Açıklara ve derin sulara gönderirsek dağılır gider sorun olmaz mantığı ile sanayi atıklarının acımasızca boşaltıldığı Marmara Denizinde yaşanan müsilaj sorunu da yine bozduğumuz döngünün belki de en net yansıması olarak önümüze geldi.
Su hayattır. Su olmazsa yaşam da olmaz. Bu temel gerçeklik hepimiz tarafından bilinmekle birlikte, var oluşumuzun yapı taşını koruma konusunda oldukça başarısız olduğumuz da ortada.
Gezegenimizin oluşumundan bu yana dünyada, atmosferden dışarı kaçan küçük bir miktar dışında, aynı su dolaşmakta. Dolayısıyla, milyonlarca yıl önce nehir kıyısında yürüyen bir dinozorun, buzul çağında ava çıkmış bir neandertalin ya da belki de seferlerinden birinde yorulup çadırına dinlenmeye çekilen Büyük İskender’in o sırada içtiği sudaki moleküller, bu yazıyı okurken yudumlayacağınız suda bulunuyor olabilir.
Milyarlarca yıllık zaman zarfında dünyada yaşamış tüm canlıları eşsiz bir biçimde birbirine bağlayan su, bir döngü içerisinde varlığını sürdürmektedir. Hidrolojik döngü ya da su döngüsü dediğimiz bu süreç, suyun çeşitli hallerde dünya üzerinde dolaşımını sağlar.
Su, temel misyonu olan yaşamın devamlılığını sağlama sürecinde, buzul çağında devasa buz katmanları, tropik/ılıman çağlarda büyük denizler ve nehirler, kurak çağlarda ise yeraltında sıvı olarak ya da atmosferde gaz olarak farklılaşmış olsa da, doğanın kendi döngüsü içerisinde varlığını sürdürmüştür. Tüm bu süreçleri jeolojik araştırmalar sonucunda öğrendiğimiz bu dönemde, bilim insanlarının bir bölümü, buzul çağından günümüze kadar devam eden Holosen çağının bittiğini ve dünyanın doğal süreçler haricinde, net bir şekilde insanlık tarafından değiştiği Antroposen (İnsan) çağına girildiğini düşünmekte.
Artan insan nüfusu ve sürdürülebilirlikten uzak bir model ile yakalanan ekonomik büyüme, su döngüsünü bozmuş durumda. Bunun sebebi, diğer canlılardan farklı olarak suyu sadece içmek ya da temizlik amacı ile kullanmıyor olmamız. Sanayi devriminden bu yana, ürettiğimiz her ürün için, üretim aşamasında değişen miktarlarda su tüketiyoruz.
Üçte ikisi okyanuslarla kaplı gezegenimizde içebileceğimiz tatlı su miktarı yüzde 2,5 civarında ve onun da yüzde 70’i buzullarda. Yaklaşık 8 milyar insan, ihtiyaç duyan diğer tüm canlılarla birlikte, yüzde 1,5 olan buzul dışı erişilebilir tatlı suyu hayatta kalmak için paylaşırken, sürdürülebilirlikten uzak ekonomik sistemimizde 1 fincan kahvenin üretimi için 140 litre, 1 pamuklu t-shirt için 2720 litre su harcanıyor.
Özellikle son yüz yılda ağırlık verdiğimiz doğrusal ekonomi modelinin vahşi şartlarında (kaynağı çıkar- üret – kullan –at) su ve karbon döngüsüne ciddi zararlar verdik. Bu zararın etkileri kendi yaşam sürelerimizde deneyimleyeceğimiz ve sıkıntılarını hissedeceğimiz boyutlara çoktan ulaştı. Artmakta olan sıcaklıklar, kuraklık dalgaları ve su kaynaklarının bilinçsiz kullanımı gibi ana nedenler sebebiyle, ülkemiz de maalesef su fakiri olma yolunda ilerlemekte.
Açıklara ve derin sulara gönderirsek dağılır gider sorun olmaz mantığı ile sanayi atıklarının acımasızca boşaltıldığı Marmara Denizinde yaşanan müsilaj sorunu da yine bozduğumuz döngünün belki de en net yansıması olarak önümüze geldi.
Karamsar görünen bu tablonun değişmesi, verimsiz bir şekilde kullanılan su sistemlerinin yerine, gerçek anlamda sürdürülebilir su politikalarının geliştirilmesi ve istisnasız tüm alanlarda uygulanması ile mümkün olacaktır. Doğanın kendi içindeki döngüden ilham alarak, atık kavramını ortadan kaldırıp yeniden ekonomiye katılabilecek bir değer olarak kurgulayan döngüsel ekonomi modeli, bozulan su döngüsünün onarımı için önemli bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.
Bu çerçevede, kapalı bir döngüsel sistemde su kullanımının gerçekleşmesi sağlanmalıdır. Uluslararası Su Birliği (IWA) tarafından 2016 yılında hazırlanan raporda, döngüsel bir ekonomide sudan doğru bir şekilde yararlanmanın modeli de sunulmuştur.
Kapalı döngüye geçiş için, farklı kalitedeki su tanımlanmalı (yeşil su, mavi su, gri su vb.) ve her birinin kullanım alanları ayrıştırılmalıdır. Mevcut teknoloji ve imkanlar göz önünde bulundurulursa, bozulan su döngüsünü onarmamız mümkün. Hala fırsatımız varken, siyasi ve ekonomik çıkar göz etmeksizin, gelecek nesillerimizin ve tüm canlıların suyu paylaşabileceği yeni bir döngüye geçmeliyiz.