Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi: Parayı harcamama; işe koyup yatırım yapma zamanı
“İzmir’de serbest bölgelerimizin sayısını artırmalıyız. Sektörel serbest bölgeler oluşturabiliriz. Hatta İzmir’i serbest şehir olarak kurgulayabiliriz.”
İzmir Penceresi köşemizin bu sayıdaki konuğu Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi oldu. Eskinazi halen İsrail’in İzmir Fahri Konsolosluğu, İzmir Ticaret Odası Meclis Üyeliği, İZQ İzmir Girişimcilik ve Yenilik Merkezi, İzmir Ekonomi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyeliği ve İZFAŞ Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerini de sürdürüyor.
İhracata ve üretime adanan bir ömür üzerinden İzmir ve Türkiye ekonomisini değerlendirdiğimiz Eskinazi, önümüzdeki döneme ilişkin öngörülerini paylaştı. Pandemi döneminde iş dünyasının önemli bir sınav verdiğini ve öz sermayesinden ciddi kayıplar yaşadığına vurgu yapan Eskinazi, geleceğe yönelik “Parayı harcamama; işe koyup yatırım yapma zamanı” mesajını verdi.
Jak Bey; öncelikle genç üyelerimiz ve okuyucularımız sizi tanıyabilir mi?
5 Temmuz 1954 tarihinde İzmir’de dünyaya geldim. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği mezunuyum. Pergamon Status Dış Ticaret A.Ş., Roteks Tekstil İhracat A.Ş. ve Spot Tekstil San. Tic. A.Ş. firmalarının Yönetim Kurulu Başkanı olarak iş hayatımı sürdürüyorum.
Ege İhracatçı Birlikleri’yle 1990’lı yıllarda tanıştım. 2001-2003 yılları arasında Ege Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği’nde Yönetim Kurulu Başkan Vekili oldum. 2003-2010 yılları arasında Ege Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptım. 2014-18 yılları arasında Ege Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı yaptım.
19 Nisan 2018 tarihinde Ege Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanlığı’na, 10 Mayıs 2018 tarihinde ise; Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanlığı’na seçildim.
Ege İhracatçı Birlikleri çatısı altında farklı iki birlikte Birlik Başkanlığı yapan ilk isim oldum. Geçmiş yıllarda; Türkiye İhracatçılar Meclisi Yönetim Kurulu Üyeliği, İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı, EGEV Yönetim Kurulu Üyeliği, DEİK Türkiye – Malta İş Konseyi Başkanlığı görevlerinde bulundum. Halen İsrail’in İzmir Fahri Konsolosluğu, İzmir
Ticaret Odası Meclis Üyeliği, İZQ İzmir Girişimcilik ve Yenilik Merkezi, İzmir Ekonomi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyeliği ve İZFAŞ Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerim sürüyor. Eşim Mirey Eskinazi ile 41 yıldır evliyiz. 1 çocuğum, 2 torunum var.
Ege Bölgesi’nin potansiyeli şu anda 25 milyar dolarlık bir ihracat gösteriyor ama biz ilan ettiğimiz geçen sene 13 milyar dolar. Ege Bölgesi belki de bu sene 28-30 milyar dolar civarında bir rakam olacak. Ancak bunun içinde bizde olan rakamlar bu kadar çünkü İzmir’de 12 tane ihracatçı birliği var. Türkiye’de 27 tane sektör var. Bunların 12 tanesi bizim bünyemizde. İzmir’de kimya birliğinin kurulması elzem çünkü İzmir’in bir numaralı ihracatı kimya. Bunu Sayın Bakan’a da söyledik ve bize hak verdi.
Ege İhracatçı Birlikleri’ne ne zaman üye oldunuz? Bu süreç içerisinde üyelik ve başkanlık görevleriniz üzerinden edindiğiniz tecrübeler neler oldu?
Dedem tarafından kurulan konfeksiyon işimizde üçüncü kuşak olarak çalışıyorum. 1990’lı yıllardan beri Ege İhracatçı Birlikleri’nde görevler aldım. Biraz önce de dile getirdiğim gibi Ege Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği ve Ege Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği’nde Yönetim Kurulu Başkanlığı yapan ilk isim oldum. Ege İhracatçı Birlikleri’nin 9. Koordinatör Başkanıyım. Ege İhracatçı Birlikleri’ndeki görevlerim gereği Kamu ile daha yoğun ilişkiler içerisinde oldum. Ben buralarda göreve başladığım yıllardan bugüne çok sayıda iş insanıyla, farklı sektörlerden ihracatçılarla, kamuda çok sayıda bakan, müsteşar, genel müdür ve bürokratla çalışma olanağı buldum. Her birinden bilgi ve tecrübemi arttırdım.
EİB’nin son dönemde inovasyon ve sürdürülebilirlik başlığına odaklandığını görüyoruz. Bu özelden bakarak şehrin karnesini yorumlamanızı istesem…
İnovasyon ve sürdürülebilirlik, Ege İhracatçı Birlikleri olarak bizim çalışmalarımızda yoğunlaştığımız iki kavram. İnovasyon ile ihraç ürünlerimizde farkındalık yaratmak, katma değerli ihracatın payını yükseltmeyi hedefliyoruz. Sürdürülebilirlik ise, gelecek nesillere daha yeşil, daha temiz yaşabilir bir dünya bırakma çabamızda bize rehberlik edecek. 2019 yılı sonunda dünyanın en büyük sürdürülebilirlik inisiyatifi olan Global Compact’a üye olduk. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Sıfır Atık Projesi’ne katıldık. Bu iki projede de Türkiye’den yer alan ilk ihracatçı birliğiyiz.
Gelecek nesillere sorumluluklarımız olduğuna inanıyoruz. Dünya’da da sürdürülebilirlik en öncelikli kavramlardan. En büyük ihraç pazarımız Avrupa Birliği karbon salınımını 2030 yılında yüzde 50 azaltmayı, 2050’de de sıfırlamayı hedefliyor. Bizim bu sürecin dışında kalmamız mümkün değil.
“Türkiye ihracatı İzmir’den öğrendi.” Bu vurgu özelinden İzmir ve İhracat desem bana nasıl bir açılım yaparsınız?
İzmir bir liman kenti olmasının verdiği avantajla yüzyıllar boyunca dış ticaretin merkezlerinden biri olmuş. Türkiye’de ihracatın başladığı yer İzmir. Cumhuriyetin ilk yıllarında ihraç ettiğimiz 4-5 kalem ihraç ürünümüz var. Onlarda incir, pamuk, tütün, zeytinyağı, fındık. Bu ürünlerin fındık hariç hepsi bu bölgede yetişiyor. 1923 yılında Türkiye’nin toplam ihracatı 51 milyon dolar iken, İzmir 43 milyon dolar ihracat yapıyormuş. 1980’e kadar Türkiye’nin ihracatında İzmir’in ağırlığı devam ediyor.
Sanayileşme ile birlikte sonraki yıllarda ihracatta İstanbul öne geçerken halen ihracatta lider şehirlerden biri konumundayız. TÜİK verilerine göre; 2020 yılı sonu itibariyle 11 milyar 597 milyon dolarlık ihracatla Türkiye’nin en çok ihracat yapan ikinci kenti konumundayız. TÜİK’in son açıkladığı dış ticaret istatistiklerine göre 2021 yılının Ocak-Haziran döneminde de gerçekleştirdiğimiz 6 milyar 895 milyon dolar ihracatla İstanbul’un ardından ikinci sıradaki yerimizi koruyoruz.
Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin ilk 1000 İhracatçı Listesi’nde Ege Bölgesi’nde 160 firmamız yer alıyor. O listede de ikinci sıradayız.
Serbest bölgelerden yapılan ihracatın bölge ihracatına yarattığı değeri yorumlamanızı istesem… Bölge ihracatı yukarı taşıyor, bu nasıl devam eder?İzmir’de iki tane serbest bölgemiz faaliyet gösteriyor. Her ikisi de İzmir’in ihracat rakamlarına büyük katkı sağlıyor.
İzmir’in en çok ihracat yapan iller sıralamasında ikinci sırada yer almasında serbest bölgelerimizin katkısı çok büyük. Bu bölgelerden yapılan ihracatımız aynı zamanda katma değer bakımından da yukarıda. Türkiye’nin ortalama ihraç fiyatı 1,1 dolar iken, bu bölgelerimizden yapılan ihracatın ortalaması 8,5 dolar seviyesinde. İzmir’de serbest bölgelerimizin sayısını artırmalıyız. Sektörel serbest bölgeler oluşturabiliriz. Hatta İzmir’i serbest şehir olarak kurgulayabiliriz.
İzmir’in ihracattaki artış hızı, Türkiye’nin genel ihracat artışının gerisinde kaldığını görüyoruz. Pandemi sürecinin yansıması nasıl oldu? Bundan sonra dengeler nasıl değişir? Pandemi dönemiyle karşılaştırmak yapmak ne ölçüde doğru bilmiyorum ama özellikle son 3 yıllık dönemi karşılaştırarak kıyasladığımızda nasıl bir ihracat gerçeğimiz var? 2019 yılı ile karşılaştırma yaparak yol alırsak nasıl bir ihracat performansımız var?
Ege İhracatçı Birlikleri’nin ihracatında tarım sektörlerinin ağırlığı Türkiye ortalamasının çok üzerinde. 2021 yılında İzmir’in ihracatında bir gerileme yok. İzmir ve Ege Bölgesi’nin ihracatında tarım sektörleri Türkiye ortalamasının üzerinde pay alıyor. Tarım sektörü Türkiye ihracatından yüzde 14 pay alırken, Ege Bölgesi ihracatından yüzde 33 paya sahip.
Tarım sektörü, 2020 yılında pandemi döneminde Ege Bölgesi’nin ihracatının Türkiye ortalamasının üstünde kalmasını sağlarken, 2021 yılında sanayi ürünleri daha yüksek performans gösterdiği için Ege Bölgesi ihracatının Türkiye ortalamasının altında kaldı.
2021 yılı o nedenle ihracat karşılaştırmaları için ekstrem bir yıl. 2022 yılında Türkiye ile Ege Bölgesi’nin ihracat artış hızının benzerlikler göstereceğine inanıyorum.
Marka zincirlerinin geri dönüşümde farkındalık çalışmalarının başladığını görüyoruz. Ürünü götürdüğünüzde indirim kartı veriyor. Böylece tüketicinin onu direkt çöpün içine karıştırmasının önüne geçiyor. Aynı zamanda dolaylı yolla müşteri sadakati sağlıyor. Bu tarz farkındalık kampanyaları etkili olabilir mi? Yerli markalarımız buna dahil olabilir mi?
Tabi ki olabilir. Geçtiğimiz haftalarda TİM Marka Zirvesi vardı. Orada Süleyman Orakçıoğlu’nun bir çalışması vardı. “Biz eski kullanılmış elbiselerin hepsini yurt dışındaki Avrupa’daki mağazalardan toplayıp buraya getirip geri dönüşüme tabi tutacağız. Ancak Türkiye’ye maalesef bunu getiremezsiniz gümrük mevzuatı uygun değil” dedi.
Ama çöpü getirebiliyoruz!
Çöpü de artık getiremiyorsunuz. Çöpü ayrıştırıp özel izinlerle getirebilirsiniz. Aslında getiremezsiniz diye bir şey yok. Getirebilirsiniz, ancak bütün bu kuralları günümüzün şartlarına göre tekrar düzenleyip revize edip yayınlamak gerekiyor. Ben bu malı sana satıyorsam yarın da geri almayı taahhüt edeceğim.
Örneğin; kâğıt konusunda geri dönüşüm çok önemli ama dönüştürülmüş kâğıt daha pahalı. Doğru. Polyesterde de aynı şekilde, geri dönüştürülmüş polyester şu anda normal polyesterden çok daha pahalı.
Bu fırsatçılık mı yoksa maliyet mi?
Maliyet ama bunu yapmak mecburiyetindeyiz. Çöpü toplayıp getirdiğiniz zaman tonu 50 dolar. Ancak ayrıştırdığınızda 300 dolar. O zaman maliyetler çok değişiyor. İşte bütün mesele bu işleri belgeli ve sertifikalı yapabilmekte… Türkiye’de de sertifikasyonunu mutlaka yapabiliyor duruma gelmemiz lazım. Türkiye buna ilk tekstilde ve plastikte başladı.
Uşak’ta çok gelişmiş bir tekstil sektörümüz var. Biliyor musunuz; kullandığınız battaniyenin yüzde 90’nı geri dönüşüm iplikten üretiliyor. Büyük mağazalarda özellikle kadın giyimindeki daha kalın örme ceketlerde geri dönüşüm özellikle isteniyor. Bunlarda recycling etiketini görürsünüz.
Dünyaca ünlü bu kumaşlar Uşak’ta çok iyi fabrikalarda yapılıyor ve ihraç ediliyor. En büyük sorunları ise hammadde yok. Dünyadan ham madde getiremiyorlar çok büyük sıkıntı yaşıyorlar. Türkiye’den temin ettikleri yetmiyor. “Dünyanın çöpünü biz mi toplayacağız?” diyorlar, aslında bu çöp değil. Bu algıyı değiştirmemiz lazım. Daha doğrusu bu algının doğru kısmını öğretmek lazım ama haklı oldukları yerler de var.
Haklı oldukları derken…
Biraz önce sizin dediğiniz gibi 50 dolarlık bir malı getirdiği zaman içinde her şey var ve bunu daha sonra atıyorsa bir tarafa bu gelmesin.
Buna ben de karşıyım. Ancak dediğimiz gibi ayrıştırılmış ve tam recycling dünya üzerinde çöp dediğiniz benim için çöp değil ham madde. Buraya gelip işlenmesi lazım. Aynı şey demir çelikte de var. Demir çelikte de hurda olmazsa çalışmazlar.
Kısacası çöpe atarken bir kere değil üç kere mi düşünelim?
Çöpü atarken hem düşünün hem ayrıştırın. Gıda artık tarımdan da artık kompoz gübre organik olarak kullandığınız kimyasallardan çok çok daha faydalı. Size sağlıklı olarak bir geri dönüşüm veriyor. Orada kullandığınız kimyasalların vücuda verdiği zararı yok etmiş oluyorsunuz.
İzmir, pandemi sürecinde yeni fuar organizasyonlarının internet ortamına taşınmasında da rol model oldu. Yine bir ilke bu noktada imza attı. İlkler bazında baktığımız şehirde önümüzdeki günlerde Türkiye’ye rol model olacak ne gibi girişimlerde bulunulacak?
Yenilenebilir enerjide Ege Bölgesi bir merkez olmak üzere. Türkiye’nin başka yerlerinde de bu tür şeyler var ama özellikle rüzgâr enerjisinde ve sanayi olarak da merkez olmak üzere.
Bunu Sayın Bakanımıza da izah ettim hemen bunlara çok iyi teşvikler vermemiz lazım. Çünkü geleceğin sürdürebilirliğin en önemli unsurlarından bir tanesi enerji. Enerjiyi eğer Rabbimin bize vermiş olduğu imkanlarla bedavaya üretmek varken hem fosil yakıtlara bir ton para vermek yerine rüzgâr ve güneşle bu işi halledebiliriz.
Şu anda Türkiye enerjinin yalnızca yüzde 17’sini yenilebilir kaynaklardan elde ediyor. Yüzde 56’sını hala fosil yakıtlardan elde ediyor. Geriye kalan yüzde 35-40 civarındaki enerjiyi ise hidroelektrik santrallerinden temin ediliyor. Türkiye bu sürdürülebilirlik konusunda, tabiat imkanları çok olmasına rağmen yatırımları çok az yapmıştır. Bunlar içinde çok büyük imkanları var. Sanayisi kuruluyor ve bu sanayi teşvik edip Türkiye içinde büyütülmesi lazım. Mutlaka yeni tesislerde bunlar şart koşulmalı. Bugün yatırım teşvikleri veriliyor ancak olmayan yeni yatırımlara teşvik verilmemesi lazım. Bugün çatısını güneş enerjisiyle yapmayan, yağmur suyunu toplayıp Sarnıç’ta tekrar kullanım yapmayan, çöplerini ayrıştırmayan tesislere teşvik vermesinler. Bunları harfiyen yerine getirenlere teşvik versinler ki onlar da teşvik olsun bunların yapılması için.
Serbest bölgelerin ihracata etkisini birlikte bir yorumlasak…
Serbest bölgelerin yapmış olduğu ihracatlar bizim rakamlarımızın içinde yok. Onlar ayrı ama İzmir bu konuda çok şanslı çünkü iki tane Serbest Bölgesi var hele ESBAŞ Türkiye’de her konuda öncü. Biz kendilerini kutluyoruz.
EİB’nin rakamlarınızın içinde serbest bölgelerin rakamları olmalı mı olmamalı mı?
Ege Bölgesi’nin potansiyeli şu anda 25 milyar dolarlık bir ihracat gösteriyor ama biz ilan ettiğimiz geçen sene 13 milyar dolar. Ege Bölgesi belki de bu sene 28-30 milyar dolar civarında bir rakam olacak. Ancak bunun içinde bizde olan rakamlar bu kadar çünkü İzmir’de 12 tane ihracatçı birliği var. Türkiye’de 27 tane sektör var. Bunların 12 tanesi bizim bünyemizde. İzmir’de kimya birliğinin kurulması elzem çünkü İzmir’in bir numaralı ihracatı kimya. Bunu Sayın Bakan’a da söyledik ve bize hak verdi.
Bu konu, dönem dönem kamuoyunda gündem oluyor. Ama İzmir bu konuda yol alamıyor. Son gittiğinizde istediğinizi alabildiniz mi? Sadece sözde. 4-5 sene önce her şeyi tamamlamış ve ilgili dosya iletilmişti. Seçimler girdiği için kalmıştı. Dosyası Bakanlıkta hazır. Kimya her şeyiyle hazır bir birlik.
Bölgenin ürününü hak ettiği ölçüde katma değerli dediğimiz boyutta arttırabilmek için EİB olarak bir manifesto hazırladınız. Bu manifestonun önceliklerine bir kere daha vurgu yapalım mı?
Öncelikle tarım bölgesiyiz. Tarımdan başlayarak yaş meyve ihracatı yanında bunun sanayiye dönüştürülmüş mamuller ihracatını da çok önemsiyoruz. Buna yeni yatırım yapacak arkadaşların dikkat etmesi gerekiyor. Bugün toplanan yaş meyve sebzenin yüzde 30’u civarında zayi oluyor. Zayi olmaması, sanayide değerlendirilmesi çok önemli.
İzmir’in son yıllarda yazılım üretimi konusunda da önemli atılımlar yaptığını görüyoruz. Bu konuda bir üs olabilir miyiz ve burada bir yazılım ihracatçılar birliğinin kurulması konusunda şimdiden çalışmalara başlanmalı mı?
Zaten bu konuda üs durumundayız. Buradan bir oyun programını 3-4 milyar dolara satabilen firmalar var. Birlik kurulmasını talep ettik, daha Türkiye’de kurulamadı.
Madencilik özelinde baktığımızda yıllardır firmalar ile mimarların ortak çalışmalar yürütmesi ve yurtdışında farkındalık yaratılması hususunda ortak çalışmalar yürütülmesi gerektiği ifade edilir. Ama bu konuda kıramadığımız bir kalıp var. Sıkıntı nerede? Türk projelerine karşı bir ön yargı mı yoksa güçlü bir karşı lobi ile mi karşılaşıyoruz?
Bence lobi değil, bizim tembelliğimiz… Bizim bunu aşmamız lazım. Yeni kuşak bunu aşacak, bundan eminim.
Made in Turkey markası ile ilgili yeni bir farkındalık yaratma çalışmasına mı ihtiyacımız var?
Bunu yapmaya çalışıyoruz. Özellikle ürünümüzün kalitesini de ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bu mal kalitelidir, bunu bilin! Arçelik, Beko, Vestel bunu başardı. Bunlar kolay olmuyor, bugünden yarına olmuyor.
EİB olarak gıdada bir proje başlattık. Las Vegas Üniversitesi ile ilk defa Türk gıda ürünlerinin literatüre girmesini sağladık. Türk mutfağını Türk gıda ürünleri ile beraber dünyada bir lezzet odağı olduğunu literatür olarak üniversitede okunmasını sağladık. Artık bir Türk zeytinyağı tat olarak fark ediliyor. Bir Türk üzümü tat olarak fark ediliyor. Akdeniz otlarını ilk defa gelip gördüler. “Bunlar çok güzel şeylermiş” demeye başladılar ve bunlar literatüre girdiği müddetçe talepler alacağız. Ama bunlar bugünden yarına olacak şeyler değil. Temelleri attık, bunların üzerine işlendiği müddetçe Türk ürünleri, Türk tarımı, Türk sanayisi mutlaka dünyada bir yerlere gelecek. TURQUALİTY ilk lansmanı 2004 yılında Rusya’da yapıldı. O günden bugüne Türkiye 10 marka çıkaramadı. Hazır giyimde birkaç marka var. Arçelik, Beko var.
Yabancı yatırımcının Türkiye’deki yatırım konusundaki refleksi nasıl? Özellikle teşvik mekanizmasında bu konuda nasıl bir revizyona ihtiyacımız var?
Türkiye bu hukuk sistemi ile yatırımcı alamaz. Yatırımcının bakmış olduğu en önemli şey; “Ben buraya geldiğim zaman benim haklarım nasıl korunacak.” Türkiye’de çok önemli bazı kararlar alınmadığı müddetçe bizim beklediğimiz yatırımcıların Türkiye’ye gelme şansı çok az. Ancak çok spesifik konularda, çok iyi bir yerli ortakla belki gelebilirler ama bir yatırımcının Türkiye’de sıfırdan kendi başına yatırım yapması zor. Bu güveni yurt dışında sağlamadığımız müddetçe yatırımcının gelmesi zor. Burada ilk işimiz; hukuk sistemini düzeltmek. Hukuk sistemini onların güvendiği, uluslararası standartlara getirebilmek lazım. Burada hakkını arayamıyorsa gelmez.
Çandarlı Limanı ile ihracat konusunda yeni bir hub olabilir miyiz?
Pire gerçeği var, treni kaçırdık. Çandarlı olabilir mi, olabilir ama şu anda daha inşaat aşamasında daha bir yerlere gelecek sonra da destinasyonlara girmesi lazım. Biz onun yerine Türkiye’deki deniz lojistik firmalarına daha fazla destek versek iyi olur. Bugünlerde gördük ki konteyner sıkıntısı önümüzdeki yıllarda da devam edecek.
BBC’nin yorumuna göre konteyner krizi ile ilgili ikinci dalga bekleniyor. İkinci dalga bekliyor musunuz ve bunu yönetmeye hazır mıyız?
Konteyner krizi sözde Haziran ayında bitecekti. Ben yıl sonuna kadar süreceğini söylemiştim. Şu anda yıl sonuna da bitecek gibi görünmüyor. Çünkü hala bu konteyner sirkülasyonu normal hale gelemedi. Dünyada konteyner imalatı yapmak sadece Çin’in tekelinde kaldı ve onların bu fiyat politikası dolayısıyla dünyada konteyner fabrikalarının hepsi kapandı. Türkiye’de konteyner fabrikası kurmak bugünden yarına yapılacak bir şey değil. Türkiye’nin bir yıl içerisinde 50 bin tane konteyner yapabilir hale gelebileceği düşünülüyor. Şu anda dünyanın tahmin ediyorum ki 500 bin konteynera ihtiyacı var. Bizim yerli konteyner taşıyıcı filomuzu revize edip bunları teşvik etmemiz lazım. Liman ihtiyaçları mutlaka her yıl artacaktır. Yalnız sadece liman yapmakla bitmiyor bu limanları modernize etmek lazım. Bizim de yeni liman yaparken yeni sistemle yeni kapasiteyi artıran ekipmanlarla donatmalıyız. Sadece yeni liman yapmak buraya çözüm değil. Bence bunun yanında hiç kimsenin farkına varmadığı bir şeyi söyleyeceğim. Türkiye’de yat turizmi de gelişti. O yatların konacağı marina yok. Güneye gidin, güneyde ki bütün koylar marina gibi ve kaptanlar geziye gelecekleri bekliyor. Yanaşıyorlar alıyorlar gidiyorlar kışlayacakları marina bile yok.
Bu konuda da mı treni kaçırdık?
Evet kaçırdık ve kaçırmaya da devam ediyoruz. Bunları kiralayan şirketleri de kaçırdık. Zenginliklerimizi tanıtamadıktan sonra zenginliklerin bir faydası yok. Her yere liman yapamazsınız. Onu için de mevcut limanları modernize etmek gerekiyor.
Çandarlı belki de doğru bir yatırım. Aliağa bir sanayi bölgesi olduğu için orası çok turistik bir yer değil. Oralarda bu limanlar yapılabilir ama kalkıp Bodrum’a bir liman yapamazsınız. Yeri müsait ama olmaz, Antalya bile olmaz. Antalya’da var ama daha da büyütemezsiniz.
Hammadde savaşları ne olacak? Orada da ikinci bir dalga ön görülüyor.
İkinci dalgayı zannetmiyorum ama ham madde savaşları talep meselesi ve pandemi dolayısıyla dünyada bir dengesizlik oldu.
Bazı ülkeler ham maddeyi tedarik edip getiremedi. Bazı yatırımlar ham madde üzerine yapıldı. Borsa yatırımları ham madde üzerine yapıldı. Bunların neticelenmesini bekleyeceğiz.
Geçtiğimiz günlerde verdiğiniz bir röportajda “7 yaşından beri çalışıyorum, hiç lunaparka gitmedim.” Bu derece çalışan birisi olarak bir dönem daha sizi başkan olarak görecek miyiz?
Ben bir işi şöyle işin ucundan tutup da yapamam. Mutlaka işin içine girdiğim zaman A’dan Z’ye ilgilenmem lazım. Sen bana soru sorduğun zaman mutlaka cevabını verebilmem lazım. Onun için de çok farklı konular var. Farkındaysanız hazır giyimciyim, tekstilciyim ama tarımı burada öğrendim. Tarımı A’sından Z’sine kadar anlatabilirim.
O zaman sizi başka sektörlerde mi göreceğiz?
Hayır. Dinleneceğim torunlarımla beraber olacağım.
Sudoku mu oynayacaksınız?
(Gülerek…) Sudoku’yu çok oynuyorum. O benim tek dinlendiğim şey.
Turnuvaları var mı?
Hindistan’da olduğunu duymuştum. Ama ilgilenmedim.
Tarım dediniz, ihracatçı son dönemde tarım özelinde ne konuşuyor?
Korkunç bir pestisit sorunu var. Buna mani olamıyorlar çünkü çiftçimiz bu konuda cahil. Biz dedik nasıl eczaneye gidip ilaç alıyorken sisteme işliyorlar bu şekilde işlensin. Kim ne ilacı alıyor, nereye kullanıyor? Bu ilacı niye aldı, nereye kulandı diye sorgulama şansı olsun. Onsuz satılmasın. Başından bunu çözmek lazım. İhtiyacı olmayana satılmasın. Bu sistem uygulanmalı.
Tekstil sektörü özelinde Avrupa pazarında navlun bize avantaj olarak dönebilir mi? Bu konuda nasıl bir öngörünüz var ve Türkiye yeni düzene kendini nasıl hazırlıyor?
Navlun konusu enteresan bir konu. Biz navlunla değil de tekstil konusunda kendi Ar-Ge’mizle öne çıkıyoruz. Şu anda Avrupa’nın bizi tercih etmesinin birkaç sebebinden biri Ar-Ge yatırımları. Dünyanın en iyi tekstil altyapısına sahip ülkeyiz ve bununla hazır giyimi destekliyoruz. Balkanlar’daki komşularımız Bulgaristan, Romanya olsun böyle bir tekstil alt yapısına sahip olamadıkları için bizden daha iyi bir hazır giyim iş gücüne sahip olmalarına rağmen bizimle rekabet yapamıyorlar. Tekstil gücümüz konfeksiyonu sürüklüyor Avantajımız navlun değil süre…
İntikam Alışverişi dediğimiz bir süreç yaşanıyor. Pandemiden sonra bu hazır giyim sektörüne nasıl yansır? Yılın ikinci döneminde satışlarda patlama bekliyor musunuz?
Bu oyuncuların kendi iş yapış şekilleriyle alakalı. Eğer siz kendinizi buna hazırladıysanız tabi ki başarılı olursunuz. Siz eğer hala müşteriden bir şey bekliyorsanız başarılı olma şansınız yok.
İkinci yarıdan umutlusunuz… Umutluyum. Sadece tekstilden değil diğer sanayi kollarından da umutluyum. Tek bir sıkıntımız var. Sermayeleri yedik. Pandemide onu söyleyip duruyorum büyük işletmelerde dahil olmak üzere normal çalışamadılar. Ayakta kalabilmek için ve rekabet edebilmek için ihracat rekor kırdı ama çok ucuza da mal sattık. Ucuza mal satılmasıyla sermayeler yendi.
Şöyle bir örnek vereyim; 100 kilogram pamuk alıp işletmenizi çalıştırabilirken pamuğun değeri o zaman 10 TL’ydi, şimdi 20 TL olunca değeri 100 kilogram değil 50 kilogram pamuk alacaksınız. Ayrıca 50 kilogram alacak pamuğu bile oralarda yediğiniz için 40 TL’lere düşecek yüzde 40’a düşeceksiniz kapasitede o en büyük tehlike bizim için. Şu anda bütün sanayi emtialarında yukarıya doğru olunca sermayelerde eriyince böyle bir sıkıntı yaşayacağız. Bütün sıkıntıyı orada yaşayacağız. Krediler malum; nasıl kredi alacaksınız? Krediyle dönmek çok pahalı.
İhracatçının biraz daha avantajı var. Yurt dışı kaynaklı kredilerde biraz daha rekabetçi faizlerle kredi alabiliyor ama iç piyasadaki durum vahim. İhracatçı yine de var gücüyle çalışacak. Harcamamak, parayı işe koyup yatırım yapmak lazım.
Gayrimenkule değil fabrikaya yatırım zamanı!…
Evet
Genç üyelerinize vermek istediğiniz mesajlar neler?
Gençlere çok güveniyorum. Bu ülkenin geleceği onlarda. Kendi iş yerinde olsa dahi ikinci üçüncü nesil iş yerlerinde dahi olsa yenilik getirmekten ar-ge kurmaktan vaz geçmesinler. Bütün geleceğimiz ar- ge’de. Yeni bir şey yaratmadığımız müddetçe dünyaya adapte olma şansımız yok. Klasik yöntemler hem para kazandırmıyor hem de ileri gitmemize itici güç değil.