İzmir’in dışa açık, yenilikçi yapısı ve liberal ekonomik yaklaşımı, bir süre sonra ortaya çıkan ulusal ekonomik politika anlayışı ile birleşerek, başarılı bir kalkınma stratejisi ortaya koydu. Böylece kalkınmacı ve ikameci karma bir sanayileşme modeli İzmir’de başarı ile uygulandı.
Balkan Savaşları ve iç mücadelelere rağmen ticareti gelişen İzmir’in nüfusu 20. yüzyıl başlarında 236.614 sayısına erişmişti. Bu nüfusu geçindiren ihraç ürünleri dışında Anadolu’nun bereketli topraklarında yetişen pamuk ihracatının üst noktalara eriştikten sonra 1870’lerde önem kaybetmesine karşın İzmir bunun yerine hemen alternatif ürün olarak incir ve üzümü getirmiş ve ticari hayatı gibi tarımsal gelirlerinde güç kaybetmeyen bir şehir olmuştu.
Dolayısı ile Birinci Dünya Savaşının başlaması bile İzmir’in bir ürün aktarma, transfer merkezi olarak önemini zedelememişti. Ancak, yeterli bir katma değer eklenmeden tütün, palamut, yağlı tohumlar, afyon, deri, ipek kozası, zeytinyağı gibi tarımsal ürünlere tiftik ipliği ve halı gibi bitmiş ürünler ekleyerek ihraç eden İzmir’in tüm Osmanlı limanları arasında ihracattaki payı 1850’de %7.5 iken yeni Rıhtım ve Limanın bitme aşamasına geldiği 1873 yılında %30’a ve 19. yüzyılın sonunda %43’e erişmişti. İthalatta ise bu oran %20 civarında idi. Fransa’nın egemen olduğu ticarette 19. yüzyılın ortalarından sonra İngiltere’nin egemen olması ile ithal ürünlerde fantezi Fransız ürünleri yerine piyasayı İngiltere’den gelen dokunmuş kumaşlar ile çeşitli üretilmiş ve donanımlı ürünler yanında hırdavat, mobilya, cam, kahve, şeker, baharat ve hatta müzik aletlerine kadar her türden bitmiş, tüketime hazır ithal ürünler kaplamıştı. İthalatın bu ekonomik gücü karşısında şehirde yer alan ve 500 kişiye yakın işçi çalıştıran tek basma dokuma tesisi 1860 yılı öncesinde İngiltere’den gelen dokumalara karşın kendini koruyamayarak kapanacak ve yerine İzmir Kasaba Demiryolu Hattının gar binası yapılacaktı. Dönemindeki İzmir’in en önemli ekonomik yatırımlarından olan bu tesisin artık günümüze sadece Basmahane adı gelecekti. 19. yüzyıl sonlarına erişildiğinde ithalatta İngiltere’nin payı, Fransa’nın %19 oranına karşın %40’a ve giderek %50’ye erişmişti. Düşük gümrük ücretleri ile kapitülatif haklardan yararlanan
1922 sonrasında mübadele ile şehri terke mecbur bırakılanlara ilave olarak kendi istekleri ile ayrılanlarla birlikte nüfus giderek yarıdan fazla azalırken nitelikli iş gücü yanında sermaye kaybı da olmuştu.
Avrupa Ülkeleri tüm Osmanlı’da olduğu gibi İzmir’de de üretimi giderek kısıtlamakta idi. Buna rağmen İzmirlilerin yaratıcı ve istekli gücü ile 20. yüzyıl başına gelindiğinde şehirde, her ne kadar 14 tanesi Türk ve Müslümanlara ait olsa da 391 üretim tesisi ortaya çıkmıştı. Dönemin tek ekonomik gücünün buhar olması nedeni ile bu dönemde İzmir’deki üretim tesisleri toplamda 6787 buhar gücüne sahipti. Bu gücün 3725’i Rum, 1752’si İngiliz, 52’si Musevi, 31’i Fransız, 235’i Avusturya, 25’i Alman, 12’si İtalya, 95’i Amerika menşeli yatırımcılara, 850’si ise İzmir’e 47 yıllık imtiyazla su getirme hakkını almış ve Ocak 1896’da bu imtiyazı 85 seneye çıkarılmış Belçikalı bir şirkete ait idi. Müslümanlar ise bu gücün sadece 20’sine sahip idi. Halkapınar’a tesis edilen su şirketi ise 20. yüzyıl başında çalıştırdığı 520 işçi ile Rumların 4584 ve İngiliz şirketlerinde çalışan 1052 kişiye nazaran İzmir’in tek başına üçüncü büyük şirketi idi.
1920’li yıllara yaklaştıkça İzmir’de yerleşik ve Levanten tabir edilen Avrupa kökenli yatırımcılar karşısında modern sisteme geçmekte zorlanan Rum, Musevi ve Müslüman girişimciler bir süre sonra gerek pazarlama, ambalajlama, taşınım ve gerekse tanıtım açısından modern sisteme geçemedikleri için geri kaldılar ve sermaye gelişimine gidemediler. Giderek İzmir’i besleyen art bölgenin daralması ve gerekse alıcı Avrupa’nın yeni bölgelere yönelmesi, yeni ticari yolların devreye girmesi ile İzmir ticareti giderek düşüşe geçmeye başladı. Üçyüz yıl içinde her türlü zorluğa karşın yükselen ve gelişen İzmir ticari hayatı durgunluk dönemine girdiği Birinci Dünya Savaşı sonrasında en büyük darbeyi 1922 yangını ile almıştı.
Bu süreçte 1865 yılında girilmiş Uluslararası Telgraf Birliğinin sistemi yok olmuş, 1878 yılında üye olunan Posta Birliği ile irtibat kesilmişti. İzmir’de, 11’i buharla çalışan modern 23 un değirmeni yok durumuna girmişti. Demir döküm imalathanesi olarak faaliyet gösteren 5 fabrika artık yoktu. Kereste fabrikaları alevlere kurban olmuştu. 1890 yılında kurulmuş Fransız Ticaret Odası kapanmış, Arabian Karabet Efendi ve Nişli Hacı Ali Efendinin İzmir’de ayrı ayrı kurdukları iki farklı Borsa çalışamaz duruma gelmişti. Şehirde Osmanlı ve Ziraat Bankaları dışında yabancı sermayenin 9 bankası ve 44 Avrupa menşeli sigorta şirketi ekonomik yapı dışına itilmişti. 1908 Salnamesi 1216’sı Müslümanlara ait 5308 ticari işletme bulunduğunu belirtmekte ise de bu işletmeler büyük ölçüde kaybolmuştu. İzmir nüfusu 1918’de 111.486’sı Müslüman 279.761 kişi olmasına karşın 1922 yılı sonlarına doğru 165.969 kişi olarak sayılabilmişti. Bu süreçte yabancı kökenli bankalar ve sigorta şirketleri şehri terk etmişti. Carmoniola, Rankin, Demas, Issigonis, Nicoliades, Patterson, Styoglou, Fontrier, Olivier, Foscola, Sapartalian gibi isimlere sahip yatırımcı şirketler şehri terk etmiş işletmeleri kapanmıştı. Ege ve tüm Anadolu’da Sivas’tan Konya’ya, Uşak’a kadar uzanan ve 25.257 kişiye iş imkanı sağlayan, tüm Dünya’da İzmir Halıları olarak ün yaptıran Oriental Carpet Manufacturer yok olmuştu. 1922 sonrasında mübadele ile şehri terke mecbur bırakılanlara ilave olarak kendi istekleri ile ayrılanlarla birlikte nüfus giderek yarıdan fazla azalırken nitelikli iş gücü yanında sermaye kaybı da olmuştu. Sonuçta tarım, ticaret, imalat ve kent hizmetleri sektöründe büyük sıkıntılar oluşmuştu.
Bu açığı karşılayacak Türk ve Müslüman özellikle erkek nüfus ise Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı süresince büyük ölçüde yok olmuş ve bu süreçlerde yaşanan beslenme ve sağlık koşullarının yetersizliğine ek olarak, etnik çatışmalar ile işgaller, ölüm oranlarının artışını tetiklemişti. Bütün bu olumsuzluklar altında 1923 yılında, Lozan görüşmelerine ara verilen dönemde, Türkiye’nin iktisadi geleceğine yön verecek olan kongrenin İzmir’de toplanması İzmir’in Ülke ekonomisindeki önemini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
İzmir İktisat Kongresi adı altında toplanan ve 16 gün süren kongreye katılan 1135 delege ile toplamda üç bin kişinin katılması ve bunların beş yüzünün kadın olması ayrıca önemli bir husustur. 4 Martta sona eren Kongre, büyük sınıf çatışmalarının gerçekleştiği bir dönemde, Sovyet Devrimi ve Almanya’daki Spartakist Ayaklanmasına ve Milli Mücadeleye katılan milliyetçi akımlara rağmen yasalara saygılı olunduğu sürece yabancı sermayenin kabul edileceğinin belirtilmesi, yabancı sermaye çekingenliğinden vazgeçilmesini ve Türklerle ortaklıklar şeklinde yatırımlara başlanılmasının kapısını aralamıştı. Aradan geçen süre içinde ortaya çıkan 1929 ekonomik krizi ve İkinci Dünya Savaşının başlaması ile 1940’lı yıllara kadar devam eden 1922’den kalan yangın yerlerinin yeniden yapılanma süreci, çeşitli olumsuz etkiler yaratmasına karşın İzmir ekonomik ve özellikle sosyal açıdan gelişti. Yangından önce havagazı tesisatının 9.000 abonesinin 500’e düşmesine ve şehrin bazı bölgelerinin elektrikle aydınlatmasının kesilmesine karşın 1924 yılına gelindiğinde tesisatlar tamamen yenilenmeye başlandı ve 1928 yılında açılan elektrik fabrikası olarak adlandırılan tesis ile sadece şehir için değil yatırımcı sektöre enerji sağlamak yoluyla modernleşmenin yayılması için önemli bir adım atıldı. Bu yıllara gelindiğinde yabancıların kontrolünde olan ticaretin ağırlıklı olarak Türklerin denetimine geçmeye başladığı görüldü. Aynı dönemlerde konut sıkıntısını gidermek için İzmir genelinde, 1927 yılı içinde 612 ev yapılması ve 1938 yılında 362 evin daha yapım için ihale açılması içinde bulunulan yıllar için önemli atılımlar idi. Artık ticaret ve sanayii besleyen İç Anadolu ürünleri yabancıların denetiminden çıkmış demiryolları ile şehre gelmekte idi. 1928 yılında İzmir Borsasının açılması ile para piyasasının düzenlenmesi yanında İzmir ekonomisi kaynak yaratan, kullanan, hatta kamu kuruluşlarına kaynak aktaran bir kuruluşa sahip olmuştu. Bu süreçte izlenen ekonomide liberalizm politikası ve gümrük duvarlarının düşük tutulması, İzmir Limanının ticaretinin ve özellikle ihracatının tekrar yükselişe geçmesinde önemli rol oynadı. Liman ve ona bağlı ticari aktiviteler, 1929 yılını takip eden yıllardaki savaş ekonomisi politikalarının izlenme zorunda kalınması nedeni ile önemli bir liman kenti İzmir’de ciddi sıkıntılara neden oldu ise de 1950’li yılları takiben yeni limana kavuşan İzmir kısa zamanda çok boyutlu ilişkiler ağı bütününü oluşturdu. İthalat ve ihracatta sahip olduğu potansiyeli ortaya koyarak geçmiş yıllarda yaratmış olduğu ve genç ticaret erbabının ortaya koyduğu girişimcilik anlayışı ile ekonomik yapının hızla gelişimini ortaya çıkardı.
İzmir’in dışa açık, yenilikçi yapısı ve liberal ekonomik yaklaşımı, bir süre sonra ortaya çıkan ulusal ekonomik politika anlayışı ile birleşerek, başarılı bir kalkınma stratejisi ortaya koydu.
Böylece kalkınmacı ve ikameci karma bir sanayileşme modeli İzmir’de başarı ile uygulandı. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki sermaye yetersizliği, girişimcilik altyapısının sağladığı katma değer, istihdam, sektörler arası disiplin ile finansal birikim oluştu. 1923’ün genç Cumhuriyetinin ilk yılları sonrası ekonomik kriz dönemlerini takiben Devletçi sanayileşme döneminden ve arkasından gelen planlı karma ekonomi döneminde İzmir ekonomisi önemli dönüşüm süreçlerini başarı ile yaşadı ve istikrarlı planlama ile serbest piyasa ekonomisine başarı ile geçmede Ülke düzeyinde örnek şehir oldu.