Gerekli önlemler alınmazsa iklim krizi küresel ekonomide 30 yılda yüzde 18 küçülmeye neden olacak. Önlem alınmaması halinde ise dünya ekonomisindeki küçülmenin 2030 yılında iki katına çıkarak yüzde 3,2 oranına yükseleceği öngörülüyor
Türkiye, coğrafi konum itibariyle iklim değişikliği ve kuraklıktan en fazla etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor. Orman alanlarının yüzde 54’ü, tarım alanlarının yüzde 59’u, meraların yüzde 64’ü ise orta ve şiddetli erozyona maruz kalarak çölleşme tehdidi ile karşı karşıya…
İklim krizi, son aylarda yaşanan büyük doğa felaketleriyle dünya gündeminin birinci sırasına oturdu. İklim krizinin sonuçlarını artık çok daha şiddetli bir şekilde hissediyoruz.
Sürecin gelecekte kuraklık ve çölleşmeye doğru evrileceği öngörülüyor. Yağışlardaki dengesizlik ve sapmalar sonucu; su baskınları, tayfun, fırtına ve hortum gibi meteorolojik olaylar artıyor. Ekolojik dengedeki bozulmanın dünya ekonomisini de vurması bekleniyor.
Küresel ısınma ile artan sıcaklıklar ve buna bağlı olarak değişen bölgesel ve küresel iklim; toprak nemi, ağaç yapısı ve çalılıklar gibi pek çok türün yaşam alanını doğrudan etkiliyor. Meydana gelen kuraklıklarla beraber orman yangınlarının sıklığı dikkat çekiyor.
İklim krizinin küresel çapta gıda üretimi üzerinde önemli etkileri bulunuyor. Isı stresi, kuraklık, sel ve taşkın olayları gibi faktörler tarım, hayvancılık ve balıkçılığın verimini düşürüyor. Bu durum küresel çapta gıda güvenliğine karşı tehlike oluşturuyor.
Reasürans şirketi Swiss Re’nin yaptığı araştırmaya göre gerekli önlemler alınmazsa, önümüzdeki 30 yıl boyunca iklim krizinin neden olacağı ekonomik tehditler nedeniyle, küresel ekonomi yüzde 18 civarında küçülecek.
İklim bilimcilerine göre, iklim krizinin temel nedenini küresel ısıtma oluşturuyor. Günlük hayatımızda farklı amaçlar için kullandığımız fosil yakıtlar tüketildikten sonra dünya atmosferinin etrafında bir sera gazı katmanı oluşturuyor. Bu katman yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının dünyadan geri sekip uzaya dönmesine engel olarak ısıyı hapsediyor. Bu da küresel ısınma adıyla bilinen ama insan eliyle yaratılmış olduğu için artık “küresel ısıtma” olarak tanımlanıyor. Küresel ısıtma, iklimin dengesini bozarak birçok bölgede yine eskiden iklim değişikliği diye adlandırdığımız ama artık “iklim krizi” dediğimiz duruma sebep oluyor.
Kanaat önderleri, bunu durdurabilmek için ise sadece 10 yılın kaldığını söylüyor. Eğer 10 yıl için de küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutulamaz ise küresel yok oluşun artık geri dönüşü olmayacağı vurgulanıyor. İklim krizi yüzünden on binlerce insan yaşadığı yeri terk edip göç etmek zorunda kalıyor. Her gün birçok canlıya ev sahipliği yapan tonlarca buzul eriyerek hayvanları ölüme mahkûm ediyor. Bununla da kalmıyor eriyen buzullar deniz seviyesini yükselterek kıyı kentlerini sular altında bırakıyor.
Küresel ısınma sadece hava sıcaklıklarının artması olarak biliniyor. Oysa küresel ısınma, sadece buzulların erimesinden ibaret değil. Küresel ısıtma normalde o bölgede hiç olmaması gereken soğuklara da sebep oluyor! Her gün dünyanın bir yerlerinde kasırgalara, sellere, orman yangınlarına, soğuk girdaplarına, donlara yol açıyor. Yaz ortasında dolu yağmurların yağmasının bir sebebi de iklim krizinden kaynaklanıyor.
Geçtiğimiz günlerde yaklaşık 13 bin araştırmacı, iklim krizinde gelinen nokta sebebiyle acil eylem çağrısında bulundu. Bilim insanlarının önerileri arasında, fosil yakıtların tamamen ortadan kaldırılması bulunuyor. Araştırmacılar, Grönland ve Antartika’da tüm zamanların en düşük buz kütlesi seviyelerinin kaydedildiğini belirtirken, buzulların 15 yıl öncesine göre yüzde 31 daha hızlı eridiğine dikkat çekti. Bunlara ek olarak, Brezilya›da Amazonlar’da yıllık kayıp oranının 2020›de 12 yılın en yüksek seviyesine ulaştığı belirtildi.
Araştırmacılar, kısa vadede üç adımın acil olarak atılması gerektiğinin altını çiziyor. Bunlardan birinin fosil yakıtların aşamalı olarak ve tamamen ortadan kaldırılması, ikincisi önemli bir karbon bedeli konması, üçüncüsü ise karbon yutakları ve biyolojik çeşitlilik alanları gibi ekosistemlerin restore edilmesi olarak sıralanıyor.
Bilim insanları bunlara ek olarak, farkındalığı artırmak için tüm okullarda iklim değişikliğinin temel müfredata dahil edilmesi gerektiğini dile getirdi. Bilim insanları ayrıca kirleticilerin azaltılması, insan popülasyonunun dengelenmesi ve bitki bazlı diyetlere geçilmesi çağrısında da bulundu.
BM: BİR MİLYONDAN FAZLA İNSAN SEL VE KURAKLIKTAN ÖLDÜ
Birleşmiş Milletler (BM) Meteoroloji Teşkilatı’na göre son 50 yılda bir milyondan fazla insan sel ve kuraklıktan yaşamını yitirdi. Örgüt afetlerin ekonomiye zararını da ortaya koydu.
BM dünya genelinde doğal felaketlerin, iklim değişikliğinin artan olumsuz etkileri nedeniyle çoğaldığına dikkat çekti. Son 49 yılda sel ve kuraklığın yol açtığı zararın bilançosunu çıkardı. Bu süreçte; kuraklık, fırtına, sel ve mevsim normalinin üzerinde hava sıcaklıkları nedeniyle dünya genelinde bir milyonun üzerinde kişi hayatını kaybetti.
Araştırmacılar, kısa vadede üç adımın acil olarak atılması gerektiğinin altını çiziyor. Bunlardan birinin fosil yakıtların aşamalı olarak ve tamamen ortadan kaldırılması, ikincisi önemli bir karbon bedeli konması, üçüncüsü ise karbon yutakları ve biyolojik çeşitlilik alanları gibi ekosistemlerin restore edilmesi olarak sıralanıyor.
PARİS ANLAŞMASININ ÖNEMİ…
Reasürans şirketi Swiss Re, önümüzdeki 30 yıl boyunca iklim krizinin neden olacağı ekonomik tehditlerin analizini yayınladı. Dünya ekonomisinin yüzde 90’ını oluşturan 48 ülkeyi ne şekilde etkileyeceğini değerlendiren araştırma, ekonomilerin iklime karşı dirençliliklerini ortaya koyuyor. Rapora göre, iklim krizine yönelik herhangi bir hafifletici önlem alınmadığı durumda, önümüzdeki 30 yıl içinde küresel anlamda yüzde 18 GSYİH kaybı yaşanacak. Paris Anlaşması hedeflerine ulaşıldığı durumda ise GSYİH kaybı yüzde 4 ile sınırlı kalacak.
Küresel ısınmanın 3,2°C artış gösterdiği olumsuz senaryoda Çin’in, yüzyılın ortasına kadar GSYİH’sinin yüzde 24’ünü kaybetmesi öngörülüyor. ABD, Kanada ve İngiltere ekonomilerinin hepsinin yaklaşık yüzde 10›luk kayıp yaşaması bekleniyor. Isı artışından Avrupa yüzde 11 ile biraz daha fazla etkileniyor. Finlandiya veya İsviçre gibi ülkelerin ekonomileri yüzde 6 daha sınırlı bir kayıp riski ile karşı karşıya. Fransa veya Yunanistan gibi ülkelerin ekonomilerinde ise yüzde 13’lük bir kayıp yaşanacağı ifade ediliyor.
Türkiye ise Paris Anlaşması’na uyumlu hedefler benimsemesi halinde GSYİH’de kayıp riskini yüzde 2,5 ile sınırlandırabilirken, önlem alınmadığı takdirde, GSYİH’nin yaklaşık yüzde 10,3’ünü kaybetme riski taşıyor.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE HAZIR MIYIZ?
Dünyamız 4,5 milyar yıllık jeolojik tarihi boyunca çok büyük iklim değişmelerine sahne olmuş, bazı dönemlerde coğrafyası tamamen değişmiş. Şüphesiz bundan sonrada doğanın evrimi gereği yavaş da olsa bir değişme görülecek. Ancak, insanlık tarihinin başlaması ile birlikte, özellikle de 18’inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren insanların çeşitli etkinliklerinin de iklimi etkilediği bir döneme girildi. Nitekim iklim sistemini oluşturan atmosfer, hidrosfer ve litosferde bozulmalar başlamış, doğal denge bozulmuş, bunun sonuçları da iklimi etkilemiş. Yapılan çalışmalar, küresel boyuta bir ısınma ile ortaya çıkan iklimdeki bozulmaların bazı belirsizlikler göstermesi ve bunlara karşı önlemler alınmasına rağmen, gelecekte de bu belirsizliğin devam edeceğini ve sorunların yaşanmasına neden olabileceğini gösteriyor.
Hemen bütün iklim bilimcilerinin üzerinde birleştiği nokta ise, gelecekte olabilecek iklim değişikliğinin, atmosferdeki sera gazı emisyonlarındaki artıştan kaynaklanan küresel ısınmadan olacağı şeklinde.
Türkiye, dünyanın oluşumundan bugüne kadar görülen, iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ülkeler arasında yer alıyor. Bundan sonra da tartışmasız iklimde meydana gelebilecek birçok değişiklikten en fazla etkilenecek ve büyük sorunlar yaşayabilecek bir ülke konumunu koruyacağı belirtiliyor.
Her yıl 500 bin kişi çölleşme nedeniyle evini terk ediyor. Son 20 yılda 10 milyon kişi çölleşme nedeniyle göç etti. 2050 yılına kadar 135 milyon insan göç etmek zorunda kalacak. Yine her yıl 12 milyon hektar alan verimliliğini kaybediyor. Bu sadece yıllık 20 milyon ton buğday üretiminin kaybı demek…
Türkiye’nin coğrafi konum itibariyle iklim değişikliği ve kuraklıktan en fazla etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor. Orman alanlarının yüzde 54’ü, tarım alanlarının yüzde 59’u, meraların yüzde 64’ü orta ve şiddetli erozyona maruz kalarak çölleşme tehdidi ile karşı karşıya… Türkiye çölleşme ile mücadelede yaptığı çalışmalar ile dünyaya örnek oluyor. Tecrübelerini bölgesel iş birliği projeleri ile Orta Asya, Balkanlar ve Afrika ülkelerine aktarıyor.
MERKEZİ İDAREYE BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR
İklim değişikliğiyle mücadelede merkezi idarelerin atması gereken birçok adım bulunuyor. Ulusal su ve iklim değişikliği stratejileri oluşturmak, Kyoto Sözleşmesi sonrası sürecin takibi, alternatif enerji kaynaklarına yatırım, kamu binalarında enerji verimliliğini artırıcı izolasyon ve alt yapı çalışmaları, korunan doğal alanların artırılması ve su kaynaklarının güvence altına alınması, iklim değişikliği, akılcı su kullanımı ve kuraklık konularında kısa ve uzun dönemli planlar, tüm sektörlerde enerji ve su tasarrufuna teşvik verilmesi, tarım politikalarında iklim değişikliğini göz önüne alacak düzenlemeler yapılması temel noktalar olarak özetlenebilir.
Bunun yanı sıra azaltım için doğal habitatların bozulmasını ve kaybının azaltılmasını ve uyum için doğal ekosistemlerin esnekliğinin artırılmasını ve kırılganlığının azaltmasını içeren korunan alanların rolünün ulusal iklim değişikliği stratejilerine dâhil edilmesi gerekiyor. Ulusal iklim değişikliği stratejileri ve eylem planlarında, korunan alanlar sistemlerinin rolüne yer verilmesi öneriliyor.
İklim değişikliği uyum ve azaltımı ve biyolojik çeşitlilik konularında korunan alanların yarar sağlaması için korunan alanların etkin yönetimi sağlaması önem kazanıyor. İklim değişikliğiyle mücadelede yerel idareler de kentsel yeşil alanların artırılması, kaynağından kullanıcıya yoldaki su ve enerji kayıp ve kaçaklarının önlenmesi, kentsel dönüşüm ve alt yapı yenileme projeleri, modern ve etkin toplu taşıma hizmeti, yeni inşaatlarda enerji verimliliği ve izolasyon sağlamalı. Bunun yanı sıra yerel enerji çözümleri değerlendirilmeli, tarımda dönüşüm sağlanmalı ve sulak alanlar restore edilmesi önem taşıyor.
İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISI ÖNEMLİ…
Merkezi ve yerel idarelerin yanı sıra iş dünyasının da iklim ve enerjiye bakış açısı değişmesi önem taşıyor. Düşük karbon ekonomisine geçiş için katalizör rolünü özel sektörün üstlenmesi önem taşıyor. Bazı şirketler, gönüllü olarak karbon ayak izlerini azaltmak üzere harekete geçiyor, iş dünyası gelişmiş ülkelerde sera gazlarının uluslararası ve ulusal ölçekte düzenlenmesi konusunda hükümete talepte bulunuyor. Konvansiyonel bakışın dönüşümü için ekonomik büyümenin sera gazı salınımıyla orantılı olduğu bakış açısını değiştirmemiz gerekiyor. Endüstri karbon salınımının büyük kısmını dönüştürebilir. Küresel ısınmanın 2 derece üzerine çıkmaması için yıllık 30 Gt’lik CO2 azaltımı gerekiyor. Yıllık 525-660 milyon dolarlık yatırımla gerekli hususlar göz önüne alınarak yıllık 11 Gt’lik CO2 azaltımı gerçekleştirilebilir.
YENİ İKLİM REJİMİ NEDEN ÖNEMLİ?
İklim değişikliği, sürdürülebilir kalkınmayı ve tüm ekosistemi tehdit eden en öncelikli küresel risklerden biridir. Bu çerçevede iklim değişikliği ile mücadele ve iklim değişikliğine uyum tüm ekonomilerin yanı sıra başta Birleşmiş Milletler olmak üzere diğer çevre, ekonomik ve toplumsal alanda faaliyet gösteren uluslararası örgüt ve kuruluşların da öncelikli gündem maddeleri arasındadır.
2016 yılında yürürlüğe giren Paris Anlaşması “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli imkân ve kabiliyetler” anlayışı doğrultusunda gelişmiş ve gelişmekte olan bütün taraf ülkelerin emisyon azaltımına yönelik önlem almasını şart koşmasıdır. Öte yandan, AB’nin yeni büyüme stratejisi olan Avrupa Yeşil Mutabakatı(AYM) çerçevesinde öngördüğü dönüşüm ve 2050 yılında karbon-nötr Avrupa hedefi sanayiden ulaştırmaya, ambalajdan veri korumaya kadar birçok boyutta stratejik düzenlemeyi kapsamaktadır. Burada önemle vurgulanması gereken husus, AYM Planı ile salt bir “çevre” stratejisi değil, ülkemizi de yakından ilgilendiren yeni bir uluslararası ticaret sistemi ve iş bölümünün kurgulanmakta olduğudur.
Bu yeni iklim rejimi, ekonomilerin, finans kurumlarının, uluslararası örgütlerin siyasi, ekonomik ve ticari bağlamdaki değerlendirmelerinde iklim değişikliği ile mücadele bağlantılı unsurların yansıtılması şeklinde ortaya çıkmaktadır.
DARA tarafından hazırlanan raporda ise iklim değişikliğine bağlı ölümlerin yüzde 90 oranının gelişmekte olan ülkelerde olacağı vurgulanıyor. Eğer gelişmekte olan ülkeler, fosil yakıtlara olan bağımlılıklarını azaltacak hamleler yapmazlarsa 2030 yılına gelindiğinde ekonomilerinde ve yaşam kalitelerinde büyük gerilemelerin yaşanacağı ifade ediliyor.
Raporda yer alan diğer detaylarda, iklim değişiklikleri sadece insan ölümlerine yol açmayacak. Aynı zamanda dünya ekonomisine de büyük zarar verecek. Küresel iklim değişikliğinin dünya ekonomisinde günümüzde yılda yüzde 1,6 küçülmeye neden olduğu, bunun rakamlarla karşılığının 1,2 trilyon dolar olduğu vurgulandı. Önlem alınmaması halinde ise, dünya ekonomisindeki küçülmenin 2030 yılında iki katına çıkarak yüzde 3,2 oranına yükseleceği belirtildi.
SU KITLIĞI KAPIDA
Dünya Kaynakları Enstitüsü, 167 ülkenin su kullanımı, aldığı yağış miktarı, iklim değişikliği ve nüfus artışı gibi değerleri göz önünde bulundurarak bir araştırma yaptı. Buna göre, 33 ülke su kıtlığıyla karşı karşıya. 2040’ta su ihtiyacı, mevcut kaynakları yüzde 80 oranında aşacak yerlerde yaşanacak. Türkiye listede 27’inci sırada yer alıyor. Dünya Kaynakları Enstitüsü (World Resources İnstitute WRI) tarafından yapılan bir araştırmada; Türkiye 2040 yılında ciddi anlamda su kıtlığı çekecek ülkeler arasında gösterildi.
WRI tarafından 167 ülkenin su kullanımı, aldığı yağış miktarı, iklim değişikliği ve nüfus artışı gibi değerleri göz önünde bulundurularak yapılan değerlendirmeye göre, yakın gelecekte 33 ülkede ciddi su sıkıntısı baş gösterecek. Bunda ülkelerin su kaynaklarına güvenmeleri de etkili, küresel ısınma da.
RİSK ALTINDAKİ ÜLKELER
Su kıtlığı konusunda risk altındaki ülkeler; Y Bahreyn, Kuveyt, Katar, San Marino, Singapur, Birleşik Arap Emirlikleri, Filistin, İsrail, Suudi Arabistan, Umman, Lübnan, Kırgızistan, İran, Ürdün, Libya, Yemen, Makedonya, Azerbaycan, Fas, Kazakistan, Irak, Ermenistan, Pakistan, Şili, Suriye, Türkmenistan, Türkiye, Yunanistan, Özbekistan, Cezayir, Afganistan, İspanya ve Tunus olarak sıralanıyor.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN MALİYETİ KABARIYOR
Dünya Klima Konseyi’nin (IPCC) son raporuna göre de iklim değişikliği nedeniyle deniz balıklarının sayısının azalacağını ve büyük maddi kayıplar yaşanacağı açıklandı.
IPCC Raporu’na göre yer kabuğu sıcaklığının 2050 yılına kadar 2 derece daha artması neticesinde dünya genelinde balıkçılık gelirleri 41 milyar dolar düşecek. Bilim insanları, yer kabuğu sıcaklığının önümüzdeki 35 yıl içinde 2 derece daha artmasının kaçınılmaz olduğunu savunuyor. Türkiye’nin iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler arasında olması bekleniyor. Dr. Ümit Şahin, ‘Türkiye’nin İklim Politikalarında Aktör Haritası’ başlıklı kitabında “Sadece hortumlar çıkınca iklim değişikliği aklımıza geliyor. İklim değişikliği aslında bildiğimiz dünyanın sonu. Uygarlığın ve yaşam biçimimizin dayandığı temellerin ortadan kalkmaya başlaması anlamına geliyor. En başta su kaynaklarının bozulması, tükenmesi ve yeterince tarımsal üretim yapılamaması demek. Artık başa çıkamayacağımız miktarda fırtınalar, seller, hortumlar gibi iklim felaketleri ile karşılaşacağız.
Tabii gıda kıtlığının, açlığın yarattığı siyasal sonuçları da görmek lazım. İstikrarsızlık, çatışmalar vs. Asıl kritik olan bunun eskiden sanıldığı gibi 100 yıllık bir zamanının olmaması. 2030›larda falan iklim değişikliği ciddi bir üst aşamaya geçecek. Bugün zaten Sandy Kasırgası, Türkiye’de yaşanan hortumlar, kuraklık vb. hep bunların göstergesi” dedi.
TÜRKİYE’NİN KARNESİ NASIL?
Türkiye’nin şu anki karnesini değerlendiren Şahin, “1990’dan 2012’ye kadarki dönemde sera gazı salımlarında yüzde 133 artış var. Gelişmiş ülkeler arasında birinci sıradayız, bütün dünya içinde üçüncü sıradayız. Avrupa ülkeleri 2030›a kadar sera gazı salımlarını yüzde 40 azaltma kararı aldı. Onlar düşerken Türkiye arttığı için bir süre sonra Avrupa›nın en çok sera gazı salan ülkesi haline geleceğiz. Yerel ekoloji hareketi Türkiye›de güçlüdür. Ama o mücadelede de iklim değişikliği mücadelesi yeterince anlaşılamıyor. Oysa dünyada güney ülkelerinde yerli halkın toprağına el konmasına karşı yürüttüğü mücadele iklim değişikliği mücadelesiyle iç içe geçmiştir. Türkiye›de her ne kadar halkın yüzde 60›ı iklim değişikliğinin farkında olsa da mücadelede iklim bağlantısı kurulamıyor. Onun da sorumlusu gene biziz” diye konuştu.
BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİKTE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ÖNEMİ
Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürü Masum Burak ise Türkiye’de kurdukları gen bankalarıyla 120 binin üzerinde tohumu koruma altına aldıklarını söyledi. Dünyada, gelişmiş ülkelerde uluslararası organizasyonların acentelerinde gelecek için mücadele alanları olarak gıda, su ve enerjinin belirlendiğini vurgulayan Burak, şunları kaydetti: “Neden gıda, su ve enerji böyle önemli? Çünkü gıda güvenliği bütün toplumların ortak problemidir. Şimdi iklim değişikliğinden etkilenecek ülkeler arasında, Akdeniz havzasında bulunmamız nedeniyle Türkiye’nin olacağı söyleniyor. Tabi Türkiye, Suriye ve Mısır gibi ülkelerdeki iklim değişikliğinin en büyük tehlikesi kuraklık. Dolayısıyla bunlara karşı da hazırlıklı olmamız gerekiyor. Bu kapsamda bakanlığımızın da eylem planları var.”
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ DÜNYADAKİ CANLI TÜRLERİNİN YÜZDE 16’SININ YOK OLMASINA SEBEP OLABİLİR
Ülkeler sera gazı salımlarını azaltmazlarsa, dünyadaki her altı canlı türünden birisi yok olma tehlikesi ile karşılaşacak. www. insideclimatenews.org’da yer alan bilgiye göre iklim değişikliği büyük bir nesil tükenme olayına sebep olacak. Bilim insanlarının ‘6.Nesil Tükenişi’ olarak adlandırdıkları bu durum, 65 milyon yıl önce dinozorların yok olduğu dönemden bu yana görülen en büyük nesil tükenme olayı olacak ve ekonomimizi, besin güvenliğimizi ve sağlığımızı olumsuz yönde etkileyecek.
Ekoloji ve evrim konusunda uzman Mark Urban, bu konuyu şöyle açıkladı: “Tarımsal ürünleri yıpratan canlıları yiyen bir haşerenin neslinin tükendiğini düşünsenize; o zaman yetiştirdiğimiz ürünler bu durumdan oldukça olumsuz bir şekilde etkilenecektir. Şu an bile bitkiler, kuşlar, böcekler iklimin hızlı değişimine adapte olmakta zorlanıyorlar. Canlıların yaşam alanlarının sıcaklığı yükseliyor ve yaşam alanlarına düşen yağışların miktarı adapte olmayacakları kadar hızlı değişiyor. Örneğin, Amerika’da yaşayan küçük bir fare, soyu yeni tükenen canlılar arasında. Okyanus ve deniz sularının ısınması ve su seviyesinin yükselmesi de hem karada hem suda yaşayan canlıların yaşam koşullarını etkiliyor. Örneğin, su seviyesinin yükselmesi Güney Amerika kıyılarına yumurtalarını bırakan kaplumbağaların yumurtlama alanlarını daraltarak çoğalmalarını zorlaştırıyor. Değişiklikler insanların da iklim değişikliği ile mücadele etmesini zorlaştıracak. Atmosferdeki karbonun önemli bir kısmını emen Amazon Ormanları’nın yok olması ile beraber hem atmosferdeki karbonu dengelemek zorlaşacak hem de ormanlardaki biyoçeşitlilik azalacak.
Bilim insanlarının güvenli sınır olarak gördüğü 2 derecelik sıcaklık artışı sınırları içinde kalmayı başarsak bile dünyadaki canlı türlerinin yüzde 5.2’si neslinin tükenmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalacak. Eğer 3 derecelik bir sıcaklık artışı olursa bu oran yüzde 8,5’a, eğer 4,3 derecelik bir sıcaklık artışı olursa da yüzde 16’ya çıkacak. Yüzde 16 oranı küresel olarak ortalama bir oran. Eğer bölge bölge değerlendirilecek olursa Güney Amerika’daki canlı türlerinin yüzde 23’ü, Avustralya ve Yeni Zelanda’daki canlı türlerinin yüzde 14’ü, Kuzey Amerika’dakilerin yüzde 5’i ve Avrupa’dakilerin yüzde 6’sının yok olacağı söylenebilir.”
UZMANLAR NE DİYOR?
Doğa Derneği adına konuşan Süreyya İsfendiyaroğlu “Anadolu’da kuraklıkla baş etme yollarının bilgisi mevcuttu. 1950’lerin başında Anadolu da uygulanan politikalarla yağmura dayalı tarımdan sulamalı tarıma geçildi. Sulak alanları besleyen akarsuların üstüne barajlar yapılıyor sistematik olarak.
Doğal alanların kuraklığa karşı direncinin azalmasına neden oluyoruz. Sulak alan, mera ve tarım alanı miktarı arasındaki denge çok önemli. Su sıkıntısıyla nasıl baş edileceğinin ipuçları zaten Anadolu’da mevcut. Son 30 yıldır sistematik olarak bu bilgiyi tahrip ediyoruz” diye konuştu.
HER YIL ÇÖLLEŞME VE KURAKLIK NEDENİYLE 12 MİLYON HEKTAR ARAZİ KAYBEDİLİYOR
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Levent Şaylan, her yıl 75 milyar ton verimli toprağın arazi bozulumu nedeniyle kaybedildiğini belirterek, “Benzer şekilde, her yıl sadece çölleşme ve kuraklık nedeniyle 12 milyon hektar arazi kaybedilmektedir” dedi.
Prof. Dr. Şaylan, kuraklığın, yağışın miktar ve dağılımına, bitkilerin su ihtiyacının karşılanıp karşılanamadığına, yeraltı ve yerüstü su seviyelerinin değişimine bağlı olduğunu vurguladı.
Kuraklığın sosyal ve ekonomik etkileri olduğunu ancak çölleşmenin, özellikle insanların faaliyetleri ve iklim değişikliğinden kaynaklanan nedenlerle meydana gelen arazi bozulumu olduğuna işaret eden Prof. Dr. Şaylan, şöyle devam etti:
“Çölleşme ve kuraklık arttıkça, bunun insanlar, hayvancılık, tarımsal üretim ve çevre üzerindeki etkileri yıkıcı olabilir. Her yıl 75 milyar ton verimli toprak, arazi bozulumu nedeniyle kaybediliyor. Benzer şekilde, her yıl sadece çölleşme ve kuraklık nedeniyle 12 milyon hektar arazi kaybedilmektedir. Bu, yaklaşık 20 milyon ton tahıl üretebilecek bir alanın kaybedilmesi demektir. Çölleşme ve kuraklık, günümüzde daha fazla dikkat gerektiren bir konudur. Arazi bozulumu olduğunda ve toprak verimli olmayı bıraktığında, doğal alanlar bozulur ve dönüşür. Böylece sera gazı emisyonları artar, biyoçeşitlilik azalır. Topraklar korunmalı, verimlilikleri arttırılmalı ve geri kazanılmalı, çölleşme ve kuraklığın etkilerini azaltmak için çalışmalar yapılmalıdır. Gelecekte iklim değişikliğinin kuraklık üzerine yapabileceği etkiler incelenmeli ve gerekli önlemler planlanmalıdır.” Prof. Dr. Şaylan, arazi bozulumu olan yerleri restore etmenin, verimli hale dönüştürmenin biyolojik çeşitliliği, ekonomik dayanıklılığı ve gıda güvenliğini arttıracağını dile getirdi. Prof. Dr. Şaylan, arazilerin verimli hale getirilmesinin, küresel ısınma ve iklim değişikliğini de azaltacağını ifade ederek, sözlerini şöyle tamamladı:
“Verimli toprakların ve doğal ekosistemlerin kaybını önlemek, yavaşlatmak ve tersine çevirmek, insanların ve gezegenin uzun vadeli hayatta kalmasını garanti etmek için hem acil hem de önemlidir. 100’den fazla ülke önümüzdeki on yıl içinde neredeyse Çin büyüklüğündeki bir alanın restorasyonunu yapmayı hedefliyor. Eğer, bu büyüklükte bir arazide toprak eski haline getirilebilirse, insanlar ve gezegen için büyük yararı olacaktır. Dünyada sulanan alanlarının yaklaşık yüzde 71’i ve büyük şehirlerin yüzde 47’si periyodik olarak su kıtlığı yaşıyor. Bu eğilim devam ederse, kıtlık ve buna bağlı su kalitesi sorunları, suyu kullananlar arasında rekabete ve çatışmalara yol açacaktır.”
2021 KURAKLIK RAPORUNDAN NOTLAR
Geçtiğimiz mayıs başında 22 olarak tespit edilen kuraklıktan etkilenen il sayısı 41’e çıktı. Buğdayda 18 milyon tonun, arpada 7 milyon tonun ve mercimekte ise 250 bin tonun altında bir rekolte tahmin ediliyor. Mayıs ayında kuraklıktan en fazla zarar gören ürünler arpa, buğday ve kırmızı mercimek oldu. Mayıs ayında yeterli yağış alınabilseydi buğday rekoltesi 18 milyon tonun üzerinde, arpa rekoltesi de 7,5 milyon ton civarında olabilirdi.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “Kuraklık, üretimi ciddi oranda etkileyen afetlerin başında geliyor. Ne yazık ki pandemiyle mücadele ettiğimiz 2020-2021 yılı üretim sezonunda bir de kuraklığın yol açtığı kayıplarla karşı karşıya kaldık. Bu dönemde çiftçilerimizin yoğun emek vererek ürettikleri ürünler, kuraklıktan büyük zarar gördü. Kayıpların etkisi sürmeye devam ediyor” ifadelerini kullandı. 2010 yılında 556 aşırı hava olayı gerçekleştiğini, 2021 yılında ise bu sayının 984’e yükseldiğine dikkati çeken Bayraktar, “Mayıs ayında kuraklıktan en fazla zarar gören ürünler arpa, buğday ve kırmızı mercimek oldu. Yeni ekilen mısır, şeker pancarı, patates, nohut, yeşil mercimek, çeltik ve yem bitkileri gibi ürünler de kuraklıktan etkilendi. İkinci ürün ekilişlerinde de sıkıntı olması bekleniyor.
Yine mayıs ayında beklenen yağışların gelmemesi sonucu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Diyarbakır, Batman, Şanlıurfa, Mardin, Kilis, Siirt, Şırnak, Gaziantep illerinde kıraç şartlardaki buğday, arpa ve kırmızı mercimek kuraklıktan ciddi olarak zarar gördü. Buğday ve arpada ise İç Anadolu Bölgesi’nin Konya, Ankara, Aksaray, Eskişehir, Niğde, Nevşehir, Yozgat, Çankırı, Sivas ve Kırıkkale illerinde, Ege Bölgesi’nin Afyonkarahisar, Kütahya, Uşak, Denizli, Muğla ve Aydın illerinde, Akdeniz Bölgesi’nin Isparta ve Burdur illerinde, Karadeniz Bölgesi’nin Amasya ve Çorum illerinde ciddi oranda rekolte kayıpları yaşandı” dedi.
“EMİSYONDA KRİTİK HEDEF ZOR DA OLSA MÜMKÜN”
Türkiye’nin emisyon azaltımının daha zor olduğu ulaşım ve binaların karbonsuzlaştırılmasına odaklanması gerektiğini belirten Uluslararası Enerji Ajansı(IEA) Başkanı Fatih Birol’a göre de elektrikli araçlar ve düşük karbonlu hidrojen gibi yeni ve gelişmekte olan teknolojilerde inovasyon Türkiye›nin enerji geleceği için anahtar niteliğinde…
IEA Başkanı Fatih Birol, geçtiğimiz haftalarda açıklanan IPCC Raporu’nun, küresel enerji sektöründe emisyonların 2050 yılına kadar net sıfıra indirilmesinin aciliyetini ortaya koyduğunu söyledi. IEA’nın “Net-zero Yol Haritası”na göre, hükümetlerin temiz enerji teknolojilerine ağırlık vermeleri halinde bu kritik hedefe ulaşılmasının zorlu da olsa mümkün olduğunu belirtti. Bu doğrultuda hükümetlerin, şirketlerin ve vatandaşların yapmaları gerekenlere de değinen Birol, hidroelektrik, güneş enerjisi, rüzgâr ve jeotermal kaynaklı yenilenebilir elektrik kapasitesi son on yılda neredeyse üç katına çıkan Türkiye’nin de orta ve uzun vadeli emisyon azaltım hedefleri belirlemesi gerektiğini vurguladı.
TARIMSAL ÜRETİMDE KURAKLIK VE AFET ÇANLARI…
Tarımsal üretimi önce girdi maliyetlerindeki artış sonra kuraklık ve afetler zorladı. Türkiye’nin söz sahibi olduğu pek çok tarımsal üründe rekolteler düşüyor. Geçen üretim yılını da benzer sorunlarla geçiren üreticinin nefesini bu yıl orman yangınları, aşırı kuraklık ve seller kesti. Ürün rekoltelerdeki son durumu mercek altına aldı. Tarımsal üretim çok zor bir süreçten geçiyor. Yüksek girdi fiyatları nedeniyle üretimi sürdürmekte zorlanan çiftçiler, bu yıl da kuraklık başta olmak üzere doğal afetlerin yarattığı büyük zararla karşı karşıya kaldı.
Geçen yıl aşırı sıcak, don, sel, kuraklık, su sorunu ile karşı karşıya kalan çiftçiler, bu yıl aşırı hava olaylarının daha fazla etkisinde. Kuraklığın şiddetini artırması, sel, orman yangınları, yağış rejimindeki değişiklikle yaşanan su sorunu 2021 üretimini daha büyük oranda etkiledi.
Güneydoğu, Doğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgesi kuraklık nedeniyle tarımsal üretimde yüzde 20 ile yüzde 70 arasında değişen oranlarda zarar görürken, Ege ve Akdeniz Bölgesi’nde orman yangınları, Karadeniz Bölgesi sel felaketleri ile sarsıldı. Yaşanan her felaket tarımsal üretimin yapılmasını zorlaştırıyor.
Dünya Klima Konseyi’nin (IPCC) son raporuna göre de iklim değişikliği nedeniyle deniz balıklarının sayısının azalacağını ve büyük maddi kayıplar yaşanacağı açıklandı.
Tarımda kullanılan kimyevi gübrelerdeki son bir yıllık fiyat artışı yüzde 100’ü aşarken, mazot, tohum, zirai ilaç, hayvancılık sektörü için yem ve diğer girdilerdeki yüksek artışlar üretimi tehdit ediyor. Ürün bazında değerlendirildiğinde aşırı hava olaylarından etkilenmeyen ürün neredeyse yok gibi. Üretimin azalması sonucu, Toprak Mahsulleri Ofisi, hububat ve bakliyat ürünlerinde geçen yıla göre alım fiyatını yüzde 35-40 oranında artırmasına rağmen piyasanın gerisinde kaldığı için iç piyasadan ürün alamıyor.
“BAZI İKLİM ETKİLERİNDE GERİ DÖNÜLMEZ NOKTADAYIZ”
Birleşmiş Milletler’e bağlı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), İklim Değişikliği 2021: Fiziksel Bilim Temeli başlıklı raporunu yayınladı. Rapor, dünyanın iklim sistemlerinin nasıl değiştiğine yönelik çok önemli bilimsel bulguları kamuoyunun bilgisine sundu. Gerekli önlemlerin alınmaması halinde sıcaklıkların hızla artacağı ve deniz seviyesinin yükseleceği öngörülen raporda, bugünden sonra bazı iklim etkilerinin geri döndürülemeyeceği riski konuşuluyor.
BM’ye bağlı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) iklim değişikliğine ilişkin yeni değerlendirme raporunu açıkladı. Rapora göre, küresel ısınmanın “korkunç sonuçları” giderek daha belirgin hale gelirken iklimin korunması için gösteriler çabalar ise yetersiz kalıyor.
Küresel ısınmanın, 2018’de öngörülenden 10 yıl önce, 2030’a kadar 1,5 derece artacağının belirtildiği raporda, iklim değişikliğinin insan ürünü olduğu vurgusu yapılıyor. Raporda, “İnsan etkilerinin; atmosferin, ozon tabakasının ve yeryüzünün ısınmasına neden olduğu ortadadır” ifadesinin yer aldığı raporda uzmanların ilk kez bu denli kesin bir dil kullandığı dikkat çekiyor. Daha önceki IPCC raporlarında, iklim değişikliğinin endüstriyel faaliyetler sonucu meydana geldiğinin “kuvvetle muhtemel” olduğu değerlendirmeleri yer alıyordu.
IPCC’nin raporuna göre, atmosfere zararlı karbondioksit gazı emisyonunun radikal biçimde azaltılması durumunda dahi, sıcaklıkların sanayileşme öncesi döneme göre 1,5 derece artmasını engellemek artık mümkün değil. Ancak raporda, önlem alınmaması halinde küresel ısınmanın yüzyılın sonuna kadar 2 derece ve üzerinde seyredeceği tahmininde bulunuldu. Raporda, şu ana kadar nadir görülen aşırı hava olaylarının sıklaşacağı değerlendirmesi de yapıldı. Sıcaklık artışının 1,5 derece ile sınırlandırılması durumunda dahi bu durumun değişmeyeceğine dikkat çekilirken, 50 yılda bir görülen aşırı sıcak havanın artık yılda bir görülmesinin olası olduğu vurgulandı. Tropik fırtınaların, yağmur ve kar yağışının artacağı belirtilirken şu ana kadarkine kıyasla 1,7 kat daha fazla kuraklık yaşanacağına da dikkat çekildi. Yangınların daha yoğun ve uzun süreceği uyarısı yapılırken, “Artık aşırı hava olayları hakkında niceliksel çıkarımlarda bulunabiliyoruz” değerlendirmesine yer verildi.
BUZULLAR ERİYECEK, DENİZ SEVİYESİ YÜKSELECEK
Kuzey Kutup Dairesi’ndeki ısınmanın dünyanın geri kalan yerlerine göre iki kat daha hızlı ilerlediğinin belirtildiği raporda, en iyimser senaryo doğrultusunda dahi 2050’ye kadar bölgedeki buzulların tamamının erimiş olacağına dikkat çekildi.
Ayrıca küresel ısınmanın 1,5 derece ile sınırlandırılması durumunda dahi deniz seviyesinin yüzlerce veya binlerce yıl içinde iki, üç metre, hatta daha fazla yükseleceği vurgulandı. Uzmanlar bu sürecin kutuplardaki buzulların erimesi ve okyanusların ısınması ile daha da hızlanacağı değerlendirmesinde bulundu. Uzmanlara göre, deniz kenarındaki ülkelerde geçmişte yüz yılda bir görülen seller 2100’e kadar her yıl meydana gelecek.
Enflasyonun neden düşürülmesi gerektiği konusunda açıklamalar yapan Kaslowski, “Yüksek enflasyonla mücadeleyi erteleyip, her ne pahasına olursa olsun büyüyelim dediğimizde de var olan kaynaklarımızı tasarruflu kullanamayarak israf ediyoruz. Ve yine bu süreç büyüme üzerinde baskı ile sonuçlanıyor.
GUTERRES: İNSANLIK İÇİN ALARM ZİLLERİ ÇALIYOR
Raporun sonuçlarını değerlendiren BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, fosil enerjiler için “cenaze çanları çaldığını” söyledi. Kömür, petrol ve doğalgazın yeryüzünü yok ettiğini belirten Guterres, insanlık için alarm zillerinin çaldığını söyledi. Fosil enerjilerin ortaya çıkardığı atmosfere zararlı sera gazlarının gezegeni boğulma seviyesine getirdiğini belirten Guterres, fosil enerji kaynaklarına son verilmesini ve yenilenebilir enerji kaynaklarının sübvanse edilmesini istedi.
DEĞİŞEN İKLİM SİSTEMLERİ SONUCUNDA YANGIN VE SELLER ARTTI
5. Değerlendirme Raporu’nun yayınlanmasından bu yana, iklim değişikliğinin neden olduğu aşırı hava olaylarının kanıtları hakkında önemli güncellemeler yapıldı. İnsan faaliyetlerinin belirli hava olaylarını ne şekilde etkilediğini değerlendiren bilim insanları; aşırı sıcaklar, yağış, kuraklık ve tropik siklonların olasılığı ve şiddetindeki artışa ne şekilde katkı sunduğumuzu açıkça ortaya koydu. Gezegenin büyük bölümü, sıcak hava dalgalarını içeren aşırı sıcaklara maruz kalıyor. Bu bölgeler arasında Kuzey Amerika, Avrupa, Avustralya ve Latin Amerika’nın büyük bölümü, Afrika kıtasının güneyinin batı ve doğu kıyıları, Sibirya, Rusya ve Asya’nın tamamını kapsıyor. Son zamanlarda yaşanan aşırı sıcakların gerçekleşmesi, insan etkisi olmadığı durumda, son derece düşük bir ihtimal olarak değerlendirildi.
EGE’DE 4 İLE 6 DERECELİK SICAKLIK ARTIŞI BEKLENİYOR
Türkiye’deki ihracatta sıkıntı olmaması ve satılan ürünlerin ayıplı mal statüsüne girmemesi için karbon borsasını ve karbon ayak izinin dikkate alınması gerektiğini dile getiren İstanbul Teknik Üniversitesi, Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi, Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, “Türkiye’de birçok temel problem var. Bazen bu problemlerin üstünü örtebilmek için iklim değişikliği günah keçisi olarak kullanılıyor. Ancak yine de iklim değişikliği uzun vadede bizim sıkıntılarımızdan bir tanesi olacak. Dünyanın mikrobu insan. Dünya var olduğundan beri iklim hep değişkendir. Dünyanın iklimi 150 bin yılda 1 derece ısınıp 1 derece soğur. Ancak şimdi 150 yılda 1 derece ısındık. Bu kadar hızlı olması sorun çünkü ekolojik sistem buna ayak uyduramıyor. Böyle giderse 5-6 derece ısınmasını bekliyoruz ki bu dünyada hiç görülmedi. Böyle giderse Ege Bölgesi’nde 4 ile 6 derecelik sıcaklık artışı bekleniyor. Bu sıcaklığın değişiyor olması tarım ürünlerini de değiştiriyor” ifadesinde bulundu.
“EN BÜYÜK TEHLİKELERDEN BİRİ SICAK HAVA DALGASI”
Sıcak hava dalgalarının Türkiye’de afet olarak bilinmediğini ifade eden Kadıoğlu, “Özellikle, İzmir Ankara ve İstanbul gibi büyük ve beton alanlarının yüksek olduğu kentlerde, apartmanların üst katlarında oturan yaşlılar, obez ve çocuklarda kitlesel ölümler olabiliyor. Bunun sebebi sıcak hava dalgasıdır. Yani en büyük tehlikelerden bir tanesi sıcak hava dalgası ile ölümlerin artması ve orman yangınlarıdır. Mevsim sıcaklığının yanı sıra sıcak hava dalgası gelip uzun süre kalırsa bütün bitki örtüsü kuruyup kâğıt gibi yanmaya hazır hale geliyor. Bununla ilgili mücadelede herhangi bir anlayış yok. İzmir’de eskiden Kara ve meltemler içeri girmesi ve şehrin konforunu düzenlemesi için caddeler sokaklar denize dik yapılırdı. Ancak şu an Türkiye’de hava koridorlarının dikkate alınmadığı bir yerleşim var. Denizlere paralel yapılan tüm binalar Çin Seddi gibi şehrin denizden bağlantısını kesiyor” diye konuştu.
EGE VE AKDENİZ’DE YAĞIŞLARDA YÜZDE 50 AZALMA BEKLENİYOR
Ege ve Akdeniz Bölgesi’ndeki kış mevsimi yağışlarında yüzde 50 azalma beklendiğini söyleyen Kadıoğlu, “Dünyanın her yerinde hava sıcaklığı artar. Ancak iklim değişikliğine bağlı olarak yağışlar bazı yerlerde artarken bazı yerlerde azalır. Türkiye’de ise azalıyor ve böylece bölgemiz çölleşiyor. Ege Bölgesi’ne 700 kg yağmur yağıyor. Ancak dikkate alınmayan diğer şey Ege Bölgesi’ndeki yağışların yıldan yıla değişme kat sayısı yüze 70 ile 100 arasında. Bu nedenle tarımla uğraşanların sulu tarımdan uzaklaşması gerekiyor ve daha çok kuru tarıma yönelik katma değeri daha yüksek o bölgeye uygun bitki türleri üzerinden gitmek gerekiyor. Aksi halde yağışın azaldığı ve buharlaşmanın arttığı bir yerde sulu tarım sürdürülebilir değil. Yıllık yağışlar yüzde 25 düşük ve mevsim normallerin altında. Bu durum için enerji, tarım, turizm sektörü oluşacak riskler bilinmeli. Hava sıcaklığı 40 dereceyken ve bağıl nem yüzde 20’nin altına düştüğü zaman ormanlarımız yanacağı bilinmelidir. Sıcaklık 40 derecenin üstünde birkaç gün sürerse büyük orman yangınları olur” sözlerine yer verdi.