkarlar ki İzmir Körfez’inde son yıllarda bu tür patlamalar sık sık görülmeye başlamışlardır.
Denizlerdeki ekosistemi ve dolayısı ile deniz yaşamını olduğu kadar bizlerin de yaşamını olumsuz etkileyen söz konusu bu patlamalar neden son yıllarda çok arttı ve Ege ve Marmara’yı çok etkisi altına aldı?
Özellikle Marmara’da aylardır etkisi giderek daha da arttıran Musilaj ile birlikte İzmir Körfezinde Kasım ayında gözlenen deniz marulu patlamasının Mayıs’ta tekrarlanması ve sonrasında Mayıs ayında Çeşme Ildır’da oluşan plankton patlamaları neden çok gözlenmeye başlandı?
Bunların ana nedeni nüfus artışına bağlı olarak, gerek tarım ve gerekse diğer tüm sanayilerin artmasına karşın denizlerin ısrarla fosseptik olarak kullanılmasıdır.
ÜLKEMİZDEKİ NÜFUS ARTIŞI VE DENİZLERİMİZE ETKİSİ
Birleşmiş Milletler verilerine göre her 45 yılda bir dünya nüfusu yüzde100 artmakta ve bu nüfusun yüzde70’den fazlası da denize en fazla 200 km mesafede yaşamaktadır. Ayrıca artan bu nüfusun gıda ihtiyacını karşılayabilmek için her geçen yıl tarım alanları da artmaktadır. Örneğin, nüfusumuz 1960’lı yıllarda 27 milyon iken günümüzde 84 milyonlara çıkmıştır. Artan bu nüfusun gıda ihtiyacını karşılayabilmek için de 1960’lı yılların başında 1,3 milyon hektar olan sulanabilir tarım alanımız günümüzde 5 milyon hektarı geçmiştir. Dolayısı ile bu tarım alanlarında kullanılan gübreler de çok artmıştır. Ve gübrelerin de ciddi bir kısmı vahşi sulama nedeni ile denize ulaşmaktadır. Tüm bunların üzerine 1960’lı yıllardan sonra artan sanayinin de atıkları eklenince denizlerimiz oldukça besin kirliliği baskısı altında kalmıştır. Özetle; İnsan, Tarım ve Sanayi kirliliğinin sonuçları özellikle nüfusun artmaya başladığı 1950 sonrası kıyılarımızda hissedilmeye başlanmış ve söz konusu bu olumsuzluklar gözlenmeye başlamıştır. Her geçen yıl daha da artarak devam eden bu besin kirliliği nedeniyle doygunluğa ulaşan denizlerimiz artık hiçbir fazlalık yükü kaldıramaz olmuş ve bunu plankton patlamaları, musilaj ya da deniz marulu patlamaları ile dışa vurmaya başlamıştır.
MARMARA BÖLGESİ’NDEKİ MUSİLAJ OLUŞUMUNUN NEDENLERİ
Marmara Denizi kirlilik açısından ilk kez 1980’li yılların ortalarında uyarı vermeye başlamış ve yapılan akademik çalışmalarda gelen tehlikenin boyutları çok net belirtilmiştir. Örneğin; 1988 yılında yapılan bir master tezinin sonuç bölümüne (Prof.Dr.Songül Bizsel) çok açık bir şekilde Marmara Denizinin organikçe doygunluğa ulaştığını ve daha fazla yükü kaldıramayacağını yazmıştır. Sonrasında 1989 yılında derin deniz deşarjları altında İstanbul’un evsel atıkları arıtılmadan Marmara başlanmış ve sonrasında da çevre yerleşim yerleri aynı yolu izlemiştir. Özetle besince doygun olan Marmara daha hızlı bir şekilde besin yüklenmesine maruz bırakılmıştır.
Ancak biz oşinografların yıllardan beri özellikle Marmara ile ilgili yaptığımız uyarılar sürekli kulak arkası edilmiştir. Ancak 2007 yılında ilk kez Marmara’da ciddi bir musilaj gözlenmiştir. Yani Marmara Denizi bu kez kendisi ciddi bir uyarı vermiş ve artık daha fazla yükü kaldıramayacağını doğa dili ile anlatmıştır. Ancak bu da gerek yerel ve gerekse merkezi yönetimler tarafından algılanmamış ve sonuçta Marmara Denizi pes etmiştir.
Burada İzmir Körfezi örneği ile musilaj ya da diğer bir deyişle plankton patlama konusunu daha iyi anlatabiliriz. İzmir İç Körfezi, yıllarca foseptik çukuru olarak kullanılmış ve nüfusun artmaya başlamasından sonra ilk kez 1955 yılında aşırı besin nedeni ile plankton patlaması sonucu binlerce balık ölmüştür. Bu yıldan sonra plankton patlamaları sıradan bir olay haline gelmiştir. Ve 2002 yılında Büyük Kanal projesinin devreye girdiği ana kadar 128 noktadan fosseptikler Körfez’e akmaya devam etmiştir. Sonrasında 2002 yılında devreye alınan ve iyi çalışan biyolojik arıtmalar ile evsel atık sorunundan kurtulan İzmir’de hala kirlilik sorunu, derelerin ve fabrikaların kontrol altına alınamaması nedeni ile tam çözülmüş değildir. Marmara Denizi ise İzmir İç Körfezi’nden çok daha devasa boyutta bir iç denizimizdir. Ancak 23 milyon civarında nüfusun evsel atıklarının çok büyük miktarı, günümüz 2021’de bile hala biyolojik arıtma yapılmadan fosseptik olarak görünen Marmara Denizine basılmaktadır. Ayrıca Türkiye sanayisinin çok büyük çoğunluğu da Marmara Denizi çevresinde yer almakta ve tüm atıklar neredeyse arıtılmadan bu denize verilmektedir. Örneğin Marmara Denizine 16 civarında dere akmakta ve tüm bunlar çevrelerindeki tüm fabrikaların, yeterli arıtma yapılmadan verdikleri kirli sularını Marmara’ya taşımaktadır. Türkiye sanayisinin çok büyük çoğunluğu da Marmara çevresinde yer almakta ve bunlar denizden aldıkları soğutma suyunu ısıtarak yeniden denize vermektedirler. Bu ısıtılan su da özellikle kıyıdaki sığ kesimlerde su sıcaklığı arttırıyor ve ortamdaki fitoplankton popülasyonunu arttırarak ekosisteme büyük zarar veriyor. Ayrıca sanayinin burada olması nedeni ile yine Marmara ve çevresinde çok fazla sayıda termik ve doğalgaz çevrim santralleri de aynı şekilde ciddi boyutlarda soğutma suyu kullanmaktadırlar.
Ve son olarak, yalnızca Ergene nehrinin 2500 civarında fabrika atıklarının Marmara’ya (arıtılma yapılıyor ancak çok yetersiz olduğu bilim dünyası tarafından uyarılıyor) yönlendirilmesi denizel ortamı çok çok daha doygun hale getirmektedir.
Ayrıca burada çok daha büyük bir sorun da oluşmaktadır. Çünkü Ergene Nehri’nin örneğin Ağustos ayında normal debisi 2.5 m3/s iken günümüzde bu değer 15 m3/s’lara kadar çıkmaktadır. Yani fabrikalar çok ciddi miktarda yeraltı suyu kullanmaktadır ki bana göre bu kirlilikten çok çok tehlikeli bir durumdur. Bugün dünyanın gelişmiş ülkelerinde yeraltı suları koruma altındadır ve yalnızca en üst akiferden su alınabilir. Çünkü bu sular kurak dönemlerde tarım için saklanmaktadır. Çünkü dünyamız 1920’li yıllardan (1929 İstanbul Boğazı donmuş ve ABD’de borsa çöküşü ile sonuçlanmıştır) sonra henüz ciddi bir kuraklık yaşamadı. Bu nedenle Ergene konusu yeniden ele alınmalı çok daha detaylı çalışmalar yapılmalıdır. Ve artık su kullanan sanayinin suyun bulunduğu yere yönlendirilmesi ve yeraltı sularının koruma altına alınması şarttır.
Ve maalesef Marmara’da öylesine bir “Halil İbrahim Sofrası” oluşturuldu ki. Dönüş çok çok uzun yıllar alabilir. Çünkü Türkiye’nin ekonomisinin temelini oluşturan bu bölgede fabrikaları, petrokimya tesislerini kapatamazsınız ve milyonlarca insanı da bu bölgeden uzaklaştıramazsınız. Ancak öncelikle bilimsel kuraklıktan çıkarak bilimin gösterdiği önerileri uygulamamız şart. Çünkü 2002 yılında devreye giren ve çok iyi çalışan İzmir biyolojik arıtmalarına karşın İç Körfez hala istenilen düzeye gelememiştir çünkü hala derelerden kirli sular gelmeye devam etmektedir. İzmir Sky TV’de 2003 yılında katıldığım bir programda “Hocam ne zaman yüzeceğiz” sorusuna verdiğim “Derelerden ne zaman temiz su akmaya başlarsa sonraki bir yıl içinde en azından İnciraltı-Konak arası yüzülebilir” cevabımın hala arkasındayım çünkü Körfez’in akıntı sistemi çok iyidir. Ancak sonraki yıllarda, bilim dışı olarak derelerin altının betonlanması Körfezi daha da kötüleştirilmiş ve kokunun artmasına neden olmuştur. Daha da kötüsü yaşamın temeli olan mikrobiyolojik yaşamı öldürmüştür. Yani Körfez bu gibi tuhaf ve bilim dışı yapılanlarla iyileştirme yerine kötüleştirildi. Ve günümüzde artık sürekli olarak plankton ya da deniz marulu patlamalarının nedenlerinden biri de bu bilim dışı yapılan işlerdir. Özetle bir milyar dolara yakın para ile Büyük Kanal Projesi ve halen çok iyi çalışan biyolojik arıtma tesisleri ile yüzülebilir körfez hayalini gerçekleştirmek için okyanusları geçen İzmir maalesef bu tür bilim dışı projelerle derede boğulmuştur. Ve bu nedenle tür plankton patlama olaylarını hep yaşayacağız. Denizde gördüğünüz kırmızı ya da beyaz renkli öbekler plankton patlamalarıdır.
Musilaj ya da plankton patlamaları için acilen yapılması gerekenler;
Tarım alanlarına suyun kapalı borularda getirilerek suda en az yüzde65 tasarruf edilebilir ve verimli topraklar ile gübrelerle denize ulaşımı engellenerek denize olan besin kirliliği baskısı oldukça azaltılabilir.
Tüm arıtma tesisleri çalıştırılmalıdır ve mümkünse tüm arıtmaların enerjileri sübvanse edilmelidir. Arıtma tesislerinden çıkan suların yeniden tarım alanlarında kullanılması şarttır. Bu kullanım hem denizlerdeki besin kirliliği yükünü azaltacak hem de su tasarrufu sağlayacaktır.
Balık çiftlikleri devlet tarafından belirlenen alanlarda ve kapalı koyların dışında yapılmalıdır. Su kullanan sanayinin Marmara çevresine yerleşmesinin önüne geçilmeli ve suyun bulunduğu bölgelere yönlendirilmelidir. Ve bu yaşananların iklimsel değişimlerle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü dünyadaki tek kirleticiler insanlardır. n