Selçuk Yaşar Ödülü’nün bu yılki sahibi Johannes Kepler Üniversitesi Fizikokimya Kürsü ve Enstitüsü Başkanı Ord. Prof. Dr. Niyazi Serdar Sarıçiftçi: Türkiye’nin istiklali ve istikbali güneş enerjisinde ama bunun farkında değil
Selçuk Yaşar Ödülü’nün bu yılki sahibi, 1996 yılında Avusturya hükümetinden ordinaryüs profesörlük ünvanını alan Johannes Kepler Üniversitesi Fizikokimya Kürsü ve Enstitüsü Başkanı Ord. Prof. Dr. Niyazi Serdar Sarıçiftçi oldu.
Ödüle ‘Temiz Enerji’ özelinde plastik organik güneş pilleri konusundaki çalışmaları ile layık görülen Ord. Prof. Dr. Niyazi Serdar Sarıçiftçi, Türkiye’nin istiklali ve istikbalinin güneş enerjisinde olduğunu ancak bunun farkında olmadığına dikkat çekiyor.
Ord. Prof. Dr. Niyazi Serdar Sarıçiftçi, “Şu aşamada tek tavsiyem; güneş enerjisi ile iştigal eden tüm şirketleri, güneşten elde edilen elektriği almayı satmayı tümüyle her türlü vergiden ve müsaadeden muaf tutsunlar. Bakın o zaman Türkiye’de güneş enerjisi teknolojileri ve üretimi nasıl gelişiyor. Su yoluna akar, halkımız kendine yararlı metodu benimser. Yeter ki devlet köstek olmasın, serbest bıraksın. Başka bir destek istemez” diyor.
Güneş enerjisi konusundaki yatırımların pahalı olduğu yönündeki değerlendirmelerin doğru olmadığına vurgu yapan Ord. Prof. Dr. Niyazi Serdar Sarıçiftçi, “Günümüzde güneş enerjisi santralleri elektrik üretimi tesislerinden kesinlikle daha pahalı değil. Ayrıca güneşten gelen enerji için bir fatura gelmeyecek” diyor.
En önemli yatırım; deniz suyunu arındırıp kullanma suyu elde eden tesisler olacak. Bu su arıtma tesisleri için gerekli enerjiyi de güneşten alalım.
Bu konuda İsrail mükemmel bir örnek teşkil eder. Türkiye’nin büyük nüfusu sahillerde yaşadığı için bu da gayet mümkün. Büyükşehir belediyeleri ve Bakanlıklar işbirliği halinde acilen bu yatırımları yapsınlar. Çok yakın bir gelecekte bu korkunç kuraklık ciddi su kesilmelerine ve tarımsal susuzluğa sebep olacak.
Öncelikle geçtiğimiz günlerde layık görüldüğünüz Selçuk Yaşar Ödülü’nden dolayı tebrik ederiz. Ödüle “Temiz Enerji’ özelinde plastik organik güneş pilleri konusundaki çalışmalarınız ile dünyadaki ilk patent ve yayına sahip olarak aldınız. Bu çalışmanın öyküsünü bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Santa Barbara’da California Üniversitesi’nde 1992-1996 yılları arasında Prof. Dr. Alan Heeger’in yanında çalıştım. Oraya geldiğim ilk aylarda C60 molekülünü iletken polimer matrixlere ekleyerek dünyadaki ilk plastik güneş hücrelerini yaptım. Bu buluş hem patent hem de Science Dergisi’nde paper olarak 1992 yılı itibari ile yayınlandı. Güneşten elektrik elde etmek(fotovoltaik) 1950’lerden beri silisyum bazındaki malzemelerle mümkün ve bugün yılda 100 milyarlarca dolarlık bir endüstri haline geldi. Bu malzemenin yanı sıra organik veya hibrit malzemelerle de fotovoltaik yapılabilir. Bizim üzerinde odaklandığımız konu bu yeni malzemelerdir.
Bu buluşun hayata geçmesi için süreç nasıl işleyecek?
Bir çok şirket bu organik güneş pilleri ile üretim yapmak üzere kuruldu. Bir çoğu da battı. Özellikle son senelerde büyük ölçekli Japon, Çin ve Güney Kore şirketleri bu konuya el attılar. Brezilya’da da çok kuvvetli bir şirket bu sistemleri bugünlerde geniş çapta üretip inşa ediyor. Genel olarak silisyum güneş panellerinin fiyatı çok düştüğü için bu organik güneş pillerinin endüstriye geçişi biraz zor. Dünya piyasasının büyük bir kısmı silisyum güneş panelleri üzerinedir. Ancak yatırım maliyeti çok yüksek olduğu için bu silisyum güneş panelleri üreten entegre tesisler çoğunlukla Çin Halk Cumhuriyeti’nde bulunuyor. Economies of Scale açısından çok başarılı bir şekilde Çin dünya piyasasını ele geçirmiş durumdadır. Bununla rekabet etmek bugün çok zor. Organik güneş panellerinin seri üretimi(roll to roll) baskı metodu ile çok ucuz bir yatırımla mümkün. Bu avantaj özellikle yerli ve milli güneş paneli üretmek isteyen az gelişmiş ülkeler için çok cazip.
Güneşten enerji elde edecek sistemlerin dünyada yayılması için, yatırım ve üretim maliyetlerinin düşürülmesi gerekli. Bu amaçla organik plastikten elde edilen güneş pillerini (organik fotovoltaik hücreler) icat edip geliştirdiniz. Bu pilleri maliyet olarak karşılaştırdığımızda yatırımcıya avantajı nedir?
Organik güneş pilleri ‘printing’ yani baskı basımevi makineleri ile çok ucuz ve çok rahat üretilebilirler. Bu büyük bir avantaj. CAPEX yatırımı eğer silisyum entegre üretim tesislerinin ilk yatırımı ile kıyaslarsak çok daha ucuz… Özellikle az gelişmiş ülkelerde bu yatırım maliyeti avantajının önemli olacağını düşünüyorum.
Dünyanın güneş enerjisinden daha fazla yararlanması için güneş enerjisinden elde edilen enerjinin üretim maliyetinin ucuzlaması çok önemli. Bu uzun yıllardır söyleniyor. Konuyla ilgili gelişim hızını nasıl yorumlarsınız?
Bugün satılan güneş enerjisi santralleri 1000$/kilowatt olarak inşa edilirler. Türkiye gibi güneşi bol memleketlerde bu çeşit bir santral senede ortalama en az 2000 kilowattsaat enerji getirir. Kilowattsaat başına 5 cent dersek, 10 senede en geç maliyetini amorti eder. Artık pahalı güneş enerjisi diye bir maruziyet kalmadı.
Bundan daha 15-20 sene önce bir kilowatt kapasiteli bir güneş fotovoltaik sisteminin kuruluş maliyeti aşağı yukarı 30 bin-50 bin dolar civarinda idi. Bugün Çin’in üretimi sayesinde aynı bir kilowatt kapasite için sadece 1000 dolar gerekiyor. Yani ‘Güneş enerjisi çok pahalı’ diye iddia eden kitleye tek cevabım budur; bir sorup araştırsınlar. Günümüzde güneş enerjisi santralleri diğer elektrik üretimi tesislerinden kesinlikle daha pahalı değildir. Ayrıca güneşten gelen enerji için bir fatura gelmeyecek. Bu da gaz veya petrol yakıp elektrik üretmek ile güneş enerjisi arasındaki en önemli farktır. Yani güneş enerjisi santrallerinin ‘running costs’ dediğimiz üretim maliyeti çok cüzi bir rakamdır.
Hindistan’da çok büyük ihaleler yapıldı ve burada çok inovatif bir yöntem kullanıldı. ‘Kim en ucuza elektrik satabilir’ diye bir açık arttırma(indirme) ile 10 milyar doların üstünde bir yatırım ihalesi açıldı. Çin ve Kore yatırımcıları ihaleyi 2.5 cent/kilowattsaat ile kazandılar. 2.5 cent bizim paramız ile en fazla 20 kuruşa gelir. Elektrik faturalarınıza eğer bakarsanız göreceksiniz ki, biz Türkiye’de bunun kaç katı ödüyoruz.
Plastik organik güneş pilleri konusundaki çalışmanız ile dünyadaki ilk patent ve yayına sahipsiniz. “Türkiye’nin istiklali ve istikbali güneş enerjisinde” diyorsunuz, peki Türkiye bunun farkında mı?
Hayır…
Türkiye elindeki güneş enerjisi potansiyelini doğru ve verimli kullanabiliyor mu? Son dönemde Bakanlığın özellikle yenilenebilir enerji başlığındaki yatırımlara olan destek başlığını öncelik olarak ele aldığını görüyoruz. Bu çalışmalara yönelik tespitlerinizi paylaşır mısınız?
Benim şu aşamada tek tavsiyem; güneş enerjisi ile iştigal eden tüm şirketleri, güneşten elde edilen elektriği almayı/satmayı tümüyle her türlü vergiden ve müsaadeden muaf tutsunlar, bakın nasıl gelişiyor. Türkiye’de güneş enerjisi teknolojileri ve üretimi bir anda kalkınır ve gelişir. Su yoluna akar, halkımız kendine yararlı metodu benimser. Yeter ki, devlet köstek olmasın, serbest bıraksın. Başka bir destek istemez.
Geçtiğimiz günlerde verdiğiniz bir demeçte “Ya petrol bağımlılığından vazgeçeceğiz, ya da felaketleri kucaklayacağız” vurgunuz dikkat çekici idi. 10 sene içinde Türkiye’de de susuzluk, kuraklık ve çölleşme etkili olacağını düşündüğümüzde burada nasıl bir politika izlenmeli?
En önemli yatırım; deniz suyunu arındırıp kullanma suyu elde eden tesisler olacak. Bu su arıtma tesisleri için gerekli enerjiyi de güneşten alalım. Bu konuda İsrail mükemmel bir örnek teşkil eder. Türkiye’nin büyük nüfusu sahillerde yaşadığı için bu da gayet mümkün. Büyükşehir belediyeleri ve Bakanlıklar işbirliği halinde acilen bu yatırımları yapsınlar. Çok yakın bir gelecekte bu korkunç kuraklık ciddi su kesilmelerine ve tarımsal susuzluğa sebep olacak. Bunun geleceğine hala inanmayan ve küresel ısınmanın varlığını görmezden gelen kişiler ve politikacılar bu felaketlerin
Yani maddiyattan dolayı karar verilirse güneş enerjisinin eline kimse su dökemez. Ama diğer politik sebeplerden dolayı hala daha güneş enerjisine yeterli ivmeyi kazandıramadık. Eğer yerli ve milli bir enerji istiyorsak bunun yolu güneş enerjisinden geçer. Bu tüm dünya için geçerli ama elbette petrol üreten ve satan merciler/ ülkeler bu gerçeklerden çok rahatsız oluyorlar. Güneş enerjisinin gelişmesini baltalamak için ellerinden ne gelirse yapıyorlar. Ama su yoluna akar. Her sene güneş enerjisi yatırımları, üretimi devamlı artıyor. Uzun vadede kimse engelleyemeyecek.
Uzun bir süredir güneş enerjisinin direk olarak kimyasal enerjiye çevrilmesi; güneş enerjisinden petrol üretilmesi üzerine çalışmalar da gerçekleştiriyorsunuz. Bu konudaki çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
En son gelişme güneş enerjisinden direkt olarak suni benzin veya suni doğal gaz elde etmektir. Bu çeşit teknolojilere “suni fotosentez” adı verilmiştir. Doğada yeşil bitkilerin yaptığı gibi, karbondioksit ve su artı güneş enerjisi bir foto veya elektrosentez ile çeşitli hidrokarbon yakıtlara dönüştürülebilir. Bu konuda teknolojiler geliştirilmekte olup Power-to-Gas, E-to-Gas, Solar Fuel, Photon-to-Fuel adları altında bütün dünyada çalışan *bir konu haline gelmiştir. Bu şekilde karbondioksit geri dönüşüme uğradığı için bu çeşit suni yakıtlar “carbon neutral cycle” dediğimiz, karbon saçmayan yakıtlar olarak tümüyle doğa ile harmoni içindedir. Gelecekte bu çeşit CO*2** geri dönüşümlü suni yakıtların tümüyle olmasa da büyük miktarda fosil yakıtların yerini alacağını düşünüyoruz. Ayrıca bu çeşit kimyasal enerji depolama metotları ile güneş enerjisi/rüzgar enerjisi aynı anda depolanmış oluyor. sorumlusu olacaklardır. Gelecek nesiller bizim kuşağa ve bu cahil kişilere lanet okuyacaklar.
Türkiye’de üniversite donanım altyapılarında büyük gelişmeler var. Ancak akademik kadro özelinde baktığımızda Türk bilim dünyası beyin göçü ile kan kaybediyor. Son dönemde Sanayi Bakanlığı, akademik kadroyu Türkiye’ye geri çağırmak için bir takım teşvik programları uyguladı. Ancak istenilen sonuç elde edilemedi. Burada nasıl bir politika izlenmeli? Tavsiyeleriniz neler olur?
Evet, Türkiye’de üniversitelerin teknik altyapısında büyük gelişmeler var. Artık eski günlerdeki sefalet yok. Son 20 sene içinde bir çok üniversiteye büyük yatırımlar yapıldı. Ancak insan altyapısı aynı şekilde gelişmiyor. Türk Bilim Dünyası beyin göçü ile çok kan kaybediyor. Türkiye’de bilimsel çalışanlara da yeterli önem verilmiyor. Herkesten mühendis olsun isteniyor ama bilim insanı olmazsa mühendislik olamaz. Benim gibi yurt dışında çalışan Türk bilim insanları Türk üniversiteleri ile çok iyi iletişim içindeler. Bu ilişkileri geliştirmek daha mantıklı olurdu. Herkes çalıştığı zemini kaldırıp Türkiye’ye taşınmak istemez. Türkiye benim gibi bilim insanları ile çok rahat ilişki kurabilir. Uzun seneler önce Türkiye’den bana doktora yapmaya gelmek isteyenler arasından benim seçtiğim öğrenciler için bir özel TÜBİTAK veya YÖK Fonu talep etmiştim. Ama böyle benim gibi Türk kökenli bilim insanları ile Türk üniversiteleri, öğrencileri arasındaki ilişkiyi rahatlatacak bir fonlama hiç yapılmadı. Amerika eksenli bir akademik burs sistemimiz var. Benim Avusturya’daki üniversitem hala daha bu YÖK burs üniversiteleri listesinde mevcut değil, bildiğim kadarı ile. Halbuki Almanya, Hollanda, Avusturya ve birçok Avrupa ülkesi ile Türkiye bugün hem coğrafi hem de ticari olarak cok daha yakın. YÖK ve TÜBİTAK fonlarının bu şekilde yeniden tanzim edilmesini öneririm.
“Petrol ve doğal gaz savaşlarına yatırdığımız paraların sadece bir kısmını yenilenebilir enerjilere yatırırsak bu savaşlara sebep kalmaz. Günümüzde üç kuruş daha fazla kar etmek için gelecekteki dünyayı satmak çok akıllı bir ekonomik yöntem değil.” diyorsunuz. Yatırımcı gözüyle baktığımızda bu kadar karlı bir alan neden görmezden geliniyor? Neden hala çevresel felaketlere yol açma ihtimali olan nükleer enerji de ısrar ediyoruz?
Cevap çok kolay ama maalesef detayları anlatmak çok zor. Bugün ABD, Ortadoğu’da bir savaş yaptığı zaman örneğin; son Irak Savaşına toplam 3 trilyon dolardan daha fazla para harcadı. Bunu Amerikalı Nobel Ödülü sahibi Ekonomist Joseph Stiglitz söylüyor. Bir milyonun üstünde Iraklı sivil öldürüldü. O bölgede korkunç bir yıkım oldu. Irak’tan gelecek petrolün fiyatına bu harcamaları ekleyebilsek petrol o kadar pahallanır ki kimse alamaz. Savaşların faturasını sivil halk öder ama petrol ticaretinin karını bir iki şirket alır. Bu korkunç insafsızlığın önüne ancak güneş enerjisi ile çıkabilirsiniz. Eğer 3 trilyon dolar güneş enerjisine yatırılmış olsaydı Irak, Suriye, Türkiye ve hatta tüm Orta Doğu’nun enerjisini üretebilecek güneş santralleri kurabilirdik. Savaş daima birilerinin daha çok işine geliyor. Bu kişiler üç kuruş daha fazla kar etmek için bir milyon Iraklı sivili katletmeyi göze alıyorlar. Ne yazık, ne korkunç bir vahşet. Nükleer enerji santrallerine gelince; nükleer enerji bir lükstür. Nükleer yakıt tedariki bir büyük sorun, radyoaktif atıkları saklamak başka büyük sorun, hele hele güvenliği sağlamak başlı başına bir sorun. Nükleer de bence kendi paramızla bela satın alıyoruz. Eğer nükleer silah yapılacaksa kabul ederim ama “Nükleer enerji ile ucuz enerji üreteceğiz” diyenlere basit bir hesapla bile bunun saçmalığını gösterebiliriz.